Lâmi’i Çelebi 16. yy. edip, ârif, mütercim ve müelliflerinden. Bursa’da doğdu ve aynı yerde dar-ı bekâya (1532) göçtü. Asıl adı Mahmud. II. Bayezid devri Defterdarı Osman Çelebi’nin oğlu, Nakkaş Ali’nin torunudur.

Emir Buhari’nin yanında tasavvufa yöneldi. Kanuni Sultan Süleyman devrinde çeviriler yapmış, Arapça ve Farsça’yı çok iyi biliyor. En önemli eserleri: Nefahatü’l Üns, Şerefü’l-İnsan, İbret-nümâ, Münşeat, Letayif-nâme, Şevahidü’n Nübüvve’dir. Manzum çevirileri de: Vâmık u Azrâ, Salâmân u Absâl, Ferhâd u Şirin, İskender-nâme, Şem ü Pervâne… gibi eserlerdir. Tercümedeki başarısı ile “câmi-i Rûm” unvanını almıştır. Elimizde bulunan Latifeler Kitabı da şair oğlu Abdullah Çelebi tarafından daha sonradan derlenmiştir. Eserde gençlik yıllarından, padişah, nedim, şehri idare edenlerden, medreselerden, meczuplardan bahseder.

Bazı hadiseler hayatın içinde nükte-latife halinde cereyan eder ki, kalpte bir inşiraha da vesile olur. Çok ciddi meseleler, ima ve latife yollu daha anlaşılır hale gelir. 
En veciz ve en etkili bir şekilde söyleme çabası içinde olan ecdadımız da hemen her meseleye nükteli bir beyitle cevap vermişlerdir. Kendilerine intikal eden edebî malzemeden zekâ ve yetenekleriyle yeni nükteli ifadeler çıkarmakta oldukça istidatlıdırlar. O zamanlarda latife yollu manzumlar adeta bir oyun ve eğlencedir. 

Nükte-i mihr ü mahabbetdür ser-â-ser Bâkîyâ 

Bulmaya aşk ehli bir eglence eş'ârun gibi

Lâmi’i Çelebi Letâif-i Lâmi’î (Latifeler Kitabı) nı Büyüyenay Yay. 2015 yılında neşretmiş. Yayına hazırlayan Yaşar Çalışkan Hoca kitabın önsözünü “Gelir bir bir, gider bir, bir, kalır Bir”  mısraı ile bitirerek kadirşinaslık gösteriyor. Eserde Peygamber Efendimiz, Hz.Ali, Nûşirevân, Behlül Dânâ, Nasreddin Hoca gibi bir çok zevat-ı kiram incelik ve nüktedanlıkları ile karşımıza çıkar. 

Rind-i harâbâtîyiz bizde ne us var ne yüz

Cümle yele vermişiz akl u dil ü ârımız   (Lâmiî Çelebi)

Biz de bazı iktibaslar yaparak okuyucuyu bu kitaptan zevkiyâb etmek istedik:

“Yine rivayet edildi: Fahr-i Kâinat ashabından birinin gözüne remed (göz ağrısı) gelmiş olduğu halde, durup yine hurma yerken görür ve buyurur: “Gözünde remed (ağrı, iltihap) var, sen yine de hurma mı yiyorsun?"

Ensari latife ile: "Ey Allah'ın Resûlü, o remed olan tarafla çiğnemiyorum ve ağrıyan yanımla yemiyorum." der.

Resûle onun latîfesi hoş gelip buyurdu: “Ye, inşa’allahü Teâlâ sana şifa olur.”

Bunlardan başka o cömert Peygamber: "İnneke le’alà hulukin azîm. Şüphesiz seni en yüce bir ahlâk üzerine yarattık” âyetinin en güzel örneği olarak görülmüştür. Temiz hanımları ile güzel muameleleri; latîfe, şaka ve oyunları bilinmektedir. Ve sayılamayacak kadar çoktur."

Bir hadislerinde buyurdular: “Ben latîfe ve mizah ederim, amma doğrudan başka söz ve yalan söz söylemem." (S.26)
***
“Ebu Talib'in oğlu Ali'den (k.v.) rivayet edildi. Buyurdular: "Eğer bir kişinin kendini ekşi yüzlülük ve kötü huyluluk dairesinden dışarı çıkarmak ve insanlarla hoş geçinmek maksadı ile bir miktar şaka ve mizah etse, bunda onun için çekinilecek veya korkulacak bir şey yoktur." (s.27)

Kayış Ne Çekermiş?

Nasreddin Hoca çift sürerken boyunduruğun kayışı kopar. Bütün düzeni bozulur, işi durur. Hoca da hemen başındaki tülbendini çıkarıp deri kayışın yerine bağlar. Kırık dökük ne varsa sarıp sarmalar ve öküzlere: "Hay!" deyip yine önüne katar, sürmeye başlar. Tarlayı bir miktar sürüp söker, nazik tülbenttir zora dayanamaz; cayır cayır üzülmeğe, parça parça çözülmeğe başlar ve kopar.

Nasreddin Hoca hiç aldırış etmeden gönül hoşluğu ve ferahlık içinde tebessümle: "Sen de gör ee, kayış ne çekermiş!" der.

