Üstad Mustafa Özdamar’ın Yaman Dede isimli kitabını 15.04.2006’da satın almışız. Bu kitap Marifet Yayınları’nca 2003’ de neşredilmiş.
Yaman Dede, mahallesi, yetişme tarzı ve emsalsiz kabiliyeti sebebiyle hemen dikkat celbeden ve zor unutulacak bir zât-ı şerif. Doğum yeri Kayseri. İlk orta tahsilini, Kastamonu’da, üniversite tahsilini İstanbul Hukuk’ta ikmal etmiş nev’i şahsına münhasır bir hâs-ı Hak.
Evleniyor, avukat ruhsatı alıyor. Daha ziyade Heybeliada Ruhban Okulu dahil yabancı özel okullarda muallimlik yapıyor. Hukuk mezunu ama şimdi bizim anlayacağımız gibi değil. İngilizce, Fransızca, Farsça, Arapça, edebiyat, tarih, felsefe, Kur’an, İncil, Tevrat okuyabilen ve okutulabilen bir zat.
Özdamar’ın bu derlemesinde ‘Esrar Dede’ ye dair 10 sayfalık bir kısım var. Orayı okuyunca Esrar Dede’den haberdar olduk. Kültür Bakanlığı’nca 1998’ de yayınlanmış, Osman Horata Hoca tarafından hazırlanan divanı ve eserlerine dair bir de kitap var. Orada da etraflı bir bilgi verilmiş. Kitabın önsözündeki şu paragraf şayan-ı dikkattir:
“Esrar Dede de bu dergâhlardan feyz alarak kendisini Mevleviliğin potasına atan şairlerden biridir. Bugünkü bilgilerimize göre, şairlik yeteneği Mevleviliğe girdikten sonra gün yüzüne çıktığı anlaşılan Esrar; intisabından ölümüne kadar geçen üç yıl gibi kısacık bir süreye birçok eser sığdırmayı başarmış, benzerine ender rastlanabilecek bir şairdir. Onun Arapça ve Farsçanın yanında Rum, İtalyan ve Latin dillerinde de vakıf olması dikkati çeken özelliklerindendir. Fakat Esrâr Dede, daha çok Mevlevî şairler hakkındaki tezkiresiyle tanınmış onunla ilgili çalışmalar da bu eser üzerinde odaklaşmıştır. Halbuki o lirik, külfetsiz ve zarif bir dille yazdığı şiirleriyle de ihmal edilmemesi gereken bir şahsiyettir"
Esrar Dede’nin 18. asrın ikinci yarısında 1748’ de doğup 49 yıl yaşadığı, 20. asır edip ve muharrirlerinden Bekir Sıtkı Sezgin’in onun hakkındaki yazılarından anlaşılmaktadır.
İhsan Mahvi (1831-1936) den S. Nüzhet Ergun’un naklettiği şu kısım ne güzeldir:
"İbtidâ-yı hâlinde tarîk-i hâcegâna sülük ederek ta'lim ü tedris ile meşgûl iken sâ'ika-i merâk u tecessüsle bir gün Galata Mevlevihanesi'ne uğrayıp dergâh-ı mezkûrda seccâde-nişîn-i irşâd olan Şeyh Galib Dede Efendi'nin huzûr-ı şerifine dâhil olur. Esnâ-yı sohbetde Şeyh Gâlib Dede'nin dehân-ı ma'ârif-beyânından südür eden hakayık-i ma'neviyyeden fevka 'l-had mütehassis olarak o gün dergâh kapusundan istemeye istemeye çıkarsa da meftûn-ı fezâi'li oldugu Şeyh Galib Dede'ye karşı ruhunda hâsıl olan incizâb-ı rûhanî ile o geceyi bi-ârâm geçirmiş ve ale's-sabah pür-sûz u güdâz dergâh-ı müşteri- penâha şitâb ile Şeyh Gâlib Dede'nin dâmân-ı inayetine ilticâ eyleyerek matbah-ı Molla'ya ikrâr-dâde-i teslimiyyet olmuşdur”. S.11
Esrar Dede’nin genç yaşta ölümü üzerine Şeyh Galip söylediği 20 beyitlik mersiyenin ilk 7 beytini naklediyoruz:
Kan ağlasın bu dîde-i dür-bârım ağlasın dîde-i dür-bârım: inci saçan gözler
Ansın benim o yâr-ı vefâdârım ağlasın
Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın çeşmi dehânı ruhsâr: yüzüm gözüm
Başdan başa bu cism-i siyehkârım ağlasın
Ağyârım ağlasın bana hem yârım ağlasın
Gûş eyleyen hikâyet-i Esrâr’ım ağlasın gûş eylemek: duymak
Nâdîde bir güher telef etdim dirîg u âh güher: cevher diriğ: çok yazık
Hâk içre defn edîp gerü gitdim dirîg u âh
Zât-ı şerîfi âleme bir yâdgâr idi
Fakr u fenâ vü aşk u hüner ber-karâr idi ber-karâr: oturmuş, hâl olmuş.
