Müjgan Cunbur (1926-2013) adını ilk defa Sakarya Valiliğince bastırılan ve kütüphanelere dağıtılan “Atatürk ve Milli Kültür” kitabından duymuştum. Altmış yıllık mesaisinde neşriyat, araştırma, yazma eserler üzerine vâkıfane çalışmış, kültür âlemimizin âlime bir kalem hanımefendisi. İstanbul doğumludur, İbrahim Salih Bey ve Seniye Hanımın kızıdır. Fatma Müjgan Cunbur, Müjde Nasipoğlu imzasını da kullanmış. Eğitim hayatının çoğunluğu Ankara’da geçmiş, Ankara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdikten sonra 1952’ de de edebiyat doktoru unvanını almış. Yazma eserlerin müsannifliğini de yapan Müjgan Cunbur Hanım, Milli Kütüphane’de kütüphanecilik görevini ifa etmiş. Kültür Bakanlığı Milli kütüphane genel müdürlüğü ve daha sonra da müsteşarlığında bulunmuş. Yazma eserler kataloglarının hazırlanmasında, milli kütüphane için yeni bir bina oluşturulmasında emekleri geçmiştir. Ankara Üniversitesi’nde Kütüphanecilik bölümünde de dersler vermiştir.
Namı dünyaya yayılmış İsmail Saib Sencer Efendi (1873-1940) ki hâfız-ı kütüb’lerin Pîr’idir. Yaşadığı dönemde kendisini başka diyarlardan, Avrupa’dan Asya’dan araştırma yapmak için gelen araştırmacı, yazar, gazeteci, oryantalist, şarkiyat âlimi mutlaka ziyaret eder ve görüşlerini alırlar. Beyazıt Umumi Kütüphanesi’nden 1939 yılı sonlarında emekli olduktan sonra da Ragıp Paşa Kütüphanesi’nde ziyaretçilerini karşılamak için bir yer verilmiştir. Şahsi kitapları Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi’nde kendi adını taşıyan bölümde muhafaza edilmektedir.
Müjgân hoca, ona yetişemese de İsmail Saib Efendi’nin yazma eserlerini okuyarak manevi dostluk kurabilmiş. Bir gece rüyasında İsmail Saib Sencer Efendi’yi görür:
“Çalıştığım odanın kilidini açarken, birden kapının açılıp, büyük cüsseli, beyaz sakallı, barut rengi lâta giymiş bir zatın biraz öfkeli bir sesle, 'buraya girerken besmele çekmeyi, kitapları alırken Fatiha okumayı unutma!' dediğini duydum. Arkasından yığın halindeki kitapların 'Fatiha, Fatiha' diyerek kanatlanıp uçtuklarını gördüm. Korku ile uyandım. Sabah kalktığımda üst dudağımın şişmiş olduğunu gören annem 'kitap tozu' dedi. Ertesi gün çalıştığım ve kitapların durduğu odanın kapılarının kilitlerini açarken hizmetli Osman Efendi'ye yanımda bulunması için rica ettim; içimden besmele çekmeyi ve Fatiha okumayı unutmadım. Daha sonra şöyle bir vaka cereyan etti: 'Keşfü-z Zünun'a zeyl yazanların arasında İsmail Saib Sencer'in resmi ile karşılaştım. Bu zat, göreve başladığım günün gecesinde rüyamda gördüğüm kişiydi. Adı geçen eserin başındaki kısa hayat hikâyesini okudum. Bu suretle İsmail Saib Hoca'yı biraz daha tanımış oldum.” (M.Niyazi Özdemir Y.Şafak-07.05.2017 tarihli köşe yazısı)
İlber Ortaylı Hoca, Füsun Akatlı ile birlikte Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde Müjgan Cunbur’un derslerine katılmış. Osmanlıcayı ondan öğrenmişler. Zaman Kaybolmaz adlı kitabında da ondan bahseder: “Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde Müjgan Cunbur Hocanın Osmanlıca dersleri en çok ilgi çekerdi. Bu ünlü edebiyat tarihçimizin İbnülemin Mahmut Kemal’in saygı duyduğu tek “âlime” olduğu malumdur. Dersine bir girdim ki Füsun Akatlı orada. Hatta Türkkaya Ataöv de orada. Türkkaya sınıfta Osmanlıcayı ilk söken oldu, yani kurdele takılacaktı. Müjgan Hoca onun kabiliyetini halen hatırlar. Füsun da hem mantık hem edebiyat, her dalda bir allâme. Bir de eski kültüre hakkıyla el attı…”
