Eski destanlarda, kadim inanışlarda ve dini konuların temelinde yer alan mutluluk, toplumların veya bireylerin nihaî hedefi olmuştur. İnsanın varlığı, tarih biliminin varlığını muktedir kılmaktadır. Oluşumun merkezine insanı alan bu bilim tabi ki onun düşünce ve his dünyasını konu dışında bırakamamıştır. Bu yazımızda insanın mutlu olma ya da mutluluğu arayış sürecini tarihsel bağlamda ele almak istiyoruz.
Mutluluğun perspektifi
İnsanın hayata dair bütün özlemlerine eksiksiz olarak kavuştuğu mutlu olma hâli kavramlaşarak günümüze “mutluluk” olarak gelmiştir. Farklı dillerde “mutluluk” kelimesine verilen karşılıklar incelendiğinde ortaya çok farklı anlamlar çıkmıştır. Fransızcada mesut olma hâli iken Latincede bolluk anlamına gelmektedir. Almancada şansı/talihi ifade ederken Arapçada sıkıntıda olmama hâli olan “saade’yi” ifade etmektedir.1
Kelime manasından uzaklaştığımızda mutluluğu arayan bilginlerin tanımları karşımıza çıkmaktadır. Kimi bilgin mutluluğu yüksek şuur, doygunluk, tatmin olma hâli ile tanımlarken kimi bilgin ise ideallerine ulaşmak olarak tanımlamıştır. Birden çok anlamı olan bu terim için belli bir tanım yapılamayacağı aşikârdır. Kişiye göre değiştiği gerçeği ise açık olan bir başka husustur. Sonraki aşamada ise dönemlere göre şekillendiği ve değişime açık olduğu görülmektedir. O hâlde mutluluk, kavramdan daha çok bir paradigma olarak açıklanmalıdır.
Mutluluğun tarihsel yolculuğu
Mutluluk, bir yandan bireyin iyi olma hâli gibi tikel anlamlar yüklenmişken diğer yandan yaşam kalitesi ve sosyal hayatını içeren tümel anlamlar da yüklenmiştir. Kendi içinde bir perspektifi olan mutluluk kavramı her çağda farklı anlamlara bürünmüştür. İnsanın zihinsel sınırlarında var olan mutluluk onun eğitimi, aile hayatı, toplumsal kimliği veya edindiği ahlâk çerçevesi ile şekillenmiştir. Dolayısıyla tarihin en değişken varlığı olan insan değiştikçe tarihsel çizelge de mutluluk olgusu da değişime uğramıştır.
İnsanın varlık olarak kendini bildiği ilk çağlarda mutluluk Tanrı tarafından bahşedilen bir şans olarak biliniyordu. Mutluluk kavramı ilk olarak Antik Yunan filozofları tarafından ortaya atılmıştır. Antik Yunan filozofları arasından en bilindik isim olan Sokrates, insana mutluluk veren yegâne şeyin bilgi olduğunu düşünmektedir. Bu gayet anlaşılabilir bir yaklaşımdır. Çünkü İlk Çağ uygarlıkları, günlük hayatın içindeki her işlevi keşfetmiş ve öğrenerek gelecek nesiller için olağanlaştırmıştır. Bu dönem için mutluluk bilgiyken mutsuzluk da pek tabii bilgisizlik olacaktır.
Orta Çağ’da ise Hristiyanlığın skolastik baskısı ile mutluluk, dinin sınırlarına hapsedilmiştir. İnsanlar kendi mutluluk sınırları üzerindeki özgürlüğü kaybetmiş, papanın çizdiği ahlâk kurallarına uyarak veya cennetten verdiği garanti toprak üzerinden mutlu olmaya başlamıştır. Aslında Orta Çağ Avrupa’sında yaşananların ilk çağlardan bir farkı yoktur. İnsanlar bildikleri ile mutlu olduğuna inandırılmış ve çoğu zaman gerçek bilgiler insanlardan gizlenerek mutlulukları kişilere bağlı kalmıştır. Çünkü bu dönemin dini inancını insan şekillendirmiştir. Dolayısıyla kişiler değiştikçe ahlâk ve erdemden gelen mutluluk anlayışları da değişime uğramıştır.
