Her okurun kadirşinas bir yazarı olmalı ki mevsim her vakit Ramazan’a dönsün! Allah’ın cümle âleme Adem’i ve Havva’yı misal göstermesi, nimetinin kul üzerinde görünmesi ve dahası bu nimetin şükrünü eda edecek hâlin ortaya çıkması hep Ramazan vesilesi ile hatırlanmaktadır. Bu hatırayı ya da hatırlayışı ete kemiğe büründüren yazarları daha çok Ramazan’da anmak isteyişimin özel sebepleri var mıdır, doğrusu bunu bildiğimi söyleyemem.

Gelin itiraf edelim, Allah’ın sosyal bir ivmeye dayalı olarak toplumda hayat bulan ‘kulluk’ projesi, meyvesini daha çok Ramazan ayı söz konusu olduğunda vermektedir. Bu işin ilham sırrı, daha doğrusu ilham olarak kulluk bilincinin Allah’ı daha çok hatırlatıyor olması elbette itaat ettiğimiz bir Peygamber (s.a.) ve kutlu kimseler aşkına gerçekleşen bir manevranın neticesidir.

Şimdi, her okurun kadirşinas bir yazarı olmalı, dedik. Vakta ki yazarımız bizi her yıl bir önceki yıla göre on gün yaklaştıran ve fakat ömürden de on gün uzaklaştıran bir iklime çağırsın. Çağırır mı? Onu bilmem, fakat bu iklimin Ramazan olması, eylüllerin, kasımların, ağustosların ve temmuzların yankısı ile çoğalması, inanmaktayım ki ancak tarihe doğru yapılan esaslı bir seyrüsefer ile mümkündür. Bu mümkünlüğü ve ortaya attığımız yaveleri haklı çıkaran ve adına seyahatname denilen türün varlığı, bütün zerremle inanmaktayım ki ancak İbni Battuta söz konusu olduğunda anlam kazanmaktadır.

“Ramazan’da hiç kimsenin yalnız başına iftar etmemesi, Dımaşk (Şam) halkının faziletlerindendir”

İbni Battuta, Büyük Dünya Seyahatnamesi’nde vardığı ve konakladığı her beldenin, şehrin veya köyün iyilikleri arasında Ramazan ayına mahsus güzellikleri öve öve bitiremez. Aman bitirmesin, derim o saat! Ramazan ki bir seyyahın kaleminde aşka gelir de ‘tarih denilen tamahkâr tüccarı’ yüzü kızarıp da gerisin geriye dönünce gerçek bütün çıplaklığı ile ortaya çıkar; insan, Müslüman varlığının günahlardan hicab duyarak bu günahları terk ettiği müddetçe insandır. Zira şehre Ramazan gelmiş, bağ ve bahçeler meyvelerini yedi yerden vermiş, dereler bu aşk ile teberrüken coşuvermiş ve insan munis, vefalı ve Allah ile akitleştiği o ‘kalu belâ’ gününü yeniden hatırlamıştır. Üstadın kaleminden dökülen Ramazan karşılamaları içinde, “Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennemden kurtuluştur.” hadisinin tecellisi ile yaşandığı o kutlu beldelerin mutlu insanlarını düşünmeden durmak ne mümkün! Ama dedik ya, bu mümkünlüğü ve ortaya attığımız yaveleri haklı çıkaran bir seyyah-ı kebir var karşımızda.

Her Müslümanın okuyacağı veya okuduğu, her Ramazan’ın da o Müslümana sesleneceği bir kitabı mutlaka olmalı diye düşünürüm. Benim kitabım İbni Battuta’nın kaleminden sadır olmuş, tarihin o engin coğrafyalarında kâh at sırtında, kâh deve gölgesinde, aradığı ‘sırra’ varmak isteyen, bilginin coşarlığı içinde menzilden menzile Ramazan neşesi arayan ve bulduğunu da cümle ‘ihvan’ ile paylaşan Büyük Dünya Seyahatnamesi olmuştur. Kitabın cesimliği ve okurun cevvalliği arasında duran merak saikının tarihle at başı gitmesi gereken bu okumaların arasından Ramazan’ın o cana can, ruha huzur katan eşsiz tadı çıkar mı derseniz, pek tabii çıkar derim.

