Zarifoğlu neden okurlarla ilgilenmeyi seçti?

Cahit Zarifoğlu'nun sanatçılığı, Mavera dergisinin 'Okuyucularla' bölümünde bile kendini gösterebilecek kadar renkli, zengin ve etkileyici.. Ömer Yalçınova yazdı..

Zarifoğlu neden okurlarla ilgilenmeyi seçti?

Dergiye gelen hikaye, şiir ve denemelere, aylık çıkan bir edebiyat dergisinde cevap yazmak, üstelik bunu altı yıla yakın devam ettirmek, üstesinden zor gelinecek bir iş. Doğrusu edebiyat dergileriyle içli dışlı olmuş, Fayrap’ın bir yıla yakın editörlüğünü yapmış biri olarak bunu göze alabileceğimi sanmıyorum. Takip ettiğim dergilerde de bu tür bölümler yoktu. Birkaç dergi bu tür bölümler hazırlamaya çalıştı. Fakat üstesinden gelemediler. En fazla direnen, üç dört ay direnebildi, sonra bıraktı. Çünkü bu, gerçekten büyük bir emek ve fedakarlık gerektiren bir iş. Ne demek, onca mektubu tek tek açıp okuyacaksın ve sonra da onlarla ilgili kısa kısa değerlendirmelerde bulunacaksın. Üstelik gelen şiir, hikaye ve denemelerin çoğu, yazmaya yeni başlamış kalemlere ait olacak. Bir sürü acemilik, basitlik, bilmezlik ama tatlılıklarla uğraşacaksın. Tabii bir de ego var. Yazmaya yeni başlamış kalemlerin egosu. Henüz yola yeni çıkmışken, cılız eserlerini lütfedip eleştirmiş büyük bir şaire karşı hırçınlaşan bir ego.

Cahit Zarifoğlu’nun Mavera dergisinde altı yıla yakın devam ettirdiği “Okuyucularla” bölümünü duyardım. “Herhalde çalakalem yazılmış metinlerdir. Koca şair, bu tür işlerle neden uğraşır ki” diye düşünürdüm. Öyle ya, kendisi büyüklüğündeki şairlerin, üstadların, yazarların hiçbirinde böyle bir şey görmemiştik. Oysa şiir yazmak var. Cahit Zarifoğlu zaten farklı alanlarda başarıyla kalem oynatabilen birisi. Örneğin yeni bir roman veya hikaye kitabı yazmak var. “Neden saatlerce gelen mektuplarla boğuşsun ki” diye düşünürdüm. Oysa Beyan Yayınları’ndan çıkan Okuyucularla kitabını okuyunca, meselenin hiç de öyle olmadığını gördüm. Zarifoğlu neredeyse bir romanına gösterdiği özen kadar okuyuculara verdiği cevapları da titizlikle hazırlamış, onlar üzerinde düşünmüş, çalışmış, emek sarf etmiş. Böylelikle Zarifoğlu’nu değerlendireceğimiz, anlamaya çalışacağımız zaman gözden kaçırmamamız gereken bir eser ortaya çıkarmış. Doğaçlama ama bütünün içinde tartışılmayacak kadar önemli olan bir eser.

Çünkü Zarifoğlu kendisiyle Mavera dergisini özdeşleştirmiş. Mavera’ya gösterdiği özenin kendi eserine verdiği emekten farklı olmadığını düşünmüş. Ortaya bir edebiyat dergisi çıkarılacak. Adı Mavera olacak. Ve Mavera onların düşüncelerini oluşturacak, sergileyecek. Özellikle oluşturacak diye yazdım, çünkü iyi bir dergi düşüncelerin ortaya çıkarıldığı, geliştirildiği bir ortamdır. Derginin en büyük etkisi yazmaya ve düşünce üretmeye dönük teşvikidir. Neredeyse şöyle demek geliyor içimden: Dergi olmadan yazmak çok mümkün değil. Mümkünse bile dergide yazmak kadar derinleştirici bir faaliyet olamaz.

Burada Zarifoğlu’nun müthiş inancıyla karşılaşırız

Evet Okuyucularla’da ilk dikkatimizi çeken, birbiriyle özdeşleşmiş iki isim oldu: Cahit Zarifoğlu ve Mavera. Örneğin Zarifoğlu daha önce farklı dergilerde de yazmış çizmiş. Fakat onları Mavera kadar sahiplendiği söylenemez. Hatta o dergilerde belki de çok işler yapmaya çalıştı ama buna imkan verilmedi. Bu yüzden içinde birikmiş, yapılması elzem olan çok proje oluştu. Bu projeleri rahat bir şekilde Mavera’da gerçekleştirebildiği için, Mavera’yı bu kadar özümsedi, benimsedi, sahiplendi. Ve onun için çalıştı. Düşünsenize, siz bir şairsiniz, üstelik kendinden emin, beğenilen, el üstünde tutulan, her dergide rahatlıkla kalem oynatacak düzeydesiniz, kalkıp bir derginin “Okuyucularla” bölümünü hazırlıyorsunuz, altı yıl boyunca, her ay. Neden acaba?