Orta Çağ’ın karanlığı içinde yaşanan Rönesans ve Reform hareketleri Aydınlanma Çağı’nı getirmiştir. Çünkü Avrupa’dan başta Anadolu olmak üzerine Kudüs’e kadar ulaşan Haçlı Seferleri ile insanlar Doğu’nun aydınlığından etkilenmiş ve oradaki bilimsel gelişmeleri Avrupa’ya getirmiştir. Papazların oluşturduğu karanlığı, bilgiyi öğrenen insanlar bilgi ile aydınlatmıştır. Bu yüzden değişen insanlarla beraber Aydınlanma Çağı’nın mutluluk anlayışı da öğrenmek üzerine inşa edilmiştir. Dönemin bilginlerinden Descartes, mutluluğu “bilgeliğin meyvesi” olarak tanımlaması da söylediklerimizi desteklemektedir.
Aydınlanma Çağı ile yavaş yavaş modern anlamlar kazanan mutluluk 19. ve 20. yüzyıla gelindiğinde bambaşka bir noktaya ulaşmıştır. Bu dönem özellikle Osmanlı tarihi için batılılaşma kavramının ortaya çıktığı bir dönemdir. Batılılaşmak temelde, Osmanlı kültürüne ait olanları eski, Avrupa’dan öğrenilenleri ise yeni olarak algılamaktı. Toplumları oluşturan yaşadıkları devrimler ve dönüşümlerdir. Avrupa’nın yaşadıkları sonucunda elde ettiği her kavramı Osmanlı toplumuna giydirmeye çalışan aydınlar, topluma uymayan bu kıyafeti giydirmek konusunda ısrarcı oldular. Böylelikle bizim için yanlış batılılaşma dediğimiz olay gerçekleşmiş oldu.
Toplumu bireyler oluşturduğu için bireylerin mutluluğu toplumun mutluluğunu hâline gelmiştir. Bu toplum-mutluluk ilişkisi 19. ve 20. yüzyılda kendini daha çok göstermiştir. Toplumun mutluluğunu hedef alan Osmanlı geleneği ile yaşayan kişilerin mutluluk algısı farklı iken Osmanlı’yı eski, batılı âdetleri modern kabul edenlerin ise kendilerince mutluluk algısı oluşmaya başlamıştır. Böylelikle toplumda bireysel mutluluklara indirgenen bir kaos ortamı oluşmuştur. Bu ortam ise maalesef ki halk arasında çatışmayı da beraberinde getirmiştir. Sadece tartışan ya da kaosa sürüklenen bir toplumdan daha fazla zarar alan ise kendi kültürüne yabancılaşan bireyler ve yozlaştırdıkları nesiller olacaktır.
Sekülerleşen mutluluk
Batı’yı keşfedip onu kendinden kabul eden insanlar, batı tarzında üretimi başlatmıştır. Hem öğrenen hem de üreten insan modern olduğuna inanmıştır. Üreten toplum ile tüketen toplum arasından bir Sanayi Devrimi yaşanmıştır. Bununla birlikte gelişen teknoloji ile hızlı bir makineleşme başlamış, insan üretici konumdan tüketici konuma geçmiştir. İnsanoğlu kendi oluşturduğu dünyada tükettikçe mutlu olmuştur. Tüketim çılgınlığına mükemmel uyum sağlayan insan için mutluluk seküler bir anlam kazanmıştır. Nasıl giyindiğimizin ya da ne yediğimizin ön planda olduğu modern ve dijital çağ insanlardaki mutluluk anlayışını somutlaştırmıştır.
Mutluluğun geçirdiği tarihsel serüvenler incelendiğinde ilk başta kendinden başka hiçbir şeyi olmayan insan için mutluluk Tanrı tarafından bahşedilen bir şans olarak nitelendirilmekteydi. Çünkü insan önce varlığını anlamlandırmaya çalışmış ve sonrasında hayatında kendinden daha güçlü birinin varlığına ihtiyaç duymuştur. Zamanla daha çok öğrenip üreten insan enaniyet/benlik duygusuna kapılarak Allah’a imanı mutluluk sınırları dışına itmiştir. Oysaki, “İman edenler ve Allah’ı zikrederek gönülleri huzura kavuşanlardır. Bilesiniz ki gönüller ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur.”2 Kuran-ı Kerim’de manevî olarak mutluluğa yalnızca iman ederek ve çokça zikrederek ulaşılacağı açıkça belirtilmiştir. Maddî olarak ise, “Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.”3 ayeti ile ifade edilmiştir. Her iki ayetten de anlaşılacağı üzere insanoğlu ancak zikrederek ve çaba göstererek her manada mutluluğa erişecektir.
Sümeyye Bozkurt
Hüma Dergisi, Sayı:16
Kaynakça:
1 Handan Yalvaç Arıcı, Mutluluk Tarihi, Türkiye Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, sayı:9, s:217-243, 202
2 Rad Suresi, 28
3 İsra Suresi, 13