Şiir
Mülk-i hâkî ârifün yanında bî-kıymet olur 
Şâhbâz-ı kudstür bunlar felek-himmet olur 
Halk-i âlem bunları dîvâne vü nâdân sanur 
Bunlar illâ âkil ü dânâ-yı pür hikmet olur

[Gönül ilmine sahip olanlar yanında aslı toprak olan mülkün bir değeri yoktur. Bunlar yüce, kutlu şeylerin yiğididir, yalnız kalplerinin gösterdiği yola gider, işaretine uyarlar. Dünya halkı bunları deli ve bilgisiz sanırlar; Oysa bunlar akıllı, yüce gönüllü, hikmetli ilim sahipleridir.] (s.179)

Sultan Hüseyin Baykara ve Dostları

Hikâye edildi: Mevlânâ Câmî hazretlerinin meclis-i şerif ve sohbet-i münîfine (büyük, yüce) Hükümdar Hüseyin Baykara, Mîr Ali ve Can Karamirzâ birlikte gelirler. Ve Mevlânâ Molla Câmî'nin derin bilgi ve latîfeleri, zarîf ilgi ve nükteleri ile müşerref olurlar.

O sırada bir derviş gelir ve Molla Câmî'ye o zaman için ender bulunabilen dört tane taze, tatlı ve güzel şeftali hediye getirir. Mevlânâ Câmî şeftalileri götürür, birini Hüseyin Baykara'nın, birini Ali Şîr'in ve ikisini de o vakit çok sevilen ve eşsiz bir güzelliğe sahip olan, nesebce de Hüseyin Baykara'ya yakın bulunan Can Karamirza'nın önlerine kor. Hürmet gösterir, ömürlerinin uzun olması için dua ve niyâzda bulunur. Can Karamirzâ güzel yüzlü, tatlı sözlü bir candı.
Bunun üzerine Sultan Hüseyin Baykara: "Mevlânâ, bu nasıl adalettir ve ne biçim kısmettir ki, bize bir tane, Can Karamirza'ya ise iki tane veriyorsun? der. Molla Camî hazretleri cevap verir: "Ey adaletli Şah, hisseleriniz ancak birerdir, amma hizmetlerine iki verdiğimin biri kendi hissesi ve biri kendi hissemdir. Ona faizsiz borç verdim sonra gene alacağım” der. 

Kıt'a
Dayimâ âlem içre resm budur 
Kim olur kâmilün kelâmı zarîf 
Habs gelmez letâfet ehlinden 
"Külli şey'in mine'l-latîf latîf"

[Dünyada durum daima böyledir; olgun insanın sözü güzel ve incedir. Güzelden olan her şey güzeldir; güzellik sahibi insanlardan çirkinlik gelmez.] (s.552)

Dinsiz ve Oruç

Bir dinsizin gece sahura kalktığını görmüşler: "Oruç tutmazsın, sahuru niçin yersin?" demişler. Dinsiz: "Bi'llâh ey yâr-ı cân, niçin böyle dersiniz? Farzı terk ettik bari sünneti tutalım," demiş,

Mesnevî
Murâd-ı nefse bir sünnet uyunca 
Yarın oruç diyü yirsün toyınca
Muhâlif olıcak nefs-i hevâya 
Düşersin mihnet ü derd ü belâya
Ararsın ruhsatın şer'ün amelde
Azîmet olsa kalursın cedelde

[Bir sünnet nefsinin arzusuna uygun gelince yarın oruç diye doyuncaya kadar yersin. Nefsinin arzusuna ters düşünce sıkıntı, dert ve belâya düşersin. Yaptığın işlerde İslâmi bakımdan bir kurtuluş yolu ararsın. Bir iş yapmaya karar versen, kendinle savaşmaya başlarsın.] (s.296)

Sevgili Uğruna

Bir râfizî mescide varır, namaza durur. Duvarda Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali yazılarını görür. İhtiyarı elden gidip ileri yürür. Ebubekir ve Ömer yazısına tükürmek isteyip Ali'ye tükürür. Huzuru kaçıp: "Yerinde ve sana layıktır! Çünkü bunun gibi tâifeye yakınsın ve değerini bilmeyip olur olmazla oturursun" der.

Şiir
Yâra key hoştur gözetmek yârını
Ko ta'assup ehlinün güftârını 
Yârdan düşman söziyle olma dûr 
Yâr içün çek âlemün âzârını

[Katı görüşlülerin sözlerini bırak, sevgiliye sevdiğini gözetmek hoştur. Sevgiliden düşmanların sözlerine bakarak uzak kalma; sevgili uğruna âlemin incitmelerine katlan.]

Diğer:
Ger sana yâr içün irse bir elem 
İtme andan hâtırun pür-derd ü gam 
Olma câhiller fi'âlinden melûl
Yâr ile sen hem-nişîn ol dem-be-dem

[Eğer sana dosttan dolayı bir üzüntü gelirse, gönlünü onun için dert ve tasa ile doldurma. Bilgisizlerin yaptıklarından dolayı üzülme, sen zaman zaman sevdiğinle beraber otur.] (s.298)

Beynamaz

Beş vakit namazını kılan biri, bir beynamazla uzun müddet yoldaş olur. Bunun ne namaz kıldığını, ne de abdest aldığını görür. Bir gün buna: "Behey dost, namaz dinin direği ve İslâm'ın binasıdır."

