Said Nursi’ye, 'Bedüzzaman' olarak nitelendirme nasıl ve kimler tarafından yapılmıştır?

Sana Dinden Sorarlar kitabında bir okuyucu Ebubekir Sifil Hoca'ya Said Nursi Hazretleri ile ilgili 33 soru yönlendirir. Bu sorulardan iki tanesini cevapları ile istifadenize sunuyoruz.

Said Nursi’ye, 'Bedüzzaman' olarak nitelendirme nasıl ve kimler tarafından yapılmıştır?

“Bediüzzaman”, “zamanında yaşayan insanlar arasında emsalsiz olan, bir benzeri olmayan, asrının yegânesi, yetenek ve kabiliyetleri bakımından çağında eşsiz olan...” gibi anlamlara gelen bir terkiptir. Arapçada “vahidu asrihi”, “feridu dehrihi”, “yetimetu’z-zemân”... gibi terkipler de bu anlamda kullanılır.

İslam tarihinde bu lakapla anılan birçok isim bilinmektedir. İbn Asâkir’in hocaları arasında bulunan Ebû Ali Ahmed b. Sa’d b. All el-icli en-Nihâvendi bunlardan birisidir.[1] Bir diğeri hadis hafızı Ebü’l-Fadl Ahmed b. el-Hüseyin b. Yahya el- Hemedani’dir.[2] “Makâmât” sahibidir. Meşhur el-Hariri, “Makâmât”ını onu örnek alarak hazırlamıştır. Şiir söylemedeki ve ezberindeki mahareti dolayısıyla kendisine bu lakap verilmiştir. Hibetullah b. el-Hüseyin b. Yusuf el-Usturlâbî de onlar arasındadır.[3] Astronomi konusundaki birikim ve yeteneği sebebiyle Bediüzzaman olarak anılmıştır.

Bu lakabın Üstad Said Nursi merhuma ilk defa kim tarafından verildiği konusunda net bir bilgiye ulaşamadım. Tarihçe-i Hayat’ta, üstün zekâsı ve kabiliyeti sebebiyle genç yaştayken döneminin âlimleri tarafından kendisine bu lakabın verildiği kaydedilmekte ve şöyle denilmektedir: “İşte pek genç yaşındaki mezkur harikuladeliklere ve bahr-i umman halinde bir ilme malikiyetine şahit olan Ehl-i ilim, Molla Said’e ‘Bediüzzaman’ lakabını vermiştir.”[4]

Yine bu eserde şöyle denir: “İstanbul’da grup grup gelen ulemanın suallerini cevaplandırıyordu. Genç yaşında böyle bilâistisna bütün suallere cevap vermesi ve gayet mukni ve beliğ ifade ve harika hal ve tavırlarıyla Ehl-i ilmi hayranlıkla takdire sevk ediyordu. Ve ‘Bediüzzaman’ unvanına bihakkın layık görüyorlar ve bu fevkalade zatı, bir “nadire-i hilkat” olarak tavsif ediyorlardı.”[5]

Eserlerinden ortaya çıkan netice odur ki bu lakabı Üstad’ın kendisi de benimseyip kullanmış, eserlerinde zikretmekten de geri durmamıştır. Hatta henüz berhayat iken bu lakabı bir büyüklenme vesilesi olarak kullandığı tarzında tenkitlere muhatap olmuştur. Bunlara mukabelesi dikkat çekicidir:

Sual: Sen imzanı bazen ‘Bediüzzaman’ yazıyorsun. Lâkap medhi imâ eder.

Cevap: Medih için değildir. Kusurlarımı, sened-i özrümü, mazeretimi bu ünvan ile ibraz ediyorum. Zira bedi, garip demektir. Benim ahlâkım, sûretim gibi ve üslub-u beyanım, elbisem gibi gariptir, muhaliftir. Görenekle revaçta olan muhakemat ve esalibi, benim üslüp ve muhakematımla mikyas ve mihenk itibar yapmamayı bu ünvanın lisan-ı haliyle rica ediyorum. Hem de muradım, ‘bedi’, acip demektir...[6]

Kendisinin bu lakabı farklı bir mülahazayla kullandığını gösteren bir diğer örnek de kendisi hakkında, “İstibdadın Garibüzzamanı, Meşrutiyetin Bediüzzamanı, şimdikinin de Bid’atüzzamanı Said Nursi”[7] ifadesidir.

Üstad’a “Bediüzzaman” lakabının nasıl ve niçin verildiğine gelince; kendisi henüz 14-15 yaşlarındayken ilmi muhitlerde yaygın bir şöhrete nail olmuştu. Keskin zekâsı, dirayeti, ilmi kudreti ve müthiş hafızası, gittiği yerlere kendisinden önce ulaşırdı.

Bu sebeple her gittiği yerde hemen ilmî meclisler kurulur ve bu şöhretin hak edilmiş olup olmadığını anlamak için ilim erbabınca bir anlamda imtihana çekilirdi. Bizzat kendisiyle uzun görüşmelerde bulunmuş olan merhum Eşref Edib, Üstad’in biyografisini anlatırken şöyle diyor:

“... Siirt uleması merak ettiler. Bir yere toplandılar. Üstad’ı davet ettiler. İntihap ettikleri sualleri birer birer sordular. Üstad hepsine cevap veriyor, bir taraftan da kitaba bakar gibi hocasının yüzüne bakıyordu. O zaman Siirt uleması Molla Said’in hakikaten bir harika, bir Bediüzzaman olduğuna hükmetmiş, onun dehasına hayran olmuşlardı...”[8]

