İlhan Armutçuoğlu 05.08.2023 tarihinde Rahmet-i Rahman'a yürüdü. Hocamıza Allah'tan rahmet diliyor, 2019 yılında kendisi ile ilgili yayınlamış olduğumuz yazıyı tekraren istifadenize sunuyoruz.

Benim düşünceme göre ezan, Kur’an-ı Kerim dinlemiş bir taş, bir ağaç, bir toprak, bir su ile; ezandan ve Kur’an’dan mahrum olmuş taş, toprak, su, ağaç arasında büyük bir fark vardır. Biz bu farkı ilk anda anlayamayabiliriz. Ancak ehlinin fark ettiğini biliyoruz. Şöyle düşünelim. Bir zikir halkasının yanına konmuş ve saatlerce yüksek sesle Kelime-i Tevhid, Allah Allah zikri dinlemiş, üzerine aşır ve salavat işitmiş bir su, çeşmeden, dereden kendi halinde akan su ile aynı olabilir mi? Bana göre olamaz. Bunların arasında mutlaka tat, titreşim, canlılık, bereket, maneviyat farkı vardır. Allah’ın takdir-i ezelisi ile tabii ki, gayrimüslim topraklarda yetişen nebatat ve hayvanat ile Müslim topraklarda yetişip yaşayan nebatat ve hayvanatın manevi değerinin aynı olmadığını düşünüyorum. Kur’an’da geçen “öyle taşlar, kayalar vardır ki Allah korkusundan yuvarlanır” anlamındaki âyeti böyle anlıyorum desem, ne lâzım gelir?  

Sözü buradan başka bir mecraya taşımak istiyorum. Bana göre bir Allah dostunun nazarına muhatap olmuş, bir Allah dostunun gözlerinden çıkan nura tutulmuş bir kimse ile; o nurdan şöyle veya böyle mahrum kalmış biri de aynı kişi değildir. Allah dostunun nazarına muhatap olmakla kalmayıp onun sözlerini kulağı ile duymuş, elini tutmuş, dizi dizine değmiş, aynı sofradan yemek yemiş, aynı mekanı ve zamanı paylaşmış kişi ile bunlardan mahrum kalmış kişi aynı olabilir mi? Bu sadece metafizik kurallara değil; fizik ve kimya kurallarına da aykırı bir şeydir. Hele bu Allah dostu Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi Hazretleri ise…

İşte Sami Efendi Hazretlerinin nazarlarına, sözlerine muhatap olmuş, onun dizine diz değdirmiş, onunla aynı mekanı ve zamanı paylaşmış nasipli bir kişiden bahsedeceğim sizlere. Muhterem İlhan Armutçuoğlu Hoca’dan.  

Örneği az bulunur müftülerden

İlhan Hoca, bizim tabirimizle İlhan Ağabey tekaüde ayrılmış bir Müftü. Ve fakat örneği az bulunan bir müftü o. Edebiyata meraklı, hem de aruzla şiir yazacak kadar nüfuz sahibi. Tasavvuf ile meşgul olanlarda bu edebi zevk ve neşe vardır. Öyle zannediyorum ki İlhan Armutçuoğlu’na bu edebî neşve Es’ad Erbili Hazretlerinden geçmiştir. Çünkü İlhan Efendi’nin şiirlerindeki şekil, söyleyiş, aşk ile bir Divan sahibi olan Es’ad Efendi’nin şiirlerinde görülen aşk, vecd aynı tesiri uyandırır.

Musikiden anlar, beste yaptığı gibi icra da eder. Mütercimdir. Bir Kur’an tilaveti vardır ki kendinizden geçersiniz. Kâbe’nin imamlarından Abdullah Cüheni ve Feysal el Gazzavi’nin ondan kıraat dersi aldığını söyleyelim ki derecesi hakkında bir kanaatiniz oluşsun.

Hitabeti, kürsü hakimiyeti ile cemaati cezp eder. Heybet sahibidir ve fakat samimiyeti ve mütevazılığı ile bu heybetten korkmazsınız; onun altına sığınmak istersiniz.

İlhan Ağabey, Muğla’nın Ula ilçesinden. Dedesi Hacı Hafız Ali Efendi. Hayatı boyunca Mushaf’a hiç bakmadan Kur’ân-ı Kerim okumuş bir demir hafız hem. Su testisi suyolunda kırılmalı, sözünü doğrulamak için, bir ezber hatim yaptığı sırada ruhunu teslim eder.

