Lütfi Bergen'in 'Kul Hakları' kitabı ve kul hakkı kaygısını geliştirmek

Lütfi Bergen, 'Kul Hakları' kitabında hak kavramına farklı açılardan bir bakış sağlıyor. Kitapta Ayrıca Veda Hutbesi’nin neden İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi olamayacağından âhîlik teşkilatına, ‘yürüyüş mesafesi hakkı’ndan pazardaki malların nasıl satılması gerektiğine kadar birçok konu hak kavramı etrafında hem hukukî hem dinî açıdan kanıtlarla inceleniyor. Mehmet Akif Öztürk yazdı.

Lütfi Bergen'in 'Kul Hakları' kitabı ve kul hakkı kaygısını geliştirmek

“Hak” dendiğinde herkesin aklına farklı şeyler gelebilir. Fakat sonunda geleceğimiz nokta herkes için ortak bir tanım değeri taşır. “Kul hakkı” dediğimizde ise kavramın içine biraz daha dinin girdiğini düşünebiliriz. Lütfi Bergen’in “Kul Hakları” kitabının kapağını gördüğümde bunun sadece din üzerinden hak kavramını inceleyen bir kitap olduğunu düşünmüştüm. Fakat göz ardı ettiğim bir şey vardı: Lütfi Bergen hukuk fakültesi mezunudur. Bu sebepten olsa gerek kitabında genelde hak kavramını incelerken hukuksal yönden yaklaşmış. Fakat kitabın adının verdiği çağrışıma yönelmiş ve dinî açıdan kul hakkı kavramıyla hukuksal hakları birleştirerek ortaya daha detaylı bir konu çıkarmış.

Yazıgen Yayınevi tarafından neşredilen “Kul Hakları” kitabı, 351 sayfadan oluşuyor. Hem hacim hem muhteva olarak ağır bir kitap diyebiliriz. Geçtiğimiz mayıs ayında yayımlanan kitap iki ana bölümden oluşuyor. Bunların ilki “Hak Nedir?” başlığı altında bazı yazarların (Nurettin Topçu, Alev Alatlı, Ş. Teoman Duralı, İsmet Özel) konu hakkındaki yazılarına yapılan eleştirel incelemelerden veya ilgili yazarların konu hakkındaki görüşlerinin herhangi bir müdahale olmadan verilmesinden oluşuyor. Ayrıca hak kavramına farklı açılardan bir bakış sağlıyor yazar ilk bölümde. Kant’ın görüşleri çerçevesinde incelediği parçalar ilk bölümü ilgi çekici kısımlarından.

Hak kavramına da Batılılar gibi bakılıyor

İlk bölümün en önemli kısmı kitabın önsözü diyebiliriz. Lütfi Bergen klasik bir önsöz okumayacağımızı ve bu önsözün aynı zamanda bir giriş niteliği de taşıdığını söyleyerek kitabına başlıyor. Ve bu önsözün kitabın en önemli bölümü olduğunu ekliyor. Bergen’in dediği gibi kırk küsur sayfalık uzun sayılabilecek bir önsözle karşılaşıyoruz ve bu önsözün hem muhteva hem de dilsel olarak kitabın kalan bölümlerinden daha ağır olduğunu okudukça anlıyoruz. Önsözü okuduktan sonra kitabın geneli hakkında da bir fikir edinmek kolaylaşıyor. Zaten yazılış amacının da bu olduğu belli.

Bu bölümde kul hakkı konusunda Lütfi Bergen’in kilit bir pasajı var. Bu pasaja bakarak yazarın ‘hak’ ve ‘kul hakkı’na hangi açıdan baktığını anlamak da mümkün: “İslâm, Allah-insan ilişkilerinde ferdin zor-güç ile boyun eğdirilmesini gösteren tek haram göstermektedir: Kul hakkı. İnsana ancak kul hakkı konusunda zor-güç kullanılabilir. Fakat inanma, inanç ve dini yaşama konusunda zor kullanılamaz. Kâinattaki tüm varlıklar da kul hakkı kavramının sağladığı emniyetten faydalanabilir. Buna göre bir silah teknolojisi geliştiren ‘İslâmî ve adil toplum’, Hz. Süleyman gibi karıncaların dahi incinmemesini hesaba katmak ve onların da kul hakkını korumak mecburiyetindedir.”