Ortaylı Hoca bir gazete yazısında da Müjgan Cunbur Hanımefendiyi şöyle anlatır:
“Müjgan Hoca İstanbullu eski bir ailenin kızıdır. Çok genç yaşlarından itibaren eski Türk metinleri üzerindeki titiz çalışmasıyla mütebahhir âlim İbn’ül Emin Mahmud Kemal (İnal) gibi müşkülpesent insanların bile takdirini kazanmıştır. Nitekim 20 yıldır sabırsızlıkla beklediğim ve ara sıra bu konuda yazdığı makale ve notları hatta sözlü konferansları birçok kimsenin sağda solda yayımladığı “Osmanlı Dönemi Türk Kadın Şairleri” kitabı da bu toplantı vesilesiyle ortaya çıktı. Kitabı eleştirmek bendenizin haddini aşar ama zaten elimize aldığımız şiirlerin seçiminin ve çözümünün, vezin bilmeyenlerin yaptıkları yayınlarla mukayese edilemeyecek kadar olgun bir geleneğe mensup bir ustanın mesaisinden geçtiği anlaşılıyor. 13’üncü yüzyılın Lale Kutluk Hatun’undan 15’inci yüzyılın ünlü Zeynep Hatun’una ve Amasyalı Mihri Hatun’a 19’uncu ve 20’nci yüzyılın klasik şairlerine kadar Türk edebiyatında kadın şairlerin bir geçidi bu.
Bazı şeyler hemen göze çarpıyor. Ulema takımının kızları babaları ve çevreleri tarafından o kadar iyi yetiştirilmiş ki edebiyatımızda baş köşeyi onlar yer alıyor. Bu Mihri Hatun için de böyle, şaire Fitnat için de böyle, 19’uncu asrın ünlü düşünür ve şairesi Fatma Aliye Hanım için de böyle. Sonuncusu medreselerin son güneşi denen tarihçi, hukukçu A. Cevdet Paşa’nın kızıdır.
Türk Kadınları Kültür Derneği’nin şu andaki genel başkanı Emine Bağlı’dır. Benim bildiğim kadarıyla da 1966 yılından beri bu dernekte çalışır ve önemli faaliyetlerin hepsinde payı vardır. Bu derneğin Müjgan hocaya bu töreni yapması bir vazife, bir kadirbilirliktir. Zira Dr. Müjgan Cunbur hiçbir tarafın adamı değildir, bu memleketin kültürünün irfanının mütevazı tavırlı ama bereketli çalışmalar yapan müstesna hocasıdır.” (13.03.2011 Milliyet - İlber Ortaylı)
Hâfız-ı kütüb: Kitapları hıfzeden, saklayan, kütüphane memuru, kütüphaneci. Prof. İsmail E. Erünsal’ın hazırladığı Osmanlılarda Kütüphaneler ve Kütüphanecilik adlı kitapta; 1560’lı yıllarda hâfız-ı kütübde aranan vasıflar şunlar:
“Bir emîn ve dindâr, müstakîm ve sâhib-i vekâr, nüsha-i emâneti rakam-ı sekâmetten berî ve sahife-i emâneti hatt-ı hıyanetten âri kimesne tayin oluna. Ve şart itdiler ki hâfız-ı kütüb olan kimesne ilm ü marifetde haberdâr olup siyânet-i kütübde bî-ihtiyâr ola. Ne ân ki “ke-meseli’l himâri yahmilü esfâren” (ayet, Cuma Suresi. ciltler taşıyan eşekler gibi) makûlesinden bir câhil-i bed-kirdar olup evrâk-ı kütübü berk-i hazân gibi her tarafa perişân eyleye.”
Bugün de mevcut kütüphanelerimizde kitaptan anlayan, muhtevası hakkında bilgisi olan, her yaştan her seviyeye göre iyi kitapları tanıyan, yıpranmış muteber eserleri tamir edebilen kütüphaneciler çoğalmalıdır.
Fatma Müjgan Hoca, bir hazine olan kütüphane ve yazma eserler deryasının gavvaslığını yaparak en kıymetli bilgileri derlemeye çalışmış, milli- manevi gayesi ve davası için kültür dünyamıza kazandırmıştır.