Çünkü Mavera çıkmak zorunda. Burada Zarifoğlu’nun müthiş inancıyla karşılaşırız. Zarifoğlu Mavera’ya inanmış, Mavera’yı çıkaran arkadaşlarına güvenmiş. İnanç insana sorumluluk yükler. Zarifoğlu “benim sorumluluğum nedir öyleyse” diye sormuş. O zaman “ihtiyaç duyulan şey nedir” diye düşünülmeli. Mavera çıkmalı. Fakat satışı az. Toplum, edebiyat dergilerine sıcak bakmıyor. Türkiye siyasetle çalkalanıyor. 1970 ve 1980’lerin Türkiye’sinde ideolojiler cirit atıyor. İdeolojiler ve partiler nedeniyle insanlar gruplaşmış. Her grup diğerini kendine düşman, hiç olmazsa tehdit olarak görüyor. Edebiyat ancak bu tür cepheleşmelere, partileşmelere, ayrılmalara hizmet ettiği kadarıyla iltifat görüyor. Yoksa günlük eğlencelerden farkı yok. Ki o dönemin günlük eğlence, komedi veya karikatür çalışmalarına baktığımız zaman da politik çekişmelerle tıka basa dolu olduklarını fark ederiz. Bu durumda şiir de nedir, düşünce, hikaye veya sanat? Hiç.

Bu hiç’in içinde Mavera çıkmak zorunda. Ve zenginler edebiyat dergilerine destek vermiyorlar. Aslında hangi dönemde destek verdiler? Bunu hemen geçelim. Bir edebiyat, düşünce dergisine destek, sponsor bulmak güç, hatta imkansız. O zaman çıkarılan derginin satışlarına göz dikilmeli. Kaç tane dergi satılırsa, kaç abone yapılabilirse, dergi o kadar rahat çıkarılabilir. Zarifoğlu düşünmüş olmalı. Mavera’ya nasıl abone bulabiliriz?

Zarifoğlu için şiirle uğraşmak, dergi çıkarmak lüks bir şey değildir

Yazar adam, yazar olarak düşünür ve yazarak bir şeyler elde etmeye çalışır. Çünkü elinden yalnızca bu gelir. Ondan başka bir şey beklemek beyhude. Eğer okuyucularla yakın, sıcak bir yazışma kurulabilirse, abone sayısı artırılabilir diye düşünmüş olmalı Zarifoğlu. Bu derginin çıkma nedeniyle de örtüşüyor. Sanat için sanat yapan bir dergi değil Mavera. Hizmet yolunda, insanlara bir şeyler kazandırmak için, öğrenilenlerin öğretilmesi gerektiği bilinciyle çıkarılan bir dergi. Öyleyse okuyucularla diyaloga geçmek hem derginin temel felsefesine uygun, hem de maddi olanaklarını güçlendirecek bir yöntem. Ki Zarifoğlu neredeyse bütün “Okuyucularla” bölümüne yazdığı metinlerde abone bulmaktan söz etmiş. “Bunu mutlaka aklınızın bir kenarında tutun” diye hatırlatmış, öğütlemiş. Çünkü Zarifoğlu için şiirle uğraşmak, dergi çıkarmak lüks bir şey değildir.

Şiir aslında Türk edebiyatında hiçbir zaman lüks olmamıştır. O yüzden Türkiye’de sanat için sanat yapmak mümkün görünmüyor. Yıkılan bir imparatorluktan sonra zar zor ayakta kalabilmiş bir ülkedir Türkiye. Türkiye’nin zengini, sanatla uğraşmayı zaten Batıcılık hevesiyle, bir de reklam için yapar. Türkiye’nin büyük çoğunluğu ise yoksullardan oluşur. Bu 2014’de böyle, 1970’lerde hayli hayli böyle. O zaman yalnızca şiir yazmakla uğraşmak lükse kaçan bir uğraş. Okuyucular bir yandan şiir yazmaya çalışırken diğer yandan abone arayışına girmeliler. Bir yandan kitap okumaya çalışırken, diğer yandan kitap alacak parayı nasıl kazanacağını düşünmek zorundalar. Edebiyat dergileri bir yandan sanatını icra ederken, diğer yandan matbaa ve dağıtım masraflarını hesaba katmalılar. Ve bu işler bir bütünü oluşturur. Sanatla hayatı, soyutla somutu buluşturur. Fikriyatımızın, biri diğerinden daha önemsiz olmayan unsurlarını meydana getirir. Bunu Zarifoğlu’nda net bir şekilde görebiliz. Onun Şiirler’iyle Okuyucularla’sını birlikte okuduğumuzda ibret alacağımız ilk nokta budur.