1937 doğumlu olan İlhan Efendi, ilkokulu Ula’da okudu. Hafızlığını babası Mehmet Ali Efendi’den tamamladı. İmam Hatip’i Isparta’da bitirdi. Konya Yüksek İslam Ensti­tü­sü’nün ilk talebeleri ve ilk mezunlarından oldu. İmamlık, il müftülüğü görevlerinde bulundu ve İzmir merkez vaizi olarak tekaüde ayrıldı. Namnam Kasrı Kız Kur’ân Kursunu yaparak fahri hizmete devam ediyor. Namnam Kasrı deyip geçmeyin; çünkü İlhan Hocamız medrese/okul, cami, dergah üçgeninin neşvesini birleştirmiştir burada.

İlhan Armutçuoğlu’nu tanıdınız mı derken tabii ki bu resmi hayat çizgisinden bahsetmiyoruz. Bize ve size resmi kayıtlara geçmeyen hayat çizgisi ve özel olarak Sami Efendi Hazretleri ile ilgisi gerek. Zaten bizim muarefemiz de bu süreçle ilgili. 

Bendeniz İlhan Armutçuoğlu ile İmam Hatip Lisesi talebesi iken tanıştım. 1979 veya 80 olmalı. İzmir’den Dr. Dursun Aksoy Bey gelecek dediler ve bizi bir ev sohbetine davet ettiler. Denildiği gibi sohbette Dr. Dursun Aksoy vardı ve yanında da uzun boyu, kına renkli saç ve sakalı ile sonradan İlhan Armutçuoğlu olduğunu öğreneceğimiz büyüğümüz vardı. Bize ellerini öptürmediler ve fakat musafaha ile kucakladılar.

Dr. Dursun Aksoy Bey o gün merhum Ömer Kirazlı’ya ait Birinci İstişare’den bir manzume okuyarak yaptı sohbeti. Biraz da Mükerrem İnsan’dan okudu. Bizimle tanıştılar. Ben o zamana kadar tasavvuf ve tarikatle ilgili bir şey okumamıştım. Kitaptaki bilgiden ziyade pratikteki hal önemli imiş ki biz bunun daha mühim olduğunu daha sonra anlayacaktık.

İlhan Hocamız daha sonra birkaç kez daha geldi Çine’ye ve Karpuzlu’ya. Bir kez Karpuzlu Merkez Camii’nde bizi kürsüde dinlediği de olmuştur.

Hem beste yapar hem icra ederdi

Edebiyata meraklı ve okuyacak mevkute arayan biri olarak o günlerde Diyanet’in İlmi Dergisi geçti elime. Baktım İlhan Hocamız Divan şairlerinden Leyla Hanım’ın Divanı üzerine bir makale yazmıştı:

Anlaşılan Üstadı:

Leylâ kulunu âteş-i aşkınla kebâb et

Dûzahta koyub yakma ânı nâr-ı İlahi

şiiri cezbetmişti.

İlhan Hoca’nın musikiden anladığını, hem beste yaptığını hem icra ettiğini yine o günlerde öğrenmiş olmalıyım. Erzurum’da fakülteye edebiyat tahsili için gitmeye başladıktan sonra da yolumuzu İlhan Efendi ile buluşturmaya gayret ettik. Öğrendik ki İlhan Hocamız Konya’da bir kitap evi açmış. O zamanlar daha İstanbul’daki Erkam Yayınları kurulmamıştı ve fakat İlhan Hocamızın Konya’daki kitabevinin adı Erkam Kitabevi idi. Bir gün yolu bu kitabevine düşürdük ve onu kitabevinde bulduk. Erzurum’da okuduğumuzu öğrenince Osmanlı Türkçesini ve arûzu mutlaka en iyi şekilde öğrenmemiz gerektiğini söyledi. Biz daha önce kendisinin İmam Bûsırî Hazretlerinden Kaside-i Bürde’yi nazmen, hem de aynı vezin ve kafiye düzeni ile tercüme ettiğini görmüş okumuş ve dinlemiştik.

Şimdi söz bu eserden açılmışken tadımlık vermemek olmaz:

Âşık zanneder mi ki muhabbet gizli kalır

Delildir gözyaşları ve yanan kalp elemi

*

Çekti yanaklarına aşk kırmızı sarı hat

Bunlar sarı kırmızı; güldür bahardır de mi

*

Kim kurtarır özümü serkeş nefsin elinden

Azgın at zabt olur mu, kâfi gelir mi gemi?

