Âkif’imiz vatanını aşk derecesinde bir tutkuyla severdi. “Yurdum”, “Vatanım”, “Cennet Vatan”, “Sarsılmaz Cephe” ifadeleri onun dilinden hiç düşmezdi. Ona göre vatan; hürriyet gibi, bayrak gibi, namus gibi uğrunda mücadele edilecek, gerekirse ölünecek bir değerdir.

Mehmed Âkif pek çok kaynakta ve isim tarafından dosdoğru bir adam, zamana ve mekâna göre değişmeyen biri, alkışı sevmeyen adam, sözleri ve davranışları tutarlı biri, sessiz yaşayan adam, inandığı doğruları haykıran şair, cemiyet adamı, ömrünü vatanına ve milletine adayan adam, gerçekçi şair, İstiklal Marşı şairi, millî şair, vatan şairi gibi çok hoş vasıflarla nitelendirilmektedir ve tarif edilmektedir. O, bu vasıflarıyla milletimiz için kıymeti her zaman bilinmesi gereken çok önemli bir karakter abidesidir. Tertemiz hayatı ve kusursuz sanatıyla bu kadar güzellikle bir arada anılmak çok az insanın nasipleneceği bir durum olsa gerek. Âkif’imizin bu vasıfları taşımasına vesile olan en önemli etken, onun iman ve ihlas dolu mücadelesinin yanında konumlandırdığı ve ömrü boyunca hiç eksilmeyen, hep artan vatan ve millet sevgisidir.

Âkif’imiz vatanını aşk derecesinde bir tutkuyla severdi. “Yurdum”, “Vatanım”, “Cennet Vatan”, “Sarsılmaz Cephe” ifadeleri onun dilinden hiç düşmezdi. Ona göre vatan; hürriyet gibi, bayrak gibi, namus gibi uğrunda mücadele edilecek, gerekirse ölünecek bir değerdir. Onun yüreğinde, dilinde, kaleminde hep vatan ve millet vardı. Vatan ve milleti ayrılmaz bir bütün olarak gördü. Ömrünü İslam’a, vatanına ve milletine adadı. Bu hâliyle milletimizin bağımsızlık mücadelesinin simgesi ve "Korkma!" diye başlayan İstiklal Marşı gibi bir kahramanlık destanını da ancak böyle vatan ve millet sevdalısı biri yazabilirdi, yazmalıydı. O dönemde pek çok şuurlu kahraman vatan evladı bu mübarek topraklarda şanlı bayrağın inmemesi, ezan seslerinin dinmemesi için gözünü kırpmadan Millî Mücadeleye katılmış, içlerindeki iman, vatan ve millet sevgisiyle gazi olmuş, şehitlik mertebesine ulaşmışlardır.  Mehmed Âkif dilimizden düşmeyen İstiklâl Marşımızı işte bu kahramanlara ithaf etmiştir. Bu eşsiz marşta vatan, millet, bayrak, istiklâl, iman, mücadele kavramları satır satır, hece hece işlenmiş olup verdiği mesajlar “Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak, / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. / O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; / O benimdir, o benim milletimindir ancak.” dizelerinde olduğu gibi her daim diridir, her daim dirilticidir.

Mehmed Âkif milletini “Kahraman Ecdat”, “Kahraman Irk”, “Silsilemiz Kahraman”, “Hakka Tapan Müslüman”, “Kahraman Ordu”, “Hakka Tapan Millet”, “Necib Kavim” olarak görmekte ve pek çok yerde milletine olan sevgisini ve bağlılığını ifade etmektedir. “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz: / Gelmişiz, dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!” sözleri onun milletine hayranlığının en güzel ifadelerinden sadece biridir. O, din ile milliyeti birbirinden asla ayırmamıştır. Onun milliyetçiliği İslam milliyetçiliğidir. Millete güç veren, ayakta tutan inancı ve imanıdır. “Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a; beyazın siyaha, siyahın beyaza takva dışında bir üstünlüğü yoktur.” hadisinden hareketle millet anlayışında din belirleyici bir faktördür. İslam’la bağları olmayan bir milliyetçilik söz konusu olamaz. Irka dayalı milliyetçiliği benimsemez ve bu durumu bölünüp parçalanmaya sebep olacak bir araç ve zafiyet olarak görür. Hatta kendisi Arnavut olduğu hâlde bunu hiç dillendirmez.  Yine bu hususta “Hani milliyetin İslâm idi? Kavmiyyet ne? / Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine! / Arnavutluk ne demek? Var mı şeriatta yeri? / Küfr olur, başka değil kavmini sürmek ileri. / Arab'ın Türk'e, Laz'ın Çerkez'e yahud Kürd'e, / Acem'in Çinliye rüçhanı mı varmış, nerede? / Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer?” demektedir ve uyarmaktadır:

“Ne Araplık, ne de Türklük kalacak, aç gözünü!

Dinle Peygamber-i Zîşân'ın ilahî sözünü.”