Bu konuda farklı bir tespit de şu şekildedir: “Van valisi Tahir Paşa onu sık sık evine misafir ediyor ve onun çeşitli konularda belirttiği görüşleri saygıyla karşılıyordu. Said Nursi, aynı yıllarda Bitlis valisinin bir içki alemi düzenlediğini haber alınca, Valiyi topluluğun huzurunda Kur’an’dan ayetler okuyarak uyarmış, bunun üzerine Vali pişman olup tevbe ettiğini açıklamak zorunda kalmıştı. Bu hadiseden bir süre sonra Van valisi Tahir Paşa’nın huzurunda çevredeki alimlerin bütün sorularını cevaplandırınca kendisine ‘Bediüzzaman’ lakabı varildi.”[9]

Bu nakillerden ikincisinin daha kesin ifadeler taşıdığına istinaden Üstad’a “Bediüzzaman” lakabının Van valisi Tahir Paşa’nın huzurundaki münazara sonrasında verildiğine hükmedebiliriz.

Bediüzzaman olarak İslam ilim çevrelerinde kabul görülmekte midir? Kabul görülüyorsa ölçüsü nedir? Kabul edilmiyorsa veya edilmeyecekse neden kabul edilemez?

Bediüzzaman merhumun eser ve görüşlerinin ilmi çevrelerde genel kabul gördüğünü söylemek yanlış olmaz. Ali Ulvi Kurucu merhumun şu ifadeleri bu konuda yeterince fikir verir niteliktedir:

“Merhum Bediüzzaman Said Nursi’nin adını, Kahire’deki talebelik yıllarımda gerek Mustafa Sabri Efendi ve gerek Zahid el-Kevseri ile İhsan efendilerden duyardım: Müstesna insan, fevkalade zeki bir zat. ‘Bediüzzaman’ unvanı kendisine Doğu’daki hocaları tarafından verilmiş. ‘Zamanın harikası’ demek. (...) Müstesna bir âlim olarak hem eski Arapça medrese ilimlerini bilir, hem de günün fizik, biyoloji, astronomi gibi modern ilimlerine aşinadır. Nadir bulunur bir zekâ ve deha sahibidir...”[10]

Bununla birlikte bizzat Risale-i Nur’un incelenmesiyle de anlaşılacağı gibi Bediüzzaman henüz hayattayken eser ve görüşlerine ilmi muhitlerden itirazlar varit olmuş, o da bunlara mukabelede bulunmuştur. Günümüzde de Risale-i Nur’u tenkit konusu yapan çalışmalara -nadir de olsa- rastlanmaktadır.

Söz konusu tenkitleri iki grupta toplayabiliriz:

1. Bediüzzaman’ın da mensubu bulunduğu Ehl-i Sünnet ulemadan gelenler.

2. Bediüzzaman’la ve Ehl-i Sünnet çizgiyle kan davası olan bid’at ehlinin tenkitleri.

Bir başka tasnif de Risale-i Nur bağlamında “esasa yönelik tenkitler” ve “usule yönelik tenkitler” şeklinde yapılabilir.

Şunu bir temel tespit olarak ortaya koymak ilim ve vicdan borcudur: Her insan gibi Bediüzzaman merhum da yazdıklarında hatadan masun ve masum değildir. Hatta bizzat kendisi, yazdıklarının ve söylediklerinin doğrudan kabul edilmesi yerine mihenge vurularak alınması gerektiğini söylemiştir.

Üstad merhumun ilmi çevrelerde “Bediüzzaman” olarak kabul edilip edilmediği sorusu, dönemindeki ilim ehli tarafından “emsalsiz, benzersiz, en üstün" olarak tavsif ve takdim edilip edilmediği anlamındaysa, bu noktada benim muttali olabildiğim şudur: Mustafa Sabri Efendi, Muhammed Zahid el-Kevseri, Elmalılı Hamdi Efendi, Ermenekli Safvet Efendi, İskilipli Atif Efendi gibi (Allah hepsine rahmet eylesin) dönemin ilim zirveleri arasında mutad vechile mevcut olan seviyeli münasebet, Bediüzzaman merhum için de söz konusu olmuştur. Bediüzzaman da zikri geçen âlimlerden bir alim olarak gerek Cemiyet-i Müderrisin’de, gerekse Daru’l-Hikmeti’l-İslamiye’de görev almış, o kritik zaman dilimlerinde onlarla aynı yükü omuzlamıştır. Onlar arasında Bediüzzaman merhuma sıra dışı bir tebcil ve ta’zimde bulunan kimse bulunduğunu bilmiyorum.

Dolayısıyla bize düşen, yakın geçmişimizde din için, vatan için, Müslüman milletimiz için önemli çalışmalar yapmış âlimlere karşı hissettiğimiz minnet ve şükran duygularını Bediüzzaman merhum için de hissetmektir.

Ebubekir Sifil

Sana Dinden Sorarlar

Dipnotlar:

[1] Bk. Tarihu Dimaşk, XLIII, 181; LXVIII, 195.

[2] İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, XI

[3] ez-Zehebi, Tarihu’l-İslam, XXVIII, 301.

[4] Tarihçe-i Hayat, 47.

[5] A.g.e., 53

[6] Hutbe: Samiye, 101

[7] Tarihçe-l Hayat, 78.

[8] Eşref Edib, Risale! Nur Müellifi Said Nursi, 20.

[9] İhsan Işık, (Muhammed Şeyhanzade, Vefatının 26. Yilinca Ustad Bediüzzaman Said Nursi, Girişim Dergisi, sayı: 7, Nisan 1986’dan naklen), Bediüzzaman Said Nursi ve Nurculuk, 11.

[10] M. Ertuğrul Düzdağ, Ustad Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar-3, 265.

YORUM EKLE