Hocamız bu kasideyi kasete okumuştu. O ziyaretimizde bu kasetlerle birlikte Kaside-i Ziyâiyye tercümesi ile bir de kendi yazdığı bir hüsnü hat hediye etti.

Hüsnü hat Sami Efendi ile ilgili idi ve şairi de İlhan Efendi idi. Şöyle diyordu:

O hırâmında senin nesl-i Adnân görünür

Tebessüm kılsan eğer cennât-ı Adn görünür

Her nâz u niyâzında Şeyhim Hazreti Sami

Cümle ihvanın ile Firdevs-i adn görünür

İlhan Efendi ile muarefemiz işte bu şiirde anlatılan Sami Efendi Hazretlerinin etrafında bulunmanın bir bereketi idi. İlhan Efendi, Sami Efendi’nin nazarlarına muhatap olmuştu biz de İlhan Efendi’nin nazarlarına.

“Talibin sıdkı, mürşidini ayağına getirir”

Onun deyişiyle  “Talibin sıdkı, mürşidini ayağına getirir”miş.  O da böyle bir sıdkın neticesi olarak tasavvuf ve tarikatle Konya’da Sami Efendi’nin halifelerinden dişçi Mehmet Efendi vasıtası ile tanışmıştı. Ondan sonra Cenab-ı Hak onu Hazreti Sami Efendi kuddise sirruha ulaştırmıştı. İstiharesini şöyle anlatır İlhan Efendi:  “Büyük bir camide mevlid okunuyormuş. Fakire cemaate gül suyu dağıtma vazifesi vermişler. Gülsuyunu dağıtırken cemaatten bir kişi karşıma çıktı, o zata bir müddet baktım. Zayıf ve nahif bir insandı, birden gönlümün ona aktığını hissettim ve ona karşı içimde büyük bir sevgi oluştu. Sonra elime bolca gül suyu serpip o şahsın yüzüne gül sularını sürdüm. Sakalı da sanki ikiye ayrıldı ortası boş kaldı. Sonra devam ettim.” “1- 2 ay içinde İstanbul’a geldik. Tuzla’ya pikniğe gidildiğini söylediler. Biz de Tuzla’daki piknik alanına gittik. Alan oldukça genişti ve çok insan vardı. ‘Sami Efendi’yi bulabilir miyiz?’ endişesi taşıyorduk. İçeri girerken birisi ‘hocalar şu tarafta’ diyerek bizi yönlendirdi. O cemaatin yanına doğru yürüdük. Yaklaşınca bir baktım ki yüzüne ve sakallarına gülsuyu sürdüğüm şahıs ortada oturuyor. Heyecandan sekte-i kalpten gidecektim. Daha sonra Sami Efendimizi Güllü Köşk dediğimiz devlethanede ziyaret ettik. Fakire ilk tavsiyesi “Evladım bu gördüğünüz rüyaları kimseye anlatmayalım” olmuştu.”

Şimdi yazımızın başına dönüp konuşabiliriz. Böyle bir nazara, iltifata uğrayan bir kişi elbette benzerlerinden farklı olacak ve bu fark hâle, kâle yansıyacaktı. İşte bu hallerden birkaç misal. Yine İlhan Efendi anlatıyor:

“Bir gün İstanbul’da Musa Efendi’nin köşkündeyiz. Öğle namazından sonra sohbet başladı, akşama kadar devam etti. Arada ikindi namazı kıldık. Sohbet bir aşr-ı şerif okunarak bir sohbet yapılarak devam ediyordu. Akşama yakın fakire ‘Okuyun’ dediler. Ben Sami Efendimizin sol canibinde bir yerde oturuyorum. Okuyun dendiği yani aşır okuyun denmediği için ben de Esad Erbilli Hazretleri’nin bir gazelini okudum.

Esad Efendi’nin gazeli şöyle başlıyor:

Leblerin söyler civânım gonca-ı rânâ nedir

Gözlerin eyler işâret nergis-i şehlâ nedir

Fakir okumaya başlayınca Sami Efendimiz Hazretleri gözyaşlarını koyverdi. Evliyaullahtan büyüklerin gözyaşları nadiren görülür. Mübarek sakalının iki yanından gözyaşları akıyor, üzerinde kahverengi bir pardösü vardı, pardösünün üzerinden aşağıya iniyor. Sonuna kadar okudum. Artık sohbet bitti. Sami Efendi kalkacaklar, şöyle bir yüklendi kalkamadı, bir daha yüklendi yine kalkamadı; yanındakiler yardım ettiler de ayağa kalktılar. O gün Sami Efendimizin o meclisten gidişini hiç unutamam (ağlıyor). Evliyanın sekri hiçbir şeye benzemez. Hâlâ gözümün önündedir. Herkes gidince fakir de müsaade istedim Musa Efendimiz ‘Siz kalın’ buyurdular. O gün geç saate kadar bahçede bir ağacın altında sohbet ettik.”

