“Veli, ermiş, Allah dostu” denildiğinde akla önce İstanbul, Konya, Bursa, Kayseri gibi vilayetler gelir. Çünkü kurucu kişiler buralarda yaşamışlardır ve türbeleri de bu şehirlerdedir. Ankara Hacı Bayram-ı Veli vesilesiyle zikredilse de resmî hüviyet bazen onun da önüne geçer. Halbuki Ankara, en az Kayseri, Kastamonu kadar ermişleri bağrında barındırır. Hacı Bayram Veli, Taceddin-i Veli, Abdülhakim Arvasi, Hacı Hasan Burkay, Münir Derman, Emin Acar hz.lerini bu bağlamda aklıma ilk gelenler olarak söyleyebilirim.
Son dönemde Ankara’nın resmî hüviyetine ilmî, irfanî bir neşve katan iki vakıf insan daha var ki çok yakından olmasa da birkaç sohbeti ile tanıdım onları. Yani tanıdığımı sanıyordum; fakat “bütün yönleri” ile tanımadığımı onlar hakkında birer kitap okuduktan sonra anladım.[1]
Ankara İlahiyat Fakültesi hocalarından Prof. Dr. Mustafa Aşkar her iki portre için müstakil birer kitap hazırlamış:
“Rıza Çöllüoğlu Hocaefendi (Hayatı ve Hatıraları);
Vakfedilmiş Bir Ömür: Mustafa Kalfaoğlu.”
Kitapları okuduktan sonra vardığım genel kanaat şudur: Rıza Çöllüoğlu, Mustafa Kalfaoğlu da son dönem Ankara’sının manevi dinamiklerinden iki vakıf şahsiyettir ve Ankara’da kurdukları vakıflar vasıtasıyla; Kur’an Kursları (özel olarak Kız Kur’an Kursları), İmam Hatip Liseleri, özel radyo, alışveriş merkezleri, özel okullar, dershaneler vasıtasıyla ilim ve irfanımıza hizmet etmişler; binlerce insan yetiştirmişlerdir. Bu iki vakıf insanın özel gayretleri ile yeni bir Ankara meydana gelmiştir. Bundan dolayı onlara “Allah dostu” demekte hiç mahzur görmüyorum. Çünkü bir kimseye “Allah dostu” demek için onun illa dilden dile dolaşan kerametleri ile meşhur olan bir ermiş kişi olması gerekmez. Kur’an-ı Kerim’e göre mü’minler zaten Allah’ın dostlarıdır, onlar Allah’ı sever, Allah da onları sever. Allah bir kişiyi sevdi mi melekler ve yeryüzündeki Müslümanlar da onları sevmeye başlar. Bundan dolayı özel anlamda veli kullar olmakla birlikte, Rıza Çöllüoğlu ve Mustafa Kalfaoğlu hocalar Kur’an’ın bildirdiği anlamda da veli kullardır.
Aslında her biri için ayrı ayrı yazmam gerekirdi. Fakat her iki kitabı okuduktan sonra gördüm ki bu iki vakıf insan, ömür boyunca hep birlikte hareket etmişler. Birbirlerinden hiç ayrılmamışlar. İtimatları birbirlerine karşı hiç sarsılmamış. Her işe birlikte koşmuşlar. Üstadları da aynı: Allah dostu Mahmud Sami Efendi Hz.leri. Böyle olunca makalede de onları ayırmak gelmedi içimden.
Rıza Çöllüoğlu Hoca, İstanbul’da Beyazıd ve Fatih Camileri’nde müezzinlik vazifesinden sonra Ankara’ya gelmiş, Hacı Bayram Camii başta olmak üzere hemen birçok ilçenin camilerinde vaiz olarak görev yapmış bir hocamızdır. Hafızdır. Medrese usulü Arapça ve diğer İslami ilimleri okumuştur. Onun dinleyenlerin ortak kanaati şudur: Vaazları Tahir Büyükkörükçü Hocanın sohbetleri gibi ilim ve irfan yüklüdür. Dinleyen herkes, sohbetin akışına kaptırır kendini. Yer yer sesini yükseltse de genel olarak yumuşaktır. Söylemek istediği her şeyi söyler fakat suç işlemez, hakaret etmez, hakikatten başka bir şey çıkmaz ağzından.
