Biz meal araştırmalarımızda şunu gördük; dilin bütün alanlarına hâkim olmayan, Kur’an bütünlüğünü kavramayan, Peygamber tefsirini bilmeyen, hadislere vâkıf olamayan, sahabe ve tabiin yorumundan habersiz, kaynakları tarayamayan ve anlamayan, tefsir geleneğinden gelmeyen, kelimelerin değişik zamanlardaki izlerini sürmeyen, usulden (metodolojiden) habersiz, dille beraber sosyal bilimler ve pozitif bilimlerden mahrum birçok kişi meal hazırlamıştır.
Sonuçta “te’vil değil tahrif” doğmuştur. Mealle namaz kılınabilir diyenler işte bu tahrif yanlılarıdırlar. Bu arada şu hususu yineleyelim ki Diyanet gibi bir kurumun meallerinin ciddi olması ve çıkan mealleri en azından defalarca ilim ehline inceletmeleri gerekirken en gayri ciddi mealler Diyanetten çıkmıştır. Bu meallerin defalarca inceletilerek hatalarını şimdiye kadar sıfırlamaları gerekirdi. Maalesef bunları yapmadılar.
Mesela, Yaşar Nuri Öztürk’ün mealini üç dört defa inceleme fırsatı buldum. Tek kelimeyle dil ve din hataları dolu tam bir tahrif çalışmasıdır. Ana kaynaklardan kopuktur. Kavramlara istediği anlamı yüklemiştir. Acaba bu konuda adam kayıranlar, Allah için bu meali bir defa baştan sona okudular mı? Bu meal ilk çıktığında Dücane Cündioğlu’nun dışında kimse eleştirmedi.
Aynı ekolden Hüseyin Atay’ın mealine lütfen bakın ve inceleyin. Sure adlarının verilmesi bile ilginçtir. Atay’ın mealinden bazı sure başlarına bakalım; Düve/Bakara Bölümü, Sofra/Maide Bölümü, Sığırlar/Enam Bölümü, Yükseklikler/A’raf Bölümü, Kayalık/Hicr Bölümü, Aydınlık/Nur Bölümü, Ölçüt/Furkan Bölümü, Dişi Karınca/Neml Bölümü, Öykü/Kasas Bölümü, Dişi Örümcek/Ankebut Bölümü, Bizans/Rum Bölümü, Birleşik Güçler/Ahzab Bölümü, Sıralananlar/Saffat Bölümü, Kümeler/Zümer Bölümü, Altın Bezek/Zuhruf Bölümü, Açılım/Fetih Bölümü, Serpenler/Zariyat Bölümü, Keskin Anlayış/Hadid Bölümü vb.
Böyle bir adlandırmayı Sadi Irmak da yapmıştı. Cumhuriyetin başında olsaydı Hüseyin Atay’a sanırım ödül bile verirlerdi. Anlamadığımız, Hadid Suresinde “demir”den bahsedilirken Hoca niçin “Hadid” kelimesine “keskin bakış” anlamı vermiştir? Hadid kelimesinin geçtiği ayette bunu çağrıştıracak hiçbir karine yoktur. Bunun nedeni vücuh kelimelere bakmaktaki ciddiyetsizliktir. Yaptığı sure ismi çevrileriyle herhâlde içeriğe atıfta bulunmuş ama hiç de hoş olmamış. Özel bir isim olan “Ebu Leheb” hangi akılla “Alev Babası” diye çevrilmiştir ve surenin adı “Alev Babası” bölümü olmuştur. Ebu Leheb’in adı Abdüluzza olsa da toplumda bu adam, lakabıyla özdeşleşmiş ve adeta ona özel isim olmuştur.
Alev Babası suresinden Atay’a göre şu meal çıkmıştır: “Alev babasının iki eli kurusun da yok olsun! Malı ve kazandığı kendisine fayda vermez. O ve karısı, boynunda bükülü bir iple odun taşıyarak alevli ateşe yaslanacaktır.” Böyle bozuk bir meale kitap yazılsa yeridir. “Asr” Suresine de “Sıkıntı Bölümü” adını vermiştir. Bu çerçevede ilk ayete verilen anlam ilginçtir: “Sıkıntıya and olsun.” Bu sureye anlam verirken nasıl oldu da “asira” sıkmak fiilinden böyle bir geçiş yaptı? Bu yaklaşımı galiba Yusuf Suresinin 36. ayetinde Hz. Yusuf’a rüyasını anlatan gencin krala içki sıkıp sunduğunu ifade eden şu beyanından; “اَعْصِرُ خَمْرًاۚ” almıştır. Atay’ın verdiği anlamdaki and edilen “sıkıntı” meşrubat mı? Yoksa başka bir şey mi? Hadislerde Hz. Peygamber ikindi namazının önemiyle ilgili şu buyruğunu Atay Hoca’ya hatırlatan olmadı mı? “İkindi/asr namazını bilerek terk edenin amelleri boşa gider.” (Ahmed, Müsned, c. V, s. 349) Surenin içeriğinde, sıkılan bir şey mi var acaba? Üzerine and edilecek kadar önemli olan “sıkıntı” nedir?
Hüseyin Atay’ın besmele çevirisi de bize göre ilk sayılır. İlk derken, “Rahman” ve “Rahim” isimlerinin anlamlarını daraltması ve kısırlaştırmasını kastediyoruz. Atayın Besmele meali: “Acıyan Acıyıcı Olan Allah Adına” Tarihte bu isimlerin anlamlarını kimse bu kadar daraltamamıştır. Benzeri bir anlamı da Salih Akdemir şöyle vermişti: “Çok seven, çok müşfik olan Allah’ın adıyla”. Okuyucu, acıyan Allah’ı mı, çok seven Allah’ı mı? Bilecek. Bu kısır manalarla Besmele çevrisine şaşırmamak mümkün değildir. “Rahman ve Rahim” esmasının derin anlamlarını iki kısır kelimeye hapsetmek doğru değildir. Aynı fiil kökünden “Rahman” ve “Rahim” isimlerinin ayrı ayrı kullanılması da aralarındaki farka işaret etmektedir. Tefsir kitaplarında bu isimlerin özellikleri ve taalluk alanlarıyla ilgili sayfalarca yazı vardır. Elbette yukardaki kısır çeviriler ilmi de değildir.
Bize göre Hüseyin Atay’ın meali üzerinde çok güzel bir yüksek lisans tezi yapılarak; dil, belagat, deyim, usul, anlam daralmaları, kaynaklardan kopukluk, Kur’an bütünlüğünden uzaklık ve Peygamber tefsirine bakmamak açısından ilmi bir tenkitten geçirilmelidir. Fakat akademik hiyerarşi buna asla müsaade etmez. Bu sözümüz aslında bütün mealler için geçerlidir.
Konuyu Hüseyin Atay’ın Karia Suresine verdiği mealle nihayete erdirelim: “1 Gümbürtü. 2 Nedir gümbürtü? 3 Gümbürtünün ne olduğunu sen bilir misin? 4 O, insanların çırpınıp düşen pervaneye dönecekleri gündür 5 Dağlar, atılmış renkli yüne benzeyeceklerdir 6-7 Ancak tartıları ağır gelen kimse hoş bir hayat içinde olacaktır 8 Tartıları hafif gelenin ise, 9 Varacağı yer bir çukurdur. 10 Nedir o, sen bilir misin? 11 O, kızgın bir ateştir.”
Söylemekten belki hicap duyuyoruz ama bu mealde tahrif derecesinde hatalar vardır.
Mehmet Sürmeli