Şimdi elimizde bulunan eserlerinden yaptığımız iktibasları takdim edelim:
- Türk Kadınının Şiiri
XV. yy.dan bugüne kadın şairlerimizin şiirlerinin yer aldığı kitabın önsözünde de adı geçen Mihri Hatun ve bir gazeli:
“Değil XV. Yüzyılın belki bütün Divan edebiyatımızın en büyük ve en güçlü kadın şairi Mihri Hatun da Fatih çağı sanatkârlarındandır. Şiiri kadar güzelliğiyle de ün yapan Fahrü’n-nisa Mihrî Hatun Amasyalıdır, Divan edebiyatının gayet sınırlı mazmunlarının ve kaideciliğinin dışına çıkmasını bilmiş, kadınca duygularını bir divanı dolduran şiirlerinin birçoklarında dile getirmiştir. Kaynaklarda, yazdığı rivayet edilen fıkha ve feraize dair manzum risaleleri kaybolmuştur. Yazma halindeki divanlarının üç nüshası İstanbul kütüphanelerindedir. Sanatkâr yönü, kaside ve mesnevilerinden çok, samimi ve sade bir dille yazdığı ve çoğunlukla aşk duygularını anlatan gazellerinde göze çarpar. “Mihri Hatun’un (v. 1506) bir gazeli:
Bî-çâre gönül bilmezem âvâre nedendir
Derman nedürür bilsem ona çâre nedendir
Her dem feleğin cevri ile yâr cefâsı
Bilmem ki bu bed-baht-ı siyeh-kâre nedendir
Çeşmi bana vaslını harâm eyledi yârin
Ben kanı helâl ettim o hun-hâre nedendir
Çün delmez imiş gamzeleri hançeri bağrın
Pes bu yüreğimde görünen yâre nedendir
Dil bülbülü nâlânlar ide hüsnüne karşı
Sen yüz veresin ey yüzü gül hâre nedendir
Ben ayağın öpmeğe canlar kılam îsâr
Râygân veresin bûse sen ağyâre nedendir
Mihri çeke cevrini vü lütfun göre ağyâr
Devlet ona, zillet bu cefâ-kâra nedendir
Cevheriye Bânû (1864-1914)
Nefes
Gönlümüz bend oldu âlî sultâna
Sultan olmuş eser yelin üstüne
Hâkipâylerine vardım ihsana
Selâmına durdum yolun üstüne
Şirin’in aşkına olmuşuz Ferhât
Ruhumuz haysa da cismimiz memat
Kanun-i ezelde böyledir âdât
Bülbülün hevesi gülün üstüne
Nasıl âdet böyle cefâ eylemek
Âşıka farz ma’şuk yolun beklemek
Pinhâne çekilüp karar eylemek
Düşer bir ehl-i hâlin üstüne
Mekteb-i irfanda oku imlâyı
Zikr eyle dilinde ulu Mevlâ’yı
Hakk’a yüz tut Bânû gözle rızâyı
Yâ Vedûd ismin yaz dilin üstüne
(Not: Cevheriye Hatun’un romanını okumak, tanımak isteyenlere Cihan Aktaş’ın Şair ve Gece Kuşu’nu (İz Yay.) okumasını hararetle tavsiye ederiz.)
- Anadolu’nun Bütünleşmesinde Ahmed Yesevî’ni yeri
“Hoca Ahmed Yesevî bir şair-sûfî, bir tarikat kurucusu veli, eski Türk bilgeliğini özünde yaşatan bir hakîm düşünürdü. Hem de ‘hikmet’ söyleyen bir hakîm idi. Hikmet ise Gazzâli tarafından ‘varlıkların en iyisini, bilgilerin en iyisi ile bilmek’ diye tanımlanır. Varlıkların en iyisi Allah olduğuna göre hikmet Allah’ı bilmek demektir.
Franz Babinger ise ‘Anadolu’da İslâmiyet’ adlı makalesinde Ahmed Yesevî’nin Anadolu’ya gelen zümrelerle münasebetinden bahsederek ‘Bunlar bir defa da memlekete gelmiş değillerdir. Daha Selçuklular zamanında birçok ricâl-i sofiyye, makarr-ı evliyâ olan Buhara’dan gelip Anadolu’ya cemaatle girmişler, orada gerek saray, gerek ahali tarafından hâhişle kabul edilmişlerdir. Mavera’ün Nehr’in çok yüksek tutulan halk velisi Ahmed Yesevî (ö.1166, Yesi) bunların hepsinin üstadı ve perestidesi idi. Bu itibarla bilhassa Horasan bu yabancı misafirlerin menbaı bulunuyordu’ derken bir yandan Ahmed Yesevi’nin, Anadolu’nun Türkleşmesindeki tesirine dolaylı yoldan da olsa temas ediyor, öbür taraftan da Yesevî dervişlerinin Anadolu’da ve daha sonra Rumeli’de İslâmiyeti yaymak için yaptıkları ‘müdhiş misyonerlik faaliyetleri’ne birkaç kelime ile değiniyordu.”