Rıza Hoca’nın kürsü adabının gerisinde Sami Efendi Hz.’lerinin duası ve nasihati vardır. Şöyle der: “Rıza Efendi evladım! Zamanımızda vaaz vermek çok zordur. Hakkı söylersin başına gelmedik kalmaz, söylememek de olmaz. Yumuşatarak söyle ve 45 dakikadan fazla konuşma, insanın alma gücü bu kadardır.”
Dikkatinizi çekerim, bu sözde büyük bir eğitim-öğretim pedagojisi var. Daha yetmişli yıllardayız ve Sami Efendi, pedagojik olarak insanın zihnî kapasitesi ile ilgili bir kural söylüyor ve okullarımızda bu kural daha yaygın değil o zamanlar.
İlim ehli, medresede edebî sanatları da öğrenir ki zaten Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde, müteşabih âyetlerde, Arap edebiyatında bu sanatlı dil vardır. Rıza Çöllüoğlu da bu edebî dil vasıtasıyla hem hakikati tebliğ ve irşad eder hem kimseyi üzmez.
Resmî vazifesini ifa etmekle yetinmez. Onun gönüllere taht kurması, amel defterini açık bırakmak için teşebbüs ettiği sivil meşgaleler vesilesi ile olmuştur. Bu meşgalelerin içinde İmam Hatip Lisesi, Kur’an Kursu inşası, özel dersler ve sohbetler, vakıf hizmetleri var. Rıza Çöllüoğlu’nun diline vird edindiği, kendine düstur olarak kabul ettiği sözler var ki bu sözler bizim için bugün de geçerlidir:
“Bu davada sınır da yok, sinir de”.
Tanıyanlar onun hep böyle davrandığına şahitlik ediyor.
“Ben bir talebenin hidayeti için bin münafığın ayağını öperim.”
Herkesin, bırakın yerine getirmeyi, kolaylıkla söyleyemeyeceği bir sözdür bu.
“Eğitim işine girmeseydim hayatım boşa gitmiş olacaktı. Evladım, selden kaç kütük kurtarabilirsek bizim kârımız odur.”
“Eğer Sami Efendi Hazretleri olmasaydı ben tasavvufun karşısında olurdum.”
Rıza Hoca, 85 yıllık ömrünü 10 Eylül 2013’te tamamlamış ve Karşıyaka Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Mustafa Kalfaoğlu:
Aslen Kayseri/Develi ilçesinden olan Mustafa Kalfaoğlu Hoca’yı, Ankaralı kabul edebiliriz. Çünkü küçük yaşta Ankara’ya gelir, eğitimini Ankara’da yapar; hizmetleri Ankara’da yoğunlaşır ve Rabbi’ne de Ankara’da kavuşur. Kalfaoğlu hoca ahiret yolculuğuna Hacı Bayram Veli’nin komşusu olarak çıkmıştır. Çünkü o Türbe’nin hemen yanı başında beş vakit ezan ile…Yani Rabbimiz ile birlikte...
Ankara İlahiyat Fakültesi’nin ilk dönemleri diyebileceğimiz nesilden olan Kalfaoğlu, Hatice Babacan adlı kız öğrenci, baş örtüsü ile derslere girmek istediğinde ona destek veren talebelerin en önünde yer alır.
Mezun olduktan sonra Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan’ın Özel Kalem Müdürlüğü’nü yapmıştır. Bursa’da yeni açılan Kız Kur’an Kursu’na bayan hoca bulunmadığı için Ankara’daki görevini hemen bırakmış, hanımı ile bu kursa hizmet için koşmuştur.
Bir ara Esat Coşan Hoca’nın asistanı olur, doktora çalışmalarına kadar ilerler. Fakat onun gönlü akademisyenlikte değil hizmettedir. Esat Coşan Hoca’dan affını ister, doktorayı yarıda bırakır ve yine Esat Hoca’nın desteği ile vakıf işlerine adar kendini. Özelif Sitesi başta olmak üzere derslerde, sohbetlerde, vakıf çalışmalarında hep birlikte hareket ederler. Önceleri Zahid Efendi’ye muhabbet besler, daha sonra Sami Efendi Hazretleri’ne intisap eder.