Beyit
Bu söze candan eyle îtimâdı 
Namaz oldı saray-ı din îmâdı

[Bu söze candan itimat et; namaz din sarayının direğidir.]

"Niçin namaz kılmazsın? Yoksa farz olduğunu mu bilmezsin?"

Beynamaz: "Behey kardaş, çocukluk yaşımdan beri ibadet etmek âdet olmamış. Bu sebepten güç geliyor."

Namazlı: "Bunun çaresi kolay; kırk gün sabah namazına devam et, eğer ondan sonra terk edebilirsen gel sana bin akçe vereyim." der.
Beynamaz: "Gel sen üç gün namazı terk et, eğer ondan sonra kılabilirsen ben sana her ne dilersen vereyim."

Mesnevî
Kime terk-i ibâdet olsa âdet 
Tutar canın kesel kalbin kasâvet 
Vüzû içün eline alsa bardağ 
Yanında şöyle sengîndür ki bir tağ 
Namaza kasd ider olsa varup sor 
Ki mescid ana mahşerdur ezan sûr

[Kim ibadeti terk etmeği adet ederse; bütün vücudunu tembellik, kalbini tasa kaplar.

Eline abdest almak için bir testi alsa, ona bu taştan bir dağ gibi ağır gelir. Namaz kılmaya niyetlenince yanına yaklaşıp sor, mescit ona mahşerdir, ezan İsrafil'in üfleyecegi sûr.] (s.311)

Beynamaz Özrü

Namaz kılmayan birine: “Yâ mescide gelip beynamazlığı terk et, yâ da mahallede durma, çık şehirden git!” derler. Beynamaz: "Elimizden ne gelir? Sefer mübârektir, gidelim ve sizin bahanenizle âlemi bir miktar seyrân edelim" der.

Kıt'a
Bi-namaza namaz kılmakdan 
Terk-i şehr-i vatan gelür âsân 
İki rek'at namaz yüktür ana 
Lîk dünya yükün çeker her an

[Beynamaza namaz kılmaktan kendi şehrini terk etmek kolay gelir. İki rek'at namaz kılmak ona yüktür, fakat o her an dünya yükünü çeker.] (s.312)

Dışardan Gel Hürmeti Gör

Pâdişâh-ı Ebu'l-Feth (Fâtih) Sultan Muhammed Gâzi -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- hangi ülkede bir hüner sâhibi olduğunu işitse ve her nerede hünerli, olgun birini duysa onlara son derece hürmet gösterip yanına davet ederdi. En mükemmel şekilde ağırlayarak kendilerine makam, mevki ve hil'atler verip iyilik ve ihsânlarda bulunurdu.

Beyit
Zer ider hâki kabûl-i nazarı şâhlarun 
Kimyâ cevheridür hâk-i deri şâhlarun

[Pâdişâhların iltifatlı bakışı toprağı altın eder; şâhların kapısının toprağı kimya cevheridir. (Her şeyi altına dönüştüren simyâ maddesidir.)]

Bu yüzden dinli, dinsiz; hıristiyan, müslüman her tâifenin başlarını toplamıştı. O esnâda Acem'den Hâbilî, Kâbilî ve Hâmidî namlarında bir kaç da şair gelmişti. Sultan'ın yanında rağbet bulup büyük ulûfeler almıştı. Bunlarla beraber zamanın Sokrat'ı ve devrin Bukrat'ı sayılan usta bir Yahudi doktorla adına Dozri denilen fenninde pehlivan ve zamanın Mani'si firenk bir ressam da gelmiş bulunuyordu.

Hâsılı bunların hepsi Pâdişâh Hazretleri'nin yüce saltanat çadırına yakın olup kabul görmüşler. Sultân'ın iltifatlarına mazhar olmuşlardı. O saâdetli yüce saltanat eşiğinin nedîmlerinden Çatladı bir gün şikâyet yollu, şu iki beyiti yazıp Pâdişâh'ın şerefli huzurlarına arz eder:

Nazım
Ger dilersen şâh işiğinde olasın muhterem 
Yâ Yahudi gel bu mülke yâ firenk ol yâ Acem 
Adunı ko Hâbilî vü Kâbilî vü Hâmidî
Dozrı'lıkdan olma gâfil mârifetten urma dem

[Eğer Pâdişâh eşiğinde hürmet görmek istersen; bu ülkeye ya Yahudi olarak gel, ya Frenk, ya da Acem olarak gel. Adını ya Hâbilî ya Kâbilî ya da Hâmidî koy, Dozri olmayı da unutma. Ve sakın bilgiden, hünerden bahsedeyim deme.] (S.313)

Lâmi’î Çelebi ve diğer ismi geçenlere rahmet ve mağfiret niyaz ederiz. Hazırlayan ve yayınlayanlara şükranlarımızı sunarız.

Latifeler