Her şeb misâl-i şem benim ile yanar idi şeb: gece şem: kandil
Sâye gibi yanımda enîs-i nehâr idi sâye: gölge. enisi nehar: gündüz dostu
Hakkâ tamâm âşık idi yâr-i gâr idi yâr-i gâr: sıkıntılı zaman dostu.
Bir kaç zaman muammer olaydı ne var idi muammer: uzun ömürlü
Esrar Dede S.26
***
Yaman Dede, 23 Mayıs 1939’da Ankara Radyosu’nda Esrar Dede’yi anlatan bir konuşma yapar. M. Özdamar’ın naklettiği bu konuşmadan (10 sayfa) bazı iktibaslar:
“-Sayın dinleyicilerim! Her neslin evvelkilere karşı mukaddes bir borcu vardır: Unutmamak borcu!
Başımızı geçen yıllara, asırlara çevirdiğimiz zaman, gelip geçen büyüklerimizin, gelip geçici olmayan, asırların tahribatından yılmayan manevi varlıklarının -heybetli birer abide gibi- huzmeleri, ebediyetin karanlıklarına dalan meş'aleler gibi ruhlarımıza hâkim bulunduğunu görür ve onları, vecd-ü-gaşy ile, huşu ve ihtiram ile seyrederiz.
Tarihimizin koynunda yaşayan ulularımız vardır. Göğsümüzü kabartacak, alnımızı yükseltecek mazimiz vardır. Fen adamlarımız, ilim adamlarımız, hakîmlerimiz, şair ve ediplerimiz, bir kelime ile mütefekkirlerimiz vardır. Bu Türk Ulularının hatırası üstünde asırların bıraktığı toz tabakasını silip atmak bizim vazifemizdir ve bu daima yapılacaktır. Biz onların hatırasını göz yaşlarımızla, minnet ve şükran yaşlarile yıkamayı bir nevi ibadet sayarız.
İşte aziz dinleyicilerim, bu gece bağrı yanık bir Türk şairinin, Esrar Dede'nin ebedî namı üstündeki hafif toz tabakasını sıyırmak ve onun ruhunu şâd etmek istiyorum.
Esrar Mehmed Dede, onsekizinci asrın Mevlevî şairlerinden ve Galata Mevlevihanesi hücrenişînlerindendi. Şeyh Galib'in -eski tabir ile- yarı vefhadarı, gamküsârı idi. Aralarında son derece dostluk ve muhabbet vardı. Esrar'ın doğduğu tarihi bilemiyoruz. Yalnız 1211 (1796) tarihinde vefat etmiş olduğunu biliyoruz. Şairin vefatına, meşhur Sürurî:
“Hayflar göz yumup Esrar Dede sırroldu” tarihini söylemiştir ki ebced hisabile 1211 eder. Esrar'ın vefatile derin bir matem ve teselli bulmaz bir elem içinde kalan Galip Dede'nin söylediği tarih de şudur:
“Esrar Dede çilleyi hatmettiği dem,
Sırroldu serin hırka-i tab”ta çekip.
Galip dedi tarihini efsus, efsus
Hemdemleri hayran kodu Esrar geçip”
***
“Zannetme tehi bu hâyu huy tehi: boş hâyu huy: hû ile geçen ömür
Boş sanma pilâ-yi sebûyu
Aksinde görüp o mah-rûyu mah-rûy: ay yüzlü
Cuş etti döküldü âb-ı rûyu âb-ı rûy: yüz suyu, utanma, çekinme
Esrar Dede, aşkı feragatte arar. Feragatsiz aşkı reddeder, ona aşk demez. Bülbül güle âşıktır ama gülün rengi ve rayihası var. Aşkının karşılığını buluyor. Bülbül Kâm almak için âşıktır. Gerçekten aşk, yalnız pervanede vardır. O yalnız yanmak için âşıktır. Şair bu düsturunu iki mısra ile ne güzel ifade ediyor bakınız:
Davasını terketsin bülbülde feda yoktur
Bir nükteciliği aşkın pervanede kalmıştır.