Herkes “Bırakın bu vakıf işlerini, özel okulu filan, bunlar büyük iş, sizi aşar” derken (Bunların arasında Korkut Özal da vardır), Esat Coşan Hoca, “Hemen işe girişelim hocam, ne yapmamız lazım gelirse ben varım” diyerek Kalfaoğlu’nu yüreklendirir ve Kur’an Kursları, özel okullar, İmam Hatip Liseleri, Arifan Radyo, MSR adlı alışveriş reyonları, vakıflar böyle kurulur.
28 Şubat sürecinde görevden alınır Kalfaoğlu. Bürokratik engellerle mücadele eder. Bu arada İslâmî gaye taşıyan siyaset, ticaret, yönetim çevresi ile tanışır. Bazı işler böyle sonuçlandırılır. Dilinden düşürmediği, ilk fırsatta ziyaret ettiği, örnek aldığı hocaların yekûnudur Mustafa Kalfaoğlu.
Ne demişler? “Aslanın vücudu, yediği hayvanlardan müteşekkildir.” Kalfaoğlu’nun ruh ve gönül dünyasını inşa edenler arasında da dönemin ilim ve irfan ehli vardır: Sami Efendi, Ahmed İslamoğlu, M. Esad Coşan, Tayyip Okiç, Rıza Çöllüoğlu, Dr. Emin Acar, Abdullah İşler, Asım Köksal, M. Emin Haksever, O. Şevket Yardımedici, Musa Topbaş Efendi ki bu vesile ile onları da rahmetle anmış olalım. Hayırlı insan, dostlarının da hayırla anılmasına vesile olan kimsedir ki Kalfaoğlu Hoca da bu zümredendir.
Mustafa Kalfaoğlu, 2 Aralık 2016’da emaneti teslim etmiş ve Hacı Bayram Camii haziresinde defnedilmiştir.
Bu makale tabii ki bu iki vakıf insanı bütün yönleri ile tanıtmaya yetmez. Maksadımız zaten bütün yapıp ettiklerini tadat etmek değil. Onları Kirâmen-Kâtibin melekleri yazdı, şahitleri de Müslümanlar’dır. Adı üzerinde bir yerde vakıf varsa hangi hizmet dışta kalabilir ki! Bitkilerden kuşlara, yaşlılardan hastalara, talebelerden yetimlere, yoksullardan burslara kadar her bir alanda hizmet vermiştir.
Ancak şu kadarını söyleyelim ki biz arkada kalanların vefa borcu var. Rahmetle anmak gibi bir vazifemiz var. Ki her iki vakıf insana, açtıkları kurslardan, İmam Hatipler’den, elinden tuttuğu insanlardan ve hatta onların velilerinden her gün onların Fatihalarla, Yasinlerle, dua ve rahmetle anıldığını söylemek mübalağa olmaz. Vefat yıl dönümlerinde indirilen hatimleri de saymalıyız burada.
Onlar ermiş muradına diyerek kenara çekilemeyiz. Bu rehber insanların çektikleri onca zorluğa, onca engele rağmen bugün ayakta duran kurumlara bakarak enseyi karartmamamız gerekir. Yeni nesle örnek insan göstermek için illa uzaklara ve çok geçmişe gitmemiz gerekmiyor.
Şairin “Bizim diyarımız da binbir baharı saklar” dediği gibi; Ankara’da da vakıf insanlar var, Ankara’nın da Allah dostları var, dememiz gerekir ve diyoruz da. Onları hem rahmetle analım hem takip edelim hem de örnek gösterelim, demektir maksadımız.
Eskiler “Ağanın eli tutulmaz” der. Yazının sonunda biz de “Müslümanın dili tutulmaz, Mü’minin mü’mine duasına kimse engel olmaz,” diyoruz. Neden diyoruz? Çünkü bu vakıf insanlar da bizden dua bekliyor. Yaptıkları vakıf hizmetlerinin daha çok insana hitap etmesini bekliyorlar ki amel defterleri açık kalsın!
Ben kendi adıma rahmet duamı gönderiyorum.
Siz de gönderin ki geride kalanlar sizin ardınızdan size göndersin.
[1] Kitapları ücretsiz olarak Muradiye Vakfı, Tepebaşı, Fatih Cd. 99/2 Keçiören-Ankara (0 312 361 13 22) adresinden temin edebilirsiniz.