Biz millet olarak dile, dilde olana düşkünüz. Neden acaba? Araştırılmaya değer bir husus. Oysaki öz ile sözün birbirine uymasını şart koşan bir inancımız var. Bu değer; özde ve içte değil de neden dilde yani zahirdedir? Somutlamadan geçmeyelim. Sağlık bütün insanlar için önemlidir; dile baktığımızda görüyoruz ki biz Türkler için iki kat önemlidir.
Sağlığa verdiğimiz önemi pratikten hareketle görmüş değilim.
Benim aynam, dil.
Dil aynası bize siyasal ortamdan ekonomik değer ve göstergelere, aşktan demokrasiye kadar birçok olguyu sağlık terimleriyle anlattığımızı gösteriyor.
Parti içi disipline uymayan birinin parti ile ilişkisi mi kesilmiş? Olay “bağırsakların temizlenmesidir”. Hükûmet kurulamıyor, bir bakan istifa etmesi gerekirken görevinden ayrılmıyor mu? “Buhran”dayız. Sıra dışı bir kanun teklifi “cinnet”; farklı ses çıkaran kişinin partiden atılması, “çıban”ın patlatılmasıdır.
Trafik “felç”tir. Bir savcı, kapatma davası açtığı iddianamede tarafını belli edecek şekilde ilgili parti ve partililere kanseri ima ederek “habis ur” demekten çekinmemiştir.
Borsa insanımızı “fıtık etmek”te, sınav sonuçlarını bekleyenleri, hafakanlar basmaktadır.
Zenginlere göre vergiler “kambur”dur. Anayasa, düşünce sistemini “kangren hâline getirmiş”tir. Bir kararla ekonomi “komadan çıkar”, emekliler rahat bir nefes alır. Hastanelerdeki bürokratik işler kötürüm yaparken; elektrik kesintisi kriz doğurur.
Meclis’te mebuslar birbirinin nasırına basar, metrodaki kalabalık insanı “nefes alamaz hâle” getirir.
Sporumuz zafiyet geçirmekte, dış politikada tansiyon yükselmektedir. Doların ateşi düşerken, işletmelerin morali yükselmektedir. Faizin fişini çekmek, idealimizdir. Siyasetin nabzı, Külliye’de atar. Enflasyona reçete yazılır, ihracatın artması şifa gibi gelir.
Muhalefete koltuk değneği lazımdır.
Ve tabii ki aşk…
Aşk hastalıktır, hastalık doğurur.
-Hastayım sana.
Diğer milletler böyle değildir. Biz aşk hastasıyızdır: Verem hastası.
Âşığı, verem eder aşkımız.
Nâmıdiğer “ince hastalık”.
Hayatın merkezinde bulunan en önemli olgu olarak aşkın literatürü de hastalık terimleriyle örülmüştür.
Sevgi, aşk, ayrılık, gurbet, acı, vuslat, âşık, sıla, hicran…
Hep ölümle yan yana zikredilir.
Aşkı, modern hastalığımız kanser ile ilintili olarak anlatanlar da yok değil. Ancak yaygın aşk hastalığı 19.yüzyıldan beri veremdir. Kanlı verem. Filmlerimizde kan kusar âşıklar. Kan kusar ve fakat kızılcık şerbeti içtim, der. Doktora git derler, bi şeyciğim yok der itiraz ederiz. Sarı verem. Zayıflık, iştahsızlık, güçten takatten kesiliş, bulaşıcı ve çaresiz hastalık ve sonuç olarak ölüm.
Bizde aşk hastası gariptir, yalnızdır, sonu trajiktir. Yine de sevmekten usanmaz, aşkından şikâyet etmez.
Hasan Özçivi’nin Çukurova’dan derlediği bir türkü; gurbeti, hastalığı, aşkı kendinde toplayan nadir türkülerdendir.
“Hasta Düştüm Gurbet Elde” türküsü bir ağıt nağmesi ile çığırılır. Çığırmak/çağırmak, feryadın diğer adıdır. Çaresizliği, yardıma muhtaçlığı, kimsesizliği anlatır. Türkünün (aman) diye feryad ile başlaması ile bu duygu pekiştirilmiştir.
Hastanın çaresizliği bir tas su vereninin olmaması ile anlatılır. Bir yudum su; hayatın, hayata bağlanmanın imgesidir. Türküye baktığımızda mahrumiyeti koyulaştıran yokluklar birbirini takip eder. Öncelikle su verecek biri yoktur. Ana yoktur. Yâr yoktur. Belki de su da yoktur. Hasta âşık için ona su verecek kişi öncelikle anadır.
(aman) Hasta düştüm gurbet elde
Vallah su verenim yoktur (aman anam garip anam)
Sılada annemin babamın haberi yoktur
(aman anam haberi yoktur)
Gönder beni sılama (vala) gurbette kimsem yoktur
Âşığı gurbete gönderen sebep, aşktır. Sevdiğini alamamanın verdiği küskünlükle âşık, ana diyarını terk etmiştir veya başlık parası, âşığı gurbete çıkarmıştır. Az da olsa aşkının peşinden, rüyada âşık olduğu güzeli bulmak için gurbete gidenlere de rastlanır türkülerde.
Ana gibi yâr olmaz, sözünü de ima eden bir zenginlikle ilerler türkünün mısraları. Türküde acıyı koyulaştıran söyleyiş, (of of of)lar; acıyı, yalnızlığı hissettiren bir ateş gibi için için tüter.