“Ahmed Yesevi gurbete çıkmak üzere hazırladığı zümreleri, ahileri, abdalları, hatta bacıları bu hedefe doğru yönlendirir. Hikmetlerinde aşkla Allah yolu demek olan bu fetih yoluna baş koymayı, Tanrı rızasını kazanmak için ya gazi ya şehid olmayı öğütler:
Âşık yanar halkdın tanar Allah râzı
Âşıklıknı arzû kılgan şehid gazi
Hacet irmes âşıklarga köp ü azı
Katre yaşı Hak Mevlâ’mnı nezri bolgay
Yani âşık Allah aşkından yanar, halktan kopup ayrılır, Allah da ondan razı olur. Tanrı’ya âşık olmayı dileyen ya şehid ya da gazi olmalıdır. Âşıklara bundan azı çoğu gerekmez. Onların bir damla gözyaşı Hak Mevlâm katında nezir olur, adak sayılır.”
- Karacaoğlan
Müjgan Cunbur hocanın hazırladığı Karacaoğlan adlı eserin önsözünden:
“Karacaoğlan’ın şiirlerinde gelin ve kızların adları Ayşe (Eşe ve Eşşe), Dödü, Döne, Düriye, Benli Cennet, Elif, Esma, Hasanbal, Hatice, Emine, Fadime, Hörü (Huriye), Leylâ, Meryem, Mihriban, Şerife, Şirin, Zeliha, Sultan Hanım’dır. Bunlar arasında Afşar, Yörük ve Türkmen güzellerinin, Mahmut Bey’in kızının, özellikle de Erciyes eteklerindeki Elif adlı küçük gelinin başka bir yeri vardır. Şairin arada bir Ermeni, Gürcü, Kürt, Rum ve sarışın Firenk güzellerinden ve özellikle Arab gelin ve kızlarından bahsettiği görülür. Ama o çoğunca, gurbet elde kendi yurdunu aradığı gibi, kendi soyundan gelen güzelleri de hasretle anar, onları ibrişim halı dokurken, pınarbaşında su doldururken, yayık yayarken hayal edip anlatır”.
Bâd-ı sabâ selâm söyle o yâre
Pek göresim geldi illerinizi,
Gönül arzu çeker ama, ne çâre?
N’ideyim tutan var yollarımızı.
Acem şâhı bize name gönderdi,
Gam leşkerin üstümüze dönderdi.
Zalim felek bizi yaktı, yandırdı,
Savurdu havaya küllerimizi.
Yüküm gamdır, gam alırım, satarım,
Pervâneler gibi yanar tüterim.
Kıyâmette yakasını tutarım,
Vermesin hoyrata güllerimizi.
Karac’Oğlan der ki: Gümanım yoktur,
Gayri, rakiblerle amanım yoktur.
Sılaya varmaya dermanım yoktur,
Nazlım beklemesin yollarımızı.
Gelibolulu Mustafa Ali’nin Menakıb-ı Hünerveran’ı, Anadolu’nun Sahipleri, Anadolu’nun bütünleşmesinde Ahmed Yesevi’nin Yeri, Yunus Emre'de Namaz, Yunus Emre’nin Gönlü, Gülşehri ve Mantıku’t Tayr, Ali Kuşçu, Fuzulî, Farabî, Karacaoğlan, Türk Kadının Şiiri, ……gibi pek çok neşredilmiş eseri vardır.
Kıymetli kütüphane üstadımız Fatma Müjgan Hoca hakkında okuduklarımızdan azimkâr, mesleğini seven, çalışkan, sabırlı, hâfız-ı kütüblere bir numune-i imtisal olduğunu öğreniyoruz. Ankara’daki evini okuma gruplarına, genç üniversite öğrencilerine açmış, talep edenlere Osmanlıca’yı yani okumayı öğretecek kadar feragat sahibi. Müjgan hanımefendi gibi mübarek âlime ve ârifelerin artmasını temenni ve niyaz ediyoruz. İrtihalinin onuncu sene-i devriyesinde muhabbetle, rahmetle, minnetle yâd ediyoruz.