Kadılar hukuku adam ayırmaksızın uygulardı

Prof.Dr. Mehmet Akif Aydın'ın 'Osmanlı Devleti’nde Hukuk ve Adalet' kitabı Osmanlı hukuk sistemi ile ilgilenenlerin temel konular hakkında detaycı fakat bütüncül bir yaklaşım ile bilgi edinmelerini sağlayacak ana kaynak niteliğinde bir çalışma. Rumeysa Kılıç yazdı..

Kadılar hukuku adam ayırmaksızın uygulardı

Türk hukuk tarihi alanında akla gelen ilk isimlerden biri olan Prof.Dr. Mehmet Akif Aydın Hoca’nın Osmanlı Devleti’nde Hukuk ve Adalet isimli son kitabı, Osmanlı hukuk sistemi ile ilgilenenlerin temel konular hakkında detaycı fakat bütüncül bir yaklaşım ile bilgi edinmelerini sağlayacak ana kaynak niteliğinde bir çalışma. Kitap, “Genel Kısım”, “Özel Hukuk”, “Batılılaşma Dönemi Osmanlı Hukuku (Tanzimat Sonrası Dönem)” olmak üzere üç kısımdan oluşuyor.

İlk bölümde ilk dönem Osmanlı hukuk sistemi ayrıntılı bir şekilde irdelenirken kavramların açıklanması ve örnekler ile konu anlaşılır kılınıyor ki bu, okuyucunun resmi net görmesini sağlarken kitabın da okunulurluğunu arttırıyor. Malum, hukuk ağır bir alan olarak nitelendirilir. Bir de söz konusu olan Osmanlı hukuku olunca anlatım dili, okuyucuların terimlerle baş etmekte zorlanmaması ve konuyu anlayabilmesi açısından önem kazanıyor. Kitapta örfi hukuk ve şer’i hukuk bağlantısı, fetva kaynakları, kanunnameler ve Osmanlı sulhunun (Pax Ottomana) kurulmasında hukukun rolü, Osmanlı ceza hukuku, aile hukuku, Mecelle ve hukukta batılılaşma gibi akla gelen bir çok başlık ele alınıyor.

Osmanlı döneminde halkta adaletin sağlanacağına yönelik güven duygusu vardı

Belki iyimser bir oranlama olacak ama bugün Osmanlı, Cumhuriyet rejiminin resmi endoktrinasyonuna rağmen Türk toplumunun büyük bir kısmında, ‘Üç kıtayı yöneten ecdad’ olarak bir gurur vasıtasıdır. İmparatorluğa dair bu realite, sohbet ortamlarında bilindik kalıplar ile açıklanmayacak ve menkıbeler ile yüceltilmeyecek kadar da önemli bir meseledir. Evet, Osmanlı Devleti geniş bir coğrafyada altı yüz yılı aşkın süre varlığını devam ettirmiştir. Peki nasıl? Yönetimde adalet, Doğu düşüncelerinde devletin bekasını sağlayan en önemli bileşendir. Kuşkusuz Osmanlı’nın uzun süreli hükümranlığını da adalet düşüncesinin hakimiyeti ve bunun tebaaya yansıyan hali ile ilişkilendirmek zaruridir.

Mehmet Akif Aydın Hoca, altı yüz yıllık hakimiyetin ve özellikle Pax Ottomana olarak da adlandırılan iki yüzyılı aşkın sulh döneminin hukuki sebeplerini iki temel üzerinde yükseltiyor: İlk olarak, imparatorluğun tamamında hukuk kurallarının sabit ve biliniyor olması, ikinci olarak ise kuralların kadılar ve kamu görevlileri tarafından adam ayırmaksızın uygulanması. Bu iki önemli sebep, halkta adaletin sağlanacağına yönelik güven duygusunu oluşturmuştur. Bununla ilgili, hukukun düşmanının keyfilik olduğu gerçeği merkeze alınarak keyfiliği engellemeye yönelik alınan önlemler kitapta inceleniyor ve hukukun şeffaflığının Osmanlı’da sağlanma şekilleri örnekleniyor. Mesela kadılara gönderilen kanunnamelerin bizim ‘Duyduk duymadık demeyin’ olarak bildiğimiz usullerle pazar yerlerinde halka duyurulduğunu, hatta isteyenlere belli bir ücret karşılığında bu kanunnamelerin nüshalarının verildiğini öğreniyoruz. Cezalarda adam ayırt etmeme konusunda ise kitapta verilen bir örnek, konuyu açıklamaya sanırım yeterli olacaktır. Mahkeme kararı olmadan Bulgar reayayı cezalandıran bir Rumeli Beylerbeyi, Divan’a şikayet edilmiş ve suçu işlediği anlaşılınca cezalandırılmıştır.

