İki Dostun, İki Gönüldaşın 60 Yıl Saklanan Mektupları Bu Gurbetname'de

Süheyl Ünver ile Uğur Derman arasındaki mektuplaşmalar 'Gurbetnâme' adıyla yayımlandı. Kimi yerlerde renkli bir formatta mektupların asılları ile Süheyl Ünver'in gönderdiği kartpostallardaki resimler, mektuplarda bahsi geçen hat levhaları, mezar taşları ve kitabeler de kitaba konulmuş. Oktay Türkoğlu yazdı.

İki Dostun, İki Gönüldaşın 60 Yıl Saklanan Mektupları Bu Gurbetname'de

Kubbealtı Neşriyatı, Süheyl Ünver ile Uğur Derman arasındaki mektuplaşmaları Gurbetnâme adıyla yayımladı.

Kitabı yayına hazırlayan Samiha Uluant Ataman, kitabın sunuş bölümünde eski yazımız ile yazılmış mektupları okurken zorlandığını belirtiyor: ''Uğur Derman'ın inci gibi el yazısını okumak beni çok zorlamış olmasa da, sıra Süheyl Bey'in mektuplarına geldiğinde iş değişti. Çok küçük ve neredeyse satır boşluğu bırakılmadan yazılmış bu mektuplarda, sayfanın dört bir tarafı yazıyla doldurulmuş.'' Neyse ki kitabı hazırlarken mektupların muhatabı olan Uğur Derman'dan yardım alan Uluant, hazırlık sürecinde onun engin birikimden faydalandığını da ilave ediyor.

Yine sunuş bölümünde, Süheyl Ünver ile Uğur Derