“Mabede nasıl girmişsem sınıfa da öyle girerim” diyerek yakın tarihimizde ömrünü yeni bir nesil yetiştirmek uğruna harcamış ve bu uğurda birçok engelle karşılaşarak büyük mücadelelerle dolu bir hayat yaşamış, düşünce dünyamızın önemli isimlerinden birisi olan Nurettin Topçu, kendi tabiri ile “millet mistikleri” olarak adlandırdığı isimleri anlatıyor.
Topçu, ruh dünyasına tesir etmiş, gösterişsiz, sade fakat mücadeleci bir ömür sürmüş olan Hüseyin Avni, Selahaddin Köseoğlu, Remzi Oğuz Arık, Rahmi Eray, Peyami Safa, Celal Hoca, Ali Fuat Başgil, Ali Nihat Tarlan, Cahit Okurer, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu gibi kişilerin vefatlarından sonra hisli ve duygulu yazılar kaleme almış. Önemli insanların önem verdiği insanlar da önemlidir. Nurettin Hocanın oldukça önem verdiği bu isimlerin üzerine yazdığı yazılar kuru bir biyografi örneği vermekten ziyade bu kişilerin tarihî şahsiyetleri, fikir dünyaları ve yaşam mücadeleleri üzerine yoğunlaşıyor. Hocanın bu isimlerin vefatından sonra muhtelif dergilerde yayınladığı bu yazılar yıllar sonra İsmail Kara ve Ezel Erverdi tarafından bir araya getirilerek kitaplaştırılmış. Dergâh Yayınları’ndan çıkan bu kitaba en uygun ismin Millet Mistikleri olacağını söyleyen yayıncılar, zaten Hocanın da bu tabiri aşk ve heyecanla kullandığını belirtiyorlar.
Bu yazıları niçin yazdığına dair bilgi de veren Topçu, "eğer yakın tarihimizin önemli ve en şerefli şahsiyetlerini iyi tanımazsak, ruhumuzun, mefkûremizin ve kurtuluşumuzun geleceği tehlikeye girer" uyarısında bulunuyor. İnkılâpların büyük adımlar atmakla değil de büyük ruhları takip etmekle olacağını vurgulayan Hoca, mukaddesata ve Allah’a inanmış insanların maziden uzanarak bizim ruhumuzu kucaklayacağına inanarak bizlere tarihin tozlu sayfalarında unutulmaya yüz tutmuş isimleri hatırlatıyor, yakın tarihimizin asıl gerçeğini ve bir şekilde unutturulmaya çalışılan isimlerini tanıtıyor.
Vecdi galeyanı içinde yanan bu hürriyet ve millet mistiği
Bize tanıtmaya, hatırlatmaya çalıştığı bu isimlerden birisi olan Hüseyin Avni (Ulaş), Hocanın yazılarında üzerinde en fazla yoğunlaştığı isimdir. Öyle ki Hüseyin Avni üzerine yazılan yazıların hacmi kitabın neredeyse yarısını kaplıyor. Bakıldığında yazılar bir portre yazısı örneği olmadığı gibi salt bir bilgi aktarımı da değildir. Hoca bu yazıları yazarken, bu isimlerle ilk tanışmasını, onlarla yaşadığı hatıraları, onların üstün meziyetlerini, dava mücadelelerini anlatırken hep bir aşinası olduğu yüzün kendisinde bıraktığı izlenimleri anlatır gibi hisli ve edebî bir dil kullanır. Hoca aslında onlardan geriye kalan hatıralarını ve anılarını da içine katarak bir mensur ağıtlar dizisi oluşturuyor. Tabii bunu yaparken de romantik bir deneme seviyesine düşmeden, gelecek nesillerin bu isimleri unutmaması için gerekli noktaları da anlatmadan geçmiyor.
Özellikle de Hüseyin Avni’yi anlatırken, yer yer onu tasvir eder, ondan kendisinde kalanları anlatır, ama önemle altını çizdiği nokta ise onun tarihî şahsiyetidir. Biz güya hayatı kazanılırken ruhunun şehit edilişine şahit olmuş bir neslin çocuklarıyız, Hüseyin Avni gibi ruh cevherlerinin varlığı bu milletin gözünden ve hafızasından silinmek istenildi. Erzurum’da Milli Mücadeleyi sırtlayan gerçek kahramanlardan birisi olup, yılmadan mücadele verip meclise mebus olarak gönderildikten sonra asla aslına ihanet etmeden hizmet edip, bütün varlığı ile milletini taşıyan birisi olan o adam zaferlerinin hakkını almak için halkın gözünü oymadan, milletin mukaddesatını incitmeden ölmek şerefine nail olmuştur. Onun naaşı bile, resmi makamların gönülsüz iştirakleriyle yapılan törenlerle değil, İmam-ı Azâm’ın cenazesi gibi kaldırılmıştır.