***
Unutma redifli gazelini okuyalım:
Azm-i sefer ettin dil-i nâçârı unutma
Gittin güzel amma bu dilefkârı unutma dilefkâr: gönlü yaralı
Gâhice uyandıkça şebistan-ı safada şebistan-ı safa: karanlık mezar
Şol gece olan sohbet ü hemvârı unutma
Ayinedeki gördükçe kaçan hasta nigâhın nigâh: bakış
Lutfeyle tabibâ men-i bîmârı unutma men-i bîmârı: Ben hastayı
Ben sabredeyim derdü gam-ı hecrine amma hecr: ayrılık
Sen de güzelim ettiğin ikrarı unutma
Ağlatmayacaktın yola baktırmayacaktın
Ol vadei tekrar be-tekrarı unutma
Hicranın ile çektiğimi sen de bilirsin
Her vechile didara sezavarı unutma didara sezavar: görmeye lâyık
Yok takati hicranına lutfeyle efendim
Dilhaste-i aşkın olan Esrar'ı unutma Dilhaste: gönül hastası
Yaman Dede S. 35
Şu iki beyti birçok edebiyat kitaplarına geçmiştir.
Seherde seyre geldi bağa canan
Neler seyreyledi bîdar olanlar bidâr: uyanık
Kabri Galata Mevlevihanesi'nde Fasih Dede'nin kabri yanındadır. Namı ebediyyen yaşayacaktır, inşallah.
***
Safâ Gazeliyle hitam-ı misk eyleyelim:
Rızâ-yı Hazret-i Sıddîk’dır semâ-ı safâ semâ-ı safâ: sefa veren sema
Fedâ-yı aleme teşvîkdir semâ-ı safâ
Safâsı hâsılını âşıkın ayân eyler
Mihekk-i gevher-i tevfîkdir semâ-ı safâ mihekk: mihenk, ölçü
Hezâr şevk ile semt-i mahabbete her dem hezâr : bin
Muhibb ü münkiri tesvîkdir semâ-ı safâ
Ne denlü garkı hücûm etse artar irfânı
Fenâ-yı sahv ile tedkîkdir semâ-ı safâ Fenâ-yı sahv: uyanık, kendinden geçme
Hem etdi ketm-i hakîkat hem etdi vahdet ayân
Bir özge ma‘nevî tevfîkdir semâ-ı safâ
Sadâ olunduġu dem âlem-i vefâya varır
Elestin ahdinî tasdîkdir semâ-ı safâ
Egerçi mânî -i tevhîd kâle gelmez ise (Tevhidin manası dile gelmez)
Lisân-ı hâl ile tahkîkdir semâ-ı safâ
Taraf taraf açar şükūfehâ-yı rûhânî şükūfehâ-yı rûhânî: ruhani çiçekler
Fezâ-yı sîneyi tahdîkdir semâ-ı safâ tahdîk: hadika/ bahçe yapar
Aceb mi olsam eger mest-i bî-şu‘ûr Esrâr
Başımda neşe-i tahkîkdir semâ-ı safâ
Zuhûr-ı müjde-i teşrîf zât-ı Monlâ’dan
Safâ-yı hâtır-ı Sıddîk’dır semâ-ı safâ
Horata, Esrar Dede 275-276
***
“Mevlevîhanelerde, şeyhlerin ve dedelerin Divan-ı Kebir'i ve Mesnevi'yi okutup şerh edebilmeleri, onların şair olmalarını veya şiirden anlamalarını zorunlu hâle getiriyordu. Bu sebeple Mevlevi tekkeleri birer "mekteb-i edeb" olarak kabul edilmiştir. Bilhassa Galata Mevlevîhânesi, Esrâr'ın intisap ettiği yıllarda, bizzat devrin padişahının da katıldığı sohbetlere mekân olan bir içtima salonu gibiydi. Esrâr, tezkiresinin mukaddimesinde bu meclisleri şöyle anlatır:
Bir meclis-i ünse mahrem oldum meclis-i üns: tanıdıklar meclisi
Ol Cennet içinde Âdem oldum
Meclis velî gülşen-i muhabbet
Bülbülleri yek-ser ehl-i ülfet
Her birisi şâir-i sühan-senc sühan-senc: güüzel sözleri tartan, seçen
Gencîneler elde cümlesi genc
Ülfetleri şi’r ü fazl u irfân
Sohbetleri nazm u nesr ü elhân elhân: nağme , güzel ses
(tezkire, v. 1 b)
Esrar Dede S. 16-17
Başta Sıddık-ı Ekber, Molla-yı Rum, Şeyh Galip, Esrar Dede, Yaman Dede ve onların mensubân ve muhibbanına rahmet, mağfiret, diğer ismi geçenlere sıhhat afiyet niyaz ederiz. 14.04.2025