Bu bölüme –hele bu aralar gündem Kudüs iken- birçok itiraz gelecektir. Özellikle ‘bu zamanda’ ile başlayan cümlelerle bu itirazların başlaması muhtemeldir. Fakat yazarın belirttiği gibi olaylara ‘kul hakkı’ açısından bakmanın bunu gerektirdiğine katılabilirim. İnce şeyleri kaybettiğimizde aslında her şeyi kaybettiğimizi bilmemiz gerekir. Fakat “ah, kimselerin vakti yok / durup ince şeyleri anlamaya.”

Canlı veya cansız her şeyi kul olarak görüyor Lütfi Bergen. ‘Hak’, ‘adalet’ ve ‘kul hakkı’ kavramlarına da bu yönden bakıyor. İslâmi literatürün ‘hak’ kavramına bakışını eleştiriyor, bu konu hakkındaki yazıları veya konuşmaları olanları yaptıkları konuşmalar üzerinden inceliyor ve kendine göre eksik veya yanlış gördüğü noktaları da belirtiyor. ‘Hak’ kavramının Batılılar gibi tasavvur edildiğini söylemesi en önemli eleştirilerinden. Lütfi Bergen bu eleştirileri yaparken duruma sadece muhteva açısından değil, kelimelerin kullanılışı açısından da yaklaşıyor. İsmet Özel bölümünde ‘hür’ ve ‘özgür’ kelimelerini irdelemesi bunun en iyi örneklerinden.

İlk bölümün en ilgi çekici bölümünün “Kul Hakkı Kaygısını Geliştirmek” olduğunu düşünüyorum. Bu bölümde Hayrettin Karaman, Şevket Kazan, Necmettin Erbakan, Rasim Özdenören gibi siyasi veya edebi kişiliklerin kul hakkı ve insan haklarına nasıl baktıkları eleştirel bir dille analiz ediliyor. Özellikle Rasim Özdenören’in, yazdığı iki yazı üzerinden yoğun eleştirildiğini görüyoruz. Fakat Lütfi Bergen bu eleştirileri yaparken hiçbir zaman aşırıya kaçmıyor. Delillerini ortaya koyuyor ve hakkını teslim etmesi gerektiği yerlerde de kitabına aldığı görüş sahiplerinin hakkını veriyor. Bu açıdan içi boş bir eleştiriden bahsedemeyiz.

Modern insan tabiatı inkâr etmektedir

Kitabın ikinci bölümü, daha büyük bir alan kaplıyor. Bu bölümdeki yazılardan bazılarının “Kenti Durduran Şehir” kitabındaki yazılara ek (zeyl) olduğunu belirtiyor yazar. Bazı yazıları ise ilk kez bu kitapla karşımıza çıkarıyor. Bu bölümün ilk bölüme göre daha akıcı ve kul hakkı-hukukî hak bağlamında daha ilişkisel olduğunu söylemek mümkün. Olaylara yaklaşırken birçok kişinin bakmadığı yönden bakan Lütfi Bergen’in yazdıklarını okuyanlar ‘yok artık, bu kadar da düşünmeye gerek yok’ tepkisi vereceklerdir. Görünmeyeni gördürmeye çalışıyor veya daha titiz-hassas olmamızı dikte etmeden söylüyor Bergen.

Bu bölümde Lütfi Bergen’in şehircilik, kent, ev, mahrem hayat, tabiat, otomobil gibi konuları işleyişi, kitabın genel anlamda en dikkat çekici taraflarından: “Atı yönetebiliriz, ona seyis olabiliriz. Araç ise bize seyislik eder. Otoyol bizi kontrol eder. Yol işaretleri egemenin kontrolünü verir. Mekanik-teknolojik üretim biçimi piliçleri tabii zamanından daha kısa sürede yenecek şekle getirir. Piliç ilahi bir varlık olmaktan çıkar. Zaman dijitale dönüşmüştür. Güneşin doğması veya batması, modern toplumu ilgilendirmeyen bir alana iteklenmiştir. Modern insan tabiatı inkâr etmektedir…”

