Geçmişi ara sokaklarda aramaya ne dersin?

Delilerin ve ölülerin sevebileceği bir yazarın kitabını okuyorsanız eğer; hele ki bir de “Arasokakların Tarihi/ Hatıralar ve Hatıratlar” ise elinizde tuttuğunuz kitap, bir sonun başlangıcına gelmişsinizdir demektir.

Geçmişi ara sokaklarda aramaya ne dersin?

Delilerin ve ölülerin sevebileceği bir yazarın kitabını okuyorsanız eğer; hele ki bir de Arasokakların Tarihi/ Hatıralar ve Hatıratlar ise elinizde tuttuğunuz kitap, bir sonun başlangıcına gelmişsinizdir demektir. Sonun başlangıcı diyorum; çünkü Dücane Cündioğlu hatırat için hatırın gerektiğini ve hatırların da ancak kitaplarla başladığını dile getirmekte.

Hatıratlar, Dücane Cündioğlu için ara sokakların tarihi anlamına gelmektedir. Çünkü hatıralar çoğu kişilerin bireysel bakış açılarını dile getirmesi nedeniyle tarihin bütünlüğü içerisinde eriyip gitmektedir. Özellikle de ansiklopedilerde bir bütünü oluşturabilmek adına hatıraların yok sayıldığını dile getiren Dücane Cündioğlu, tarihin dokusunu oluşturan duyguların hissizleştirildiği ana caddelerden bu nedenle uzaklaşarak vefakârlığın mekân edinildiği ara sokakların tarihine dalmakta.

Ara sokakların cazibesini arttıran nedenlerden biri bu olmasına rağmen asıl sebep,  ülkemizdeki hatıraların tarih niteliği taşıyor olması ve modern Türkiye ile öncesi  arasındaki bağı kurabiliyor olmasıdır. Tabi bunu idrak edebilmek için önce hatıralar caddesine girebilmek gerekmekte. Bizlere ise bu noktada Arasokakların Tarihi /Hatıralar ve Hatıratlar kitabı yardımcı olacaktır.

Şimdilerde Kapı Yayınları’nca yayınlanan kitabın içeriğine değinecek olursak, oldukça zengin bir mazinin derinliklerinde olgunlaşmış olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Cündioğlu, hatıraların yeri ve önemine değindikten sonra çoğumuzun arasokaklarda unutmuş olduğu ve karanlıklar içerisinde kalmış olan ilmin caddelerine sürüklemekte bizleri. Sonrasında ise okurunu ilim ipinin koptuğu yere getirerek, ilim ipinin İstanbul'dan koptuğunu ve bağlanırsa yine İstanbul'dan bağlanabileceği mesajını vermekte. Fakat bunu başarabilmek için de düşüncenin yoluna düşmemiz gerektiği kanaatindedir.

‘Simgeleri kendince dönüştür ve sorun bitsin’ mi?

Cündioğlu sonraki bölümlerde İstanbul ve Ankara bağlamına dikkatleri çekerek, konuyu Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet sonrası dönemlere getiriyor. Ki kitap da Meşrutiyet devri hatıraları ve Cumhuriyet devri hatıraları olarak ayrılmakta. İlerleyen sayfalarda ise Cündioğlu mekân kavramalarından yola çıkarak dönemler üzerinden yorumlar getirmeye başlıyor. İki şehir arasında derinlik farkı olduğunu vurgulayarak, İstanbul prizma ise Ankara üçgen, İstanbul küp ise Ankara karedir gibi yorumlamalarda bulunuyor. Coğrafyamızın değiştirilen yüzünün ideolojilerle bağını kurar bir nevi. Ayrıca bu ilişkiyi ara sokaklarının ilim caddelerinde unutulmaya yüz tutmuş hatıralarıyla da pekiştirir.

Meşrutiyet devri hatıralarının bir kısmına değinecek olursak, öncelikli olarak Bauer'lerin İngilizlere karşı vermiş oldukları bağımsızlık mücadelesi karşısında Osmanlı aydınların aldığı tavırla başlayabiliriz. II. Meşrutiyet’ten sonrası Ahmet İhsan Tokgöz kendilerinin Abdülhamit'e düşman olmaları ve Abdülhamit’in de İngilizlere karşı tavır alması nedeniyle, İngilizleri desteklediklerini belirtir. Hatta İngiliz büyükelçisinin İstanbul'a geldiğinde at arabasındaki atları sökerek onu Osmanlı aydınının taşıdığını da ifade eder.