“Neler yapmadık şu vatan için! / Kimimiz öldük; / Kimimiz nutuk söyledik.” diyen Orhan Veli Kanık, “Memleket isterim / Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; / Olursa bir şikâyet ölümden olsun.” diyerek duygularını ifade eden Cahit Sıtkı Tarancı, “Yurdum benim şahdamarım…” diyen Ahmed Arif, “Ağladığım senin içindir / Güldüğüm senin için / Öpüp başıma koyduğum / Ekmek gibisin.”  diye seslenen Cahit Külebi, “Allah bir nefes gibi yakın / Gökyüzü bir nefes kadar uzakta. / Gidecektir kâinatın son zerresine dek / Hürriyetiniz, bu toprakta.”diyen Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Mesut ediyor beni vatanımın güneşi.” ifadelerini kullanan Ziya Osman Saba, “Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbî / Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbî / Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyednâmın / Gâlib et çünkü bu son ordusudur İslâm’ın”  diyen Yahya Kemal Beyatlı,  “Türkiye’m, Anayurdum, Sebebim, Çarem!” diyen Yavuz Bülent Bakiler, “Ey ana toprağı, ey Anadolu,/ Açıldı önünde terakki yolu. / Hamdolsun her yanın bereket dolu, / Cennette bir yeşil meydan gibisin.” diyen Halit Fahri Ozansoy, “Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü, / Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü, / Işık ışık, dalga dalga bayrağım! / Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.” diyen Arif Nihat Asya, “Muhammed’in kitabını kaldırtmam; / Osmancık’ın bayrağını aldırtmam; / Düşmanımı vatanıma saldırtmam.” diyen Mehmet Emin Yurdakul, “Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin / Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azîmetten.” diyen Namık Kemal, “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. / Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” diye seslenen Mithat Cemal Kuntay, Mehmed Âkif gibi aynı dertler, aynı düşüncelerle aynı vatan, aynı topraklar, aynı millet için duygularını çok güzel bir şekilde ifade etmiş olsalar da “Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın. / Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. / Doğacaktır sana vadettiği günler Hakkın. / Kim bilir belki yarın… belki yarından da yakın. / Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı: / Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. / Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: / Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.” ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Âkif’imizdeki vatan ve millet sevgisi bambaşkaydı sanki. Çünkü o hayatını da sanatını da bu uğurda adamıştı. Ve aynı aşkla devam ediyor Âkif’imiz:

“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?

Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!

Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.”

Mehmed Âkif “En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,” diyerek tarif ettiği, memleketin işgal günlerinde “Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela…” olarak nitelendirdiği “Tek Dişi Kalmış Canavar” işgalcilere karşı “Sahipsiz olan memleketin batması haktır, / Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır” düşüncesiyle vatanını savunmak ve milletini tekrardan ayağa kaldırmak için hiç düşünmeden Millî Mücadeleye katılmıştır. O hiçbir şekilde ümitsizliğe kapılmamıştır, Âkif’imizin bu sıkıntılı dönemde etkili hitabıyla cephelerde dolaşıp askerlere cesaret veren konuşmalar yapması, Kastamonu-Nasrullah Paşa ve Balıkesir-Zağanos Camilerinde memleket evlatlarını “Arkadaşın gitti, yetiş, sen de git.” diyerek bilinçlendirmek, uyandırmak, ayrılıkları bir kenara bırakıp birleştirmek için hutbeler okuması, Tarım Bakanlığındayken ailesini bırakıp gece gündüz Anadolu ve Rumeli’yi şehir şehir dolaşması, Birinci Dünya Savaşı yıllarında görev aşkıyla Mısır ve Hicaz’da bulunması, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Berlin ve Arabistan’a gitmek için görevlendirildiğinde hiç düşünmeden yollara düşmesi onun “Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun.” inancı ve vatan-millet sevgisiyle hep bu mübarek topraklar için bir şeyler yapma düşüncesinin güzel neticeleridir. Ne diyordu Âkif’imiz:

“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz;

Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!”

 Âkif’imiz evlerde, camilerde, kahvehanelerde,  yolda,  sokakta, cephede her an, her yerde zaman ve mekân gözetmeksizin “Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak / Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak.” düşüncesinden hareketle hep Millî Mücadelenin içinde yer almıştır. Savunulması gereken vatandır, namustur, topraktır, bayraktır, dindir, maneviyattır, özgürlüktür, hürriyettir. Çiğnenmemelidir, çiğnetilmemelidir. Uğurunda kan, ter, gözyaşı dökülerek mücadele edilmeli, son nefese kadar da bundan vazgeçilmemelidir. Söz konusu olan vatan savunmasıdır ve bir milletin yeniden dirilişidir. Diriliş yoksa, yok oluş vardır. Yüzyıllardır İslam beldesi olan bu topraklar asla yok olmamalı,  ebediyen yaşamalıdır. Düşmanın her birinin bir yandan saldırdığı bir dönemde bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar hiçbir kavmiyetçilik fikrine kapılmadan İslam milliyetçiliği şemsiyesi altında toplanıp, bir olup beraber kalarak hem İslam’ı, hem vatanı hem de namusunu düşmana karşı müdafaa etmelidir. Ona göre “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez, / Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” düsturuyla aklımızı başımıza almalı, ayrılık fikrinden uzaklaşmalıyız. Çünkü “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin…” (Âl-i İmran, 103) ilahî emri bunu gerektirmektedir.

"Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım." diyerek   milletimizin bağımsızlık mücadelesinde millî ve manevî cephenin güçlenmesine bizzat hayatı ve vatan-millet sevgisini ustalıkla işlediği eserleriyle destek olan millî mücadelenin manevî önderlerinden, vatan ve millet âşığı Mehmed Âkif, "Vatan Şairi" ve "Millî Şair" olarak milletimizin kalbindeki yerini her daim koruyacak, “Hakka tapan kahraman milletine” ve "Asım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek." dizeleriyle övdüğü Asım’ın nesline, “Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın; / Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. / Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın... / Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.” diye seslenerek hem ümit vermeye hem de yol göstermeye devam edecektir.