Millet kürsüsünde, “ben köylüyüm bütün ilhamımı köyden aldım” diyen bu adam, cephelerden, savaşlardan geçerek halkın teveccühünü kazanarak meclise gelmiş, Mehmet Akif, Konyalı Vehbi Hoca, Kara Vasıf, Ali Şükrü, Süleyman Necati gibi isimlerle birlikte olup meclisin aşk ve heyecan kanadını temsil etmiştir. Nurettin Hoca onun için şöyle der: “Vecdi galeyanı içinde yanan bu hürriyet ve millet mistiği imanının kaynağını Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin toprağından aldı. Sonra da Hacı Bayram-ı Velî’nin ruhaniyetine sığındı. Korkmadı, usanmadı, zulmü çiğnedi, ezdi ve nihayet çiğnendi.”
Evet, Hüseyin Avni maalesef bir şekilde bu tarihin tozlu sayfalarına gömülmek için çiğnenmiş, yaşarken itibarsızlaştırılmaya çalışılmış, öldükten sonra da unutturulmak istenilmiştir. Onun ölümü belki dirilere hayat olur umudunda olan Nurettin Topçu, Hüseyin Avni’nin buhranla dolu yirmi beş yıl sonunda vefatından sonra Namık Kemal’in “ölürsem görmeden millette ümit ettiğim feyzi/ yazılsın seng-i kabrimde vatan mahzun, ben mahzun” mısralarına mazhar bir halette olduğunu söylüyor.
Nureddin Topçu, Celal Hocayı öylesine özlemiş ki
Kitapta Hüseyin Avni’ye ayrılan uzun satırlar sonrasında söz Celal (Ökten) Hoca’nın ilmî ve ahlakî şahsiyetine varıyor. Hisli bir yazı. Topçu, Celal Hocadan ayrıldığı için büyük bir üzüntüye gark olmuş. Pek şanlı bir tevazuuyla sessizce kendilerinden, yetiştirdiği nesilden ayrılışını anlatıyor. Onun ilk önce Medine’ye göçmek istediğini fakat Cenab-ı Hakk’ın onun sonsuz Resulullah sevgisinden dolayı onu direkt sohbet-i Resulullah’a îsal buyrulduğunu anlatırken Celal Hocanın Hz. Osman’ın şahadetinden önce yaptığı konuşmayı her tekrarladığında Hz. Osman’ın davet edildiği rûhanî sofraya nasıl bir hasret ve özlem iştiha hissettiğini hatırlıyor. Ömrünün en az altmış yılını bu iştihaya kavuşmaya hazırlık içinde geçirdi. Dünya hevesatına dalmadan, şan, şöhret ve servet peşinde koşmadan hakikat âleminin kapısının açılmasını beklemiş bu yüce şahsiyet Victor Hugo’nun “kalbim annemden nasıl doğdumsa hâlâ öyledir” sözüne mukabil onu bile hayrette bırakacak bir safiyette yaşam sürmüştü. Nureddin Topçu, Celal Hocayı öylesine özlemiş ki bir gün “onu yeniden görebilmek için bizim de günümüzü beklemekten başka çaremiz yok” demiştir. Yazı Celal Hocanın hayatının ince hatlarına doğru uzayıp devam ediyor.
Sonrasında Peyami Safa’ya Ali Fuat Başgil’e, Ali Nihat Tarlan’a dair yazılar sürüp giderken aslında biz bu şahsiyetlerin yanında Nurettin Topçu’nun ahlak davasını, fikrî mücadelesini, siyasi tavrını, ümit ve hissiyatlarını da okumuş oluyoruz. Nurettin Topçu’nun kaleminden onun için önemli olan bu kişilerin şahsiyetlerini okurken yeniden bir Topçu okuması yapmak sizi bekliyor.
Sefa Toprak yazdı