Osmanlı’da etnik ve dini farklılıklara hukuki yaklaşım

Diğer bir mesele olarak karşımıza Osmanlı’nın, farklı milliyet ve cemaatlerden oluşan tebaasını kendi hukuk sistemi içerisinde konumlama şekli çıkıyor. Kitapta detaylıca incelenen konulardan bir tanesi de bu. Azınlık hakları konusunda günümüz modern toplumlarında yaşanan ciddi tartışmaları düşününce Osmanlı‘nın bu konudaki başarısı dikkat çekmeyecek gibi değil. Gayrimüslimlerin verilen beratlarla can ve mal güvenliği, din ve vicdan hürriyeti devlet tarafından teminat altına alınmış ve ahval-i şahsiye alanında önlerine iki seçenek konularak dilerlerse cemaat mahkemeleri, dilerlerse Osmanlı mahkemelerine başvurma hakkı tanınmıştır. Bunun dışında Hahambaşına bağlı küçük bir polis gücünün varlığı, Fener Patrikhanesi'nde bir hapishanenin mevcut oluşu gibi örneklerde ruhani reislerin cezalandırma yetkilerinin varlığına işaret etmektedir.

Sadece bu bilgiler bile, Osmanlı’yı, tanımı yanlış yapılan katı bir şeriat sistemi ile ilişkilendiren resmi ideolojinin ne kadar manipülatif bir çizgide hareket ettiğini gösterir nitelikte. Bu manada, ‘şeriat’ lafzını hiçbir zaman olumlamayan ve bu kavram ile korkutulan Osmanlı sonrası resmi ideolojinin yetiştirdiği çocukların bu kitaptan öğreneceği çok şey var. Mesela ağızlarda sakız olan ‘kol kesme’ cezasının, Osmanlı ceza hukukunda çalınan malın asgari bir değer altında (nisab) olduğu durumlarda tazir dediğimiz farklı bir cezaya çevrildiğini okuyoruz. Bunun dışında Osmanlı’da muhtelif suçlara en fazla uygulanan cezanın para cezası olduğu da bilinmeli. Bu konunun belki de en önemli noktası bu para cezalarının belirlenen üç kategoride suçlunun mali durumuna göre verilmesi oluyor. Ceza hukuku ile ilgili göz ardı edilmemesi gereken uygulamalardan bir başkası ise ölüm cezası gibi geri dönüşü olmayan cezalarda padişah divanının onayının aranmasıdır.

Ehl-i örf ile ittifak eden adil olamaz’

Örneklerin işaret ettiği ve kitapta da geçtiği gibi, İslam hukuk tarihi boyunca devlet başkanları kendilerini kanun koyucu olarak değil uygulayıcı olarak görmüşlerdir. Ancak bu durumun özel istisnaları yok değil. Asayiş ve merkeziyetçilik söz konusu olduğunda İslam esaslarının zorlanarak cezaların ağırlaştırılması da kitapta değinilen konular arasında. Mehmet Akif Aydın Hoca, buna örnek olarak Şeyhülislam Abdürrahim Efendi’nin beytülmal demirlerini hırsızlık maksadı ile keserken yakalanan hırsızla ilgili olarak verdiği fetvada ‘gayre ibret için’ ifadesini kullanmasını ve hırsızın padişahın emriyle siyaseten katl ile cezalandırılmasını vermiştir. Kitapta bu konu sadece bu olay özelinde değil genel olarak ayrıntılı bir şekilde işlenmiş.

Bu örnek dışında ehl-i örfün asayişi sağlamak amacı ile suçlu saydığı kimselere ağır örfi cezalar verme arzusunun ehl-i şer tarafından hukuk çizgisine çekilmeye çalışılarak engellenmek istemesi genel bir durum olarak söz konusu edilmiş ve bu duruma da örnekler ile işaret edilmiş. Ebussuud Efendi’nin ‘Ehl-i örf ile ittifak eden adil olamaz.’ sözü bu konuda göze çarpan önemli ayrıntılardandır. İslam yönetim anlayışının tepe noktasındaki ‘ulul-emr’’in adaletsiz uygulamalarına karşı ehl-i şer’in frenleyici olduğu dönemler adaletin güçlendiği dönemler olarak görülmelidir. Ancak Osmanlı hukuk sistemi fanatikçe iddia edilecek bir kusursuzluk içinde değildir ve bu frenleme dönem dönem sekteye uğramıştır. Bunun örneklerine kitapta da rastlıyoruz ki bunlarda bir tanesi de şer’i hukukta yeri olmayan işkencenin örfi hukukta meşru bir itiraf vasıtası olarak görülmesi ve kanunnamelere girecek kadar yerleşmiş bir uygulama olmasıdır.

Ancak bütün bunlar değerlendirilirken, Hoca’nın kitapta geçen ‘Osmanlı hukukunu veya bugünkü pozitif hukuku kutsama gayretlerinin bu alandaki çalışmaların objektifliğini etkilediği bir vakıadır.’ cümlesi nazar-ı dikkate alınmalıdır. Klasik Yayınları'ndan çıkan bu kitabın, bu alanda başvurulacak temel kaynaklardan bir tanesi olması, Hoca’nın bu perspektif üzere verdiği emek ve çalışmanın bir sonucudur. İstanbul Hukuk ve Marmara İlahiyat Fakültesi mezunu bir hukuk tarihçisi olan Prof.Dr. Mehmet Akif Aydın’ın eserlerinde gösterdiği titizliği ve şer’iyye sicillerinin arşivlerden masalara gelmesi hususundaki özel alakası biliniyorken kitabın niteliği ile ilgili söylenecek çok da bir şey kalmıyor. Alana ilginiz varsa, bu kıymetli eser kütüphanenizde muhakkak bulunmalı.

Rumeysa Kılıç yazdı

YORUM EKLE