Muhafazakâr kelimesini günlük yaşantımızda sık sık kullanırız. Bazen kendi çizgimizi bazen dünya görüşümüzü bazen de çevremizdeki insanları bir kalıba oturtmak için kullandığımız bir kavramdır. Peki, birçok defa kullandığımız bu kavramın tam olarak ne demek olduğunu biliyor muyuz?
Muhafazakârlık, latince kökenli “konservatif” kelimesinden türemiştir. Korumak ve muhafaza etmek gibi anlamlara gelmektedir. Dolayısıyla belirli bir din veya ideolojiyle bağdaştırılamaz. Yani benimsediği değerleri korumak isteyen bir sosyalist ya da demokrat da çok rahat muhafazakâr olabilir. Türk Dil Kurumu ise muhafazakârlığın karşılığını “tutucu” olarak belirlemiştir. Fakat bu sakıncalı bir anlamdır, çünkü muhafazakârlık, temelde korumak anlamında olduğu için tutuculuk gibi tamamen kapalı bir algıdan söz etmemiz mümkün değildir. Bir şeyi korumanın gerekmesi için o şey üzerinde dışardan olumsuz bir etkinin gerçekleşiyor olması gerekir. O hâlde yeniden bir karşılık oluşturacak olursak muhafazakârlık, gelişen çağın gereklerini göz ardı etmeden geçmişten gelen tarihî, kültürel ve dinî değerlerin değişmesine direnç göstermektir. Bir nevi bizi biz yapan değerlere sahip çıkmaktır. Bu açıdan değerlendirildiğinde muhafazakârlık daha çok fikri bir yapı veya mizaçtır. Muhafaza etmenin inceliğini öğrendiğimiz isimlerden biri olan Cemil Meriç, bu konuda bizce en doğru tanıma ulaşmıştır: “Maziyi muhafaza, fakat ayıklayarak. Yeniyi kabul, fakat seçerek.”
Muhafazakârlık terimi, tarihte ilk olarak Orta Çağ Avrupa’sından aydınlanma çağına kadar burjuva sınıfına karşı dinî iktidar için kullanılmıştır. Kilise ve kralların, halkın düşünmesini engellemek amaçlı kurdukları sistemleri korumak adına aldıkları katı önlemlerdir. Böylece Avrupa’da muhafazkârlık, siyasî ve olumsuz bir baskı algısıdır. Orta Çağ Avrupa’sında siyasî baskı unsuru olarak kullanılan muhafazakârlık, İngiltere’de ve Fransa’da ise her ne olursa olsun devletin menfaat ve çıkarlarını korumak manasında kullanılmaktadır, çünkü o dönemde Fransız İhtilali’nin etkisi tüm Avrupa’yı sarsmaktaydı. Kilisenin kurduğu skolastik düşüncenin zarar görmesiyle beraber halkın dine olan inancı ciddi zarar görmüştür. Bu yaşanan olumsuzluklardan feodal beyler de payına düşeni almış ve surların arkasına kurdukları yaşam, kendi halkları tarafından sarsılmaya başlamıştır. Kilise ve halk arasında yaşanan bu kaos ortamında krallar kendi iktidarlarını korumak için muhafaza etmek terimini kullanmıştır.
Türk tarihinde muhafazakârlık
Doğuda yükselen güç olan Osmanlı Devleti’nin varlığı o dönemde Avrupa için başlı başına bir baskı unsuruydu, çünkü doğuda pozitif, sosyal ve bilimsel gelişmeler Avrupa’dan çok daha ileri bir konumdaydı. Zira Avrupa’nın yaşadığı aydınlanma çağının temelini Haçlı seferleri ile doğudan elde edilen bilimsel bilgiler oluşturmaktadır. Avrupa, aydınlanma çağı sonrası hızla geliştiğinde Osmanlı topraklarındaki aydınlar da gelişmek kelimesinin anlamını batıda arama sendromuna yakalanmıştır. 21. yüzyılda başlayan modernleşme ve Batı’yı örnek alma algısı İslâmiyet’i modernleşmenin önündeki engel kabul etmiştir. Böylece muhafazkârlık terimini oluşturan temel yapı taşlarından birisi darbe almıştır. Toplum içinde büyüyen hızla Batılılaşma olgusu, elindeki değerlere sahip çıkmak isteyen gruplarla muhafazakâr kesimi oluşturmuştur. Fakat durum göründüğünden daha ciddidir. Batı’yı savunan ve kendine “aydın” diyen insanlar, özü olan değerleri Batı değerleri ile kökten değiştirmek istediğinde halk koruma içgüdüsüyle otomatik olarak muhafazakârlığı benimsemiştir. Böylece kim Batı mefhumlarını kabul etmediyse kim onlar gibi medeniyet olgusunu Batı’dan ithal etmediyse kim toplumun ilacını mazide aradıysa muhafazakâr ilan edilmiştir. Batılılaşmayı reddeden grupları tanımlamak için yine bir Batı mefhumu kullanmak da bizim trajikomik durumumuzdur. Fakat yine de toplumumuza yerleştirilen bu kavram için Batı muhafazakârlığı ve Türk muhafazakârlığı diye bir ayrım yapılmalıdır. Muhafazakârlık Avrupa’da kilisenin bilimi kabul etmediği bir algıyı temsil ederken Osmanlı’da Batı’ya benzemeyi savunan ve yozlaşan aydınlara karşı öz benliği korumayı ifade etmektedir.