Otomobil Allah’a isyan ederek gelmiştir

Lütfi Bergen olay ve olgulara hak ve emniyet bakımından yaklaşırken çok geniş çapta bir tasavvur geliştiriyor. Durup düşündüğümüzde buna hak verenler olacaktır ama maalesef 21. yy’da bunun yeterli nicelik ve nitelikte olacağını pek sanmıyorum. İnsanlar belli konforlara alıştırıldılar ve en çarpıcı örnek olarak diyebiliriz ki, otomobilsiz bir hayatı düşünemiyorlar. Bu kitabı okuyanlar Lütfi Bergen’in bazı yerlerde abarttığını dahi düşünebilir. Fakat Bergen ele aldığı durumlara geniş perspektiften bakıp sonunda bunu en başta dediği hak kavramına bağlayınca soru işaretleri çözülüyor:

Batı, azgelişmişliğe ittiği ülkeleri daha kısa sürede işgal için hayvanları, ormanları insan varlığının doğal komşusu olmaktan çıkarmıştır. Üzerine bindiğimiz, kendilerinden istifade ettiğimiz, seslerini duyduğumuz hayvanlar komşularımızdır. İnsan, otomobillerin komşusu değildir. İnsanın gerçek komşusu kendi özü olan toprak ve üzerindeki canlılıktır. Bu canlılık, tabiat, Allah’a secde eder. Otomobil ise Allah’a isyan ederek gelmiştir. Çünkü tabiatı alt etme niyeti onun mekanik özünde mündemiçtir. İnsanlık, otomobilleri ve konutları tarafından ‘ehlileştirilmiş’, kontrol altına alınmıştır; kuklalara dönüştürülmüştür. Attan inerek otomobile binmedik, otomobil tarafından sakatlanarak ‘istila edildik’.”

‘Yürüyüş mesafesi hakkı’ndan pazardaki malların nasıl satılması gerektiğine

“Kul Hakları” kitabında Lütfi Bergen, yazdıklarına genelde Kur’an-ı Kerim’den sık sık kanıtlar getiriyor. Baz aldığı ayetleri ve sureleri her zaman bildiriyor ve hem Arapça okunuşu hem de Türkçe mealini yan yana vererek fikirlerini dayandırdığı yeri açığa çıkarıyor. Bunun bu şekilde olmasının önemi –bence- şurada görünüyor: Modern Müslümanların Bergen’e itiraz noktasında bir daha düşünmeleri gerekiyor. Çünkü özellikle otomobil, Türk evi, şehir tasavvuru, toprak kanunları açısından onun dediklerine karşı çıkan çok kişi olacaktır. Sadece Kur’an-ı Kerim değil, insan hakları bildirilerinin-sözleşmelerinin yorumlanması ve istatistiki veriler, tablolar, kanunlar yazarın söylediklerine genel anlamda dayanak oluşturuyor.

Neye değinsek eksik kalacak. Çok geniş bir kitap “Kul Hakları.” Zaman zaman tablolara veya istatistiki verilere fazla boğulup okuru kitaptan uzaklaştırsa da özellikle ikinci bölüm bazı şeyleri düşünmemiz açısından oldukça önemli. Veda Hutbesi’nin neden İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi olamayacağından âhîlik teşkilatına, ‘yürüyüş mesafesi hakkı’ndan pazardaki malların nasıl satılması gerektiğine kadar birçok konunun hak kavramı etrafında hem hukukî hem dinî açıdan kanıtlarla incelenmesi de eserin ‘bütün’ bir hâle dönüşmesine yardım ediyor. Dilinin zaman zaman ağırlaşmasına rağmen insanı daha titiz düşündürmesi ve çağı sorgulatması açısından mühim bir eser. Okuyanlar, en olmayacağını düşündükleri yerlerin hak kavramına nasıl bağlandığını görünce şaşıracaklardır. Fakat tabii ki, kabul edip etmemek modern insanın tercihi.

Mehmet Akif Öztürk

YORUM EKLE