“Bursa’da okuduğun gibi oku”

“Bir başka zaman Bursa’da Ulu Camii’ne yakın bir evde sohbet olacak. Ev beşinci katta. Sami Efendimiz Hazretlerinde ihtiyarlığın göründüğü yıllardı. Kat aralarındaki sahanlıklarda dinlene dinlene çıktılar, biz de peşinden çıktık. Yine o sohbette de bir aşr-ı şerif bir sohbet oluyor. Fakir, Sure-i Vâkıa’yı üç bölümde okudum. Birinci bölüm okunuyor Sami Efendi sohbet ediyor; ikinci bölüm okunuyor, tekrar sohbete geçiyoruz. Musa Efendimiz hazretleri tam karşımda. Evde bir bülbül veya kanarya varmış, fakir Kur’ân okumaya başlıyorum, kanarya şakımaya başlıyor. Ayet sonlarında duruyorum; o da duruyor. Sami Efendimiz Hazretleri Vâkıa Suresi bittikten sonra bütün vücuduyla fakire döndü ve ‘Allah senden razı olsun, kuşları bile zikre iştirak ettirdin’ buyurdular. Sohbet bitti ayrıldık. Musa Efendimiz daha sonra fakire ne zaman bir aşr-ı şerif okutacak olsa hemen ‘Oku ama Bursa’da okuduğun gibi oku’ derdi.”

Yine İlhan Armutçuoğlu hocamızın sözlerindendir: “Evliyaullah Hazeratı dergâhına ilk gelen kişinin kabiliyetini görür.”

Bu sözlerde sizce de kendisine ait kabiliyet ve o kabiliyeti gören gözler yok mu?

İlhan Efendi’ye soruyorlar. Hocam sevenlerinize, kardeşlerinize, gençlere bırakmak istediğiniz bir mesaj var mı?

O şöyle cevap veriyor: “Eğer akılları varsa derviş olsunlar. Gençlere tavsiyem de aynen bu. Kelime kemâline masruftur. Onun için ehil olmak kaydı şartıyla kâmil bir mürşide intisap etmek fevkalade önemlidir.”

Kıllet-i rical zamanında yaşıyoruz

Pekiyi bendeniz size bunları neden yazdım? Şundan: Biliyoruz ki at izi eşek izine karışalı çok oldu. Bu özellikle tasavvufta böyle oldu. Kıtlık zamanındayız, özellikle adam kıtlığı (kıllet-i rical) zamanında. Diyoruz ki ey talip! İşte size bir ırmak. Gidin ve kana kana için bu berrak, bu tatlı ve bu mübarek sudan. Bu su, kuyudan öyle kendi başına çıkmamıştır, nehir kendi başına akmamaktadır. O nehrin sunu zikirle, şükürle, kelime-i tevhidle, Allah Allah zikri ile yıkanmıştır.

Bunun için sizlere önce Namnam internet sitesini tavsiye ederim. Bu siteye girin, sohbetleri dinleyin, Kur’an ve kasidelerden feyizlenin. Şiirle ara verin. Sonra da kaynağına gidin. İnanın ömrünüzün bir Nannam Öncesi bir Namnam Sonrası olacaktır.

Sözü, İlhan Hocamızın sizi götüreceği nehre; nehir mi, ne nehri, denize ve hatta okyanusa dair işareti ile bitirelim.   

Yüce düstûr-ı tarikat yüce âdâb-ı usûl

Alınıp dest-i ezelden sunulur deste usul

Uzanır tâ kıyamet bulunur erbâb-ı vusûl

Alan el sen, veren el sen, evet Ey fahr-i Rüsûl

Vurulur Hazreti Musa’ya elhak o meşihat mührü

Vurulan tuğra-yı Sami, vuran el emr-i Resûl

*

Feyzi cârî Hazreti Musa ki ol sahib-i vefa

Pek sahî hayr’ul halef  Osman Nuriyyi pürhaya

Selam olsun efendim.