Peki, her fikrin muhafazakârı varken bu terim, neden Müslümanlıkla bağdaştı?
Muhafazakârlık kelimesi Türk tarihinde anlam olarak kullanılsa da terim olarak kullanılışı 21. yüzyılı bulmaktadır. Osmanlı’da Tanzimat ile başlayan modernleşme hareketleri ve Batı’da aldığı eğitimler sonucunda yozlaşan aydınlar, dinî değerleri değiştirmeye çalışmıştır. Halk bu değişime direnç gösterdiğinde modernite karşıtı ilan edilmiştir. Osmanlı’nın yıkılışıyla beraber yeni kurulan Cumhuriyet rejiminde insanların zihnindeki Batı fikri aynen devam etmektedir. Çıkarılan yasalar ve ilan edilen inkılaplar sayesinde Türk milleti bir değişim ve dönüşüme zorlanmıştır. Bu zorlanışa karşı çıkıp değerlerini korumak isteyenler bu defa da Cumhuriyet karşıtı ilan edilmiştir.
Dönüşüme hızla devam eden Türkiye’de 1960 ile başlayan darbeler silsilesi sonucunda oluşan askeri yönetimler, uzun yıllar halk üzerinde derin etkiler bırakmıştır. Askeriyenin kurmuş olduğu baskı yönetiminde dine karşı yapılan engelleyici faaliyetler, kitlesel olarak Müslüman halkta tepkiyle karşılanmıştır. Böylece Osmanlı’da ve Cumhuriyet döneminde; tarihi, kültürü ve benliği muhafaza etme fikri, 1960 sonrası dine karşı yapılan direkt faaliyetler sonucunda dini muhafaza fikrine dönüşmüştür. Artık kim ezanına sahip çıkmaya çalıştıysa kim dinî kitap okumak için mum ışığı aradıysa kim susmadıysa muhafazakâr ilan edilmiştir, çünkü geçmişten beri süregelen bu kalıplaşmış algı mazinin ve dinî değerlerin kısıtlandığı dönemlerden sonra ihtiyaç niteliği kazanmıştır. Bu ihtiyaç doğrultusunda da günümüzde Müslümanlık ile iç içe geçmiştir. Muhafazakârlık, bir noktada dini de korumaktır, dolayısıyla olumsuz nitelendireceğimiz bir husus da yoktur. Fakat günümüzde korumak niteliğinin içi boşaltılmıştır ve ne anlamda kullanıldığı konusunda ise ciddi çelişkiler vardır. Bu çelişkiye sebebiyet veren en büyük etki kapitalizme mükemmel uyumumuzdur. Kapitalizm ezen ve ezilen düzenine hizmet vermektedir, hakkı değil kuvveti üstün tutmaktadır, dolayısıyla bir sömürü sistemidir. Fakat dinde insanları sömürerek ayakta kalma anlayışı yoktur. Doğaları gereği bu iki zıt kutbun ortak bir zihinde bulunmaları mümkün değildir. Hem günlük hayatımızın içinde kapitalist sistemin bizi yönetmesine izin veriyoruz hem de dinî değerlerimizi korumak için muhafazakârlık sıfatını üstleniyoruz, fakat neyi muhafaza ettiğimizi çoğu zaman bilmemekteyiz.
Unutmamalıyız ki Türkler ve Müslümanlar olarak öz benliğimizi korumak isterken kendimizi tanımlamak için muhafazakârlık gibi Batı mefhumuna ihtiyacımız yoktur. Müslümanlık kelimesi her noktadan insanı tanımlayan en kapsamlı terimdir. Nitekim toplum olarak muhafazakâr değil Müslüman olmaya ihtiyacımız vardır.
Sümeyye Bozkurt
Çok doğru. Ama maalesef ki bu düşüncelerin etki etmesi için bir yirmi otuz yıl geçmesi gerekiyor herhalde.