O lezzet kumkuması içinde, bendeniz ülkelerin, şehirlerin, beldelerin ve köylerin, ağzı bağlı, gönlü deryalar kadar engin bu gizli özne misali insanlarının yaşadıklarına dair hayallerimi sayfalar boyu süsler dururum. Zira İbni Battuta, misafir kabul edildiği ülkeleri, şehirleri, beldeleri ve köyleri, bir Ramazan safiyeti, bereketi ve masumiyeti içinde tamamladığını söyler. Üstad böyle söyler de, silahların, kavgaların ve günahların bu aya mahsusen özellikle terk edildiğini hassaten belirtmeyi de ihmal etmez. Ramazan böyledir zahir:

“Ramazan’da hiç kimsenin yalnız başına iftar etmemesi, Dımaşk (Şam) halkının faziletlerindendir. Emîrler, kadılar ve diğer devlet büyükleri arkadaşları ve dostlarının yanı sıra ulaşabildikleri fakirleri de her akşam sofralarına davet etmeye çalışırlar. Tüccarlar ve büyük esnafların tavrı da bundan farksızdır. Hiç kimsenin iftarda yalnız ve boynu bükük kalması arzulanmaz. Fakirler ve göçebelerin davet için ulaşılamayanları da her gece içlerinden birinin evinde ya da mescitte toplanırlar. Her biri yemeğini yanında getirip hep birlikte iftar ederler.”

Şimdi, İbni Battuta, Büyük Dünya Seyahatnamesi’nde vardığı ve konakladığı her ülkenin, şehrin, beldenin veya köyün iyilikleri arasında Ramazan ayına mahsus güzellikleri öve öve bitiremez, derken bugünün artık geçmişte kalmış Ramazan zarafetini ve inceliğini yeniden hatırlatır da yüzü kızaran Müslüman olmaz mı dersiniz?

Ramazan’ın ruhuna doğru letafetle kanatlanan bir seyyahın kalemi

Bir Ramazan kitabı aranacaksa eğer, şüphesiz Büyük Dünya Seyahatnamesi’nin sayfaları arasında unutulan cengâverliğimizle birlikte, kaybolan o eşsiz Ramazan tabloları arasında bir an olsun soluklanmak kime, ne kaybettirir? Bu sorunun cevabını üstad, bir başka sayfada dura dinlene verir ve Ramazan sonrası ibadet zevkini tamama erdirmenin inceliklerini takva üzere olan ‘ihvan’larla birlikte yaşadığını ballandıra ballandıra anlatır: “Mekke’de Halil namiyle bilinen Maliki İmamı Ebu Abdullah Muhammed bin Abdurrahman’ın yanına indim. Ramazan’ı Mekke’de tuttum. Her gün Şafi’i mezhebi üzere umre yapardım. Daha önce tanışmış olduğum Mekke şeyhlerinden Şehabettin el Hanifi, Şahabüddin et-Taberi, Ebu Muhammed el Yafi’i, Necmüddin el-İsfehani ve el Harazi ile görüştüm. Bu sene Hacc farizasını yerine getirip Şam kervanıyla Medine’ye hareket ettim. Orada Peygamber Efendimizin ‘aleyhisselam’ kabr-i şeriflerini ziyaret ettim. Mübarek mescitte namaz kıldım. Eshab-ı kiramdan Bukay’da medfun olanları ziyaret ettim. Şeyh Ebu Muhammed bin Ferhun ile görüştüm.”

Ramazan’ın ruhuna doğru letafetle kanatlanan bir seyyahın kaleminden okuduğunuz yukarıdaki satırlar, kayıp bir Ramazan kitabını yeniden hatırlatır mı bilmem, fakat o kayıp atlasın İbni Battuta’nın ruhunda parıldayıp duran Büyük Dünya Seyahatnamesi olduğundan asla şüphe etmedim. Kayıp Ramazan iklimini yeniden hatırlatan bir kitabın hakkını arayanlar, kaybettikleri hikmeti yeniden bulmaya çalışanlar arasından çıkacak.

Reşit Güngör Kalkan yazdı