Bir başka örnek ise Alman generallerine davet veren padişahın davetine çağrılan bir albayın anılarıdır. Albay yemeğe gitmek zorundadır fakat kendisine verilen haç şeklindeki madalyayı boynuna takmadan gidemeyeceğini bildiği için uykuları kaçar. Üst rütbedeki komutanına durumu anlattıktan sonra komutanı “o bizdeki ‘artı’dır, ne olacak takıver” der. Fakat albay “herkes kendi inancından sorumludur, Dücane Cündioğluben bunu yapamam” deyince komutanı adamın kafasına taktığı meseleye bak dercesine “o halde suretini değiştirerek bir tarafını üniformanın içine sok” der. Bunu kabul eden albay yemeğe katılır.

Bu örnekten sonra Cündioğlu aynı minvalde başka bir örneğe geçer. Köylülerin, fötr şapka takmaya zorlandıkları şapka kanunu sonrasında, demin bahsettiğimiz albay gibi simgelerin şeklini değiştirmesi olayına. Şapka için zorlanan köylü dinî inançlarını bırakmayacağı için albay gibi bir çözüm yolu aramış ve bulmuştur. Kasket... Evet köylü fötr ile namaz kılamayacağı için kasket takar ve namaza girdiğinde kasketi ters çevirir. Yani batılın simgesini Müslümanlaştırır. Bugün köylü amcalarda gördüğümüz kasket böyle bir anlayışın ürünüdür. Bizler için de dik durabilmenin simgesidir belki.

Ara sokakların mağlubiyetlerini değil, hüzne bulanmış faziletlerini gösteriyor

Cumhuriyet devri hatıraları bölümüne geldiğimizde ise Cündioğlu ilk olarak, Atatürk ve Beykozlu imamın hatırasıyla başlar anlatımına. Bir gün Atatürk, Beykozlu imamı çağırmış yanına ve herkesin içinde sormuş: “Bu elimde tuttuğum üzüm haram değil de suyu neden haram?” İmam biraz düşünmüş. Tabi bu esnada Allah'tan buna cevap verebilmek için bir yardım bekliyormuş. Ve o anda da gayriihtiyari bir söz çıkıvermiş ağzından: “Paşam karın sana neden helal de kızın niçin haram?” Bunun üzerine paşa, “hoca sen âlim adamsın. Ben softaları arıyorum” demiş ve gitmiş.

Kitapta geçen Cumhuriyet devrinden şapka ile ilgili başka bir anı ise İskilipli Atıf Hoca ile ilgilidir. Şevket Süreyya adındaki bir zatın hatıralarında geçer bu hatırat. Kendisi İstiklal mahkemesine götürülür. Ve o zamanlar daha şapka kanunu yoktur. Fakat oraya haber derlemek için giden bir gazeteci, Batıyı yakından takip etmesi nedeniyle fötr şapka giyerek oraya girmiştir. Fakat daha şapka kanunu olmaması ve kendisinin de şapka giymesi nedeniyle oranın yetkilisi tarafından tartaklanarak dışarı atılmıştır. Ve şapka giyme kanunu çıkarıldığında ise yine aynı mahkeme İskilipli Atıf Hoca hakkında şapka giymediği için idam kararı vermiştir. Hem de kafasına geçirmiş olduğu kocaman fötr şapka ile.

Dücane Cündioğlu ara sokakların tarihinden çıkarmış olduğu bu hatıratlarla okuruna, ara sokakların mağlubiyetlerini değil, hüzne bulanmış faziletlerini göstermeye çalışır. Ve görmemizi sağladığı her hatıratla zihinlerimizde olgunlaşan sorular oluşturur. Kitap ara sokakların tarihiyle ve hatıratlardan çıkarmamız gereken derslerle kitabın sonuna kadar devam eder. Ana caddelerde bunalmış ve arayışlarda olan her okurun sanırım bu kitabın ara sokaklarında kaybolması gerekiyor. Nitekim mazisinden koparılan bir neslin istikbali, silinmeye yüz tutmuş değerlerimizde saklıdır.

Enes Yaşar yazdı

YORUM EKLE