Yetiş anam imdada valla
Bu yar beni harap etti
Anam anam garip anam of of of
Valla doktorlar bana dedi
Dön artık çaren yoktur (aman anam garip anam)
Sağdan sola dönemem (valla) ızdırabım pek çoktur
(aman anam)
Yetiş anam imdada valla bu yar beni harap etti
Anam anam garip anam of of of
*
Hayat-hastalık ilişkisi, aşkla sınırlı değil tabii ki. Biyolojik olarak hayat, sağlığa bağlı olduğu için sıhhat, her durumda gündemimizdedir. Bundandır ki televizyonlarda en çok rağbet gören yapımlar arasında sağlık programları gelir. Doktorlar evimizin başköşesindedir her zaman. Tabiplik, hekimlik en gözde mesleklerdendir. Doktorların sözleri nerdeyse kanunlaşmıştır.
Anadolu insanı, bütün bunlara rağmen doktora pek gitmez. Hatta güvenmez. Tedaviyi pahalı bulur. Uzun yıllar köylerde doktor ve sağlık ocağı olmadığı için; insanımız çare, deva, şifa için şehirlere koşmuştur. Hâlâ bu koşuşturmaca devam eder yer yer.
Aşk acısına ilaveten sağlığa kavuşmak için de bilirkişimizdir doktor.
Birbiriyle ilgili kelimeleri bir araya getirme (tenasüp) sanatının da güzel bir örneği olan “Hastane önünde incir ağacı” türküsü, kültürümüzün en ünlü türkülerindendir.
Çocukluğumda, düğünlerde özel istek alan bir türkü olarak hatırlıyorum bu ezgiyi. Üvey nenem ve halalarım özellikle isterler ve türküye göz yaşı ile eşlik ederlerdi. Nedendir bilmem. Çocuk yaşımda sormayı akıl erdirememişim.
Fakat bir gerekçe bilmesem de türkü bize yeterli fikir veriyor: Hastalık ve ölüm.
Hastane ve hastalık göstergesinin yönü doğrudan ölüm olduğu için hastanenin önüne incir ağacı dikilmiştir. Burada “Ocağına incir dikmek” deyimini hatırlamalıyız.
Doktora gidilmiş ve fakat tedavi edecek ilaç bulunamamıştır. Aşkın, gurbetin, hasretliğin ilacı yoktur çünkü. Hastasının derdini anlamayan doktor, baştabip de olsa, hastaya zehirden acı gelmektedir. Türkü, ilaçların tadını da hissettirmektedir, desek fazla söz söylemiş olur muyuz?
Hastane önünde incir ağacı (anem ağacı)
Doktor bulamadı bana ilacı (anem ilacı)
Baştabip geliyor zehirden acı (anem vay acı)
Gurbet, gariplik, vatan ile ilişkili. Ancak bu gurbet, ülke topraklarının dışında bir yer değil.
Anadolu’ya göre beşikten ötesi gurbet olduğu için, büyük şehir gurbet kapsamına girer.
Değil mi ki ana-baba ve hele yâr yoktur. Orası saray da olsa gurbettir.
Garip kaldım yüreğime dert oldu (anem dert oldu)
Ellerin vatanı bana yurt oldu (anem yurt oldu)
Türkü bize gurbette öleceğini sanan/bekleyen âşığın son arzusunu söylemektedir ki bu, aslında bir vasiyettir. Köyüne canlı olarak gidemeyen âşık, şehirde olsa bile rahat edemeyecektir. Onun mezarı düzde, bayırda olmalıdır. Böylece köyüne ulaşamasa bile, köydeki mezar yerine benzer bir yerde olacaktır. Gurbet âşığının yönü; sıladır, memlekettir. Ölünün yönünü sıladan tarafa çevrilmesini istemesinden, köyünün kıble tarafında olduğu sonucuna varmalıyız.
Mezarımı kazın bayıra düze (anem vay düze)
Yönünü çevirin sıladan yüze (anem vay yüze)
Benden selam söylen sevdiğimize (sevdiğimize)
Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar, denmiş. Türkü bu söylemi doğrular nitelikte bir nakaratla biter.
Başını koysun karalar bağlasın (anem bağlasın)
Gurbet elde kaldım diye ağlasın (anem ağlasın)
Aşkın ilacı vuslattır; o da ahirete kalmıştır.
Nida Tüfekçi’nin Akdağmadeni çevresinden derlediği türkü için kaynaklar değişik öyküler nakleder. Öyküsünü içinde barındıran bir türküdür bu. Ancak bağlama uygun her olayı bu türkünün öyküsü olarak kabul edebiliriz.
Modern zamanlarda yaşasak da yerli ve yerel duruşu koruyan insanımız, yakın zamanlara kadar gurbet olgusunu türkülerde dile getirdi, getirebildi. Yakın zamanlarda gurbet olgusunun mahiyeti değişti ve hatta kalmadı. Gurbet, sıla, ayrılık, acı, anne, ölüm, çok az metinde birlikte yer alıyor. Gurbetin olmadığı bir zaman diliminde yaşıyoruz demek abartı olur. Ama türkü yakmak geleneğinin ortadan nerdeyse kalktığını söyleyebiliriz. Bundandır ki insanımız bu duygularını türkü yakarak değil, yakılmışları söyleyerek, türkü çığırarak ve dinleyerek dinlendiriyor/dillendiriyor.
Hastane önünde incir ağacı türküsünü birçok icra sanatçısı söylemiş.
Benim favorim Zara.
“Hasta Düştüm Gurbet Elde” türküsünü ise Yüksel Özkasap’tan dinleyin, derim.
Gurbetteki türkücü olarak gurbetin olanca ağırlığını hissettiğini göreceksiniz.
Kaynak: Nihayet, Şubat 2017, Sayı 26