Kendini Mavera için feda etmiş bir şairin portresi

Birkaç yazıda, Okuyucularla kitabı “Cahit Zarfoğlu’nun şiir kuramı” diye sunuldu. Bu iddiayı öne sürenler ya kuramdan bir şey anlamıyorlar ya da Zarifoğlu’nun kaygılarından. Okuyucularla’da Zarifoğlu’nun şiir görüşüyle ilgili belki beş, belki on cümlesine rastlanır, fakat kitabın merkezini bu cümleler oluşturmaz. O aslında ahlaklı, sorumluluğunun bilincinde olan, sanatı kendi temeli üzerinde icra etmesi gereken bir gençlik için kalem oynatmış. Bu noktayı atlayarak projektörü Zarifoğlu’nun poetikasına yöneltmek, onun poetikasını yanlış anlamaktır. Onun şiiri içtimaî, ahlakî, dinî kaygılarından, sorumluluklarından ayrı düşünülemez. Onun şiirleri köklerinden kesilerek, dallarından budanarak anlaşılamaz. Zarifoğlu’nu bireyci bir şair gibi göstermeye çalıştığımız an, onun şiirinden uzak düşeriz. O yüzden bir dergi için yarım saat çalışmayı göze alamayan, bu fedakarlığı göstermeyen, hatta kendi şiirini ön sayfalarda yayınlamadığı için dergiye gizli husumet beslemeye başlayan kişiler, Zarifoğlu’nun Şiirler’ini yalnızca bir şiir olarak, Okuyucularla kitabını ise şiir kuramı diye görmeye çalışırlar. Oysa Okuyucularla kitabında kendini Mavera için feda etmiş bir şairin portresini okuruz. Ki Zarifoğlu beşinci yılın son aylarında artık haklı olarak “…iki çift mısra yazmaya vaktim kalsın, bir şair olduğumu hatırlayabileyim ve birçoklarınızın ‘Bunlar da ne?’ dedikleri şiirlerden bir demet daha çıkarayım” diye dert yanmaya başlar.

Zarifoğlu’nun bütün eserleri bir bütünü oluşturur

Okuyucularla’daki şiire dair beş on cümleden söz ettik. Belki bu cümlelerden daha fazlasını Yaşamak, Konuşmalar veya Zengin Hayaller Peşinde’de bulabiliriz. Onlara neden Zarifoğlu’nun şiir kuramı demiyoruz? Zarifoğlu’nun Okuyucularla’da Mavera’ya gelen şiirleri değerlendirmesi, onun kuram kitabı diye gösterilmesine yetiyor mu? İşin doğrusu Zarifoğlu’nun hangi şiirlere nasıl yorumlar yaptığını Okuyucularla’da bulamayız. Çünkü o şiirleri okuma imkanımız yok. Öyleyse görmediğimiz bir şiirle ilgili Zarifoğlu’nun yaptığı yorumlardan onun poetikasını çıkarmak, herhalde “yapısöküm” denilen postmodern teknikle mümkün. Bu iddiada bulunulan yazılarda böyle bir yapısöküm de yapılmamış. Öyleyse bu tür yuvarlak cümlelerin kolaycılığa kaçmaktan başka bir izahı olamaz.

Diyebiliriz ki Zarifoğlu’nun bütün eserleri bir bütünü oluşturur. Onun poetikasını anlamak için de o bütünü görmek zorundayız. Zaten Zarifoğlu’nun hepi topu on, bilemedin, çocuklar için yazdıklarıyla birlikte on beşe yakın kitabı var. On beş kitabı okumaya mı eriniyoruz? Erindiğimizden olsa gerek onlarca Zarifoğlu’yla uğraşmamız gerekiyor. Zarif olanıyla artist olanı, dindar olanıyla şair olanı birbirine karışıyor. Fakat hiçbiri de Zarifoğlu’nu tanımlayamıyor. Parça olarak değerli bulabileceğimiz bu sıfatların bütüne dair derli toplu bir şey söylemediğini de fark edemiyoruz.

Zarifoğlu büyük bir fedakarlıkla; şiirinden, zamanından ödün vererek okuyucularla diyaloga geçer. Belki o zaman diliminde yazacağı şiir, hikaye ve denemelerden olmuştur. Ama onun yerine Türk edebiyatında benzeri olmayan bir eser ortaya çıkarmıştır. Onun sanatçılığı derginin “Okuyucularla” bölümünde bile kendini gösterebilecek kadar renkli, zengin ve etkileyici. Zarifoğlu neye el atsa bir şekilde güzelleştiren, zenginleştiren, renklendiren ve üst düzeye taşıyan bir isim. İsmet Özel’in dediği gibi ondan öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki tükenmiyor.

Ömer Yalçınova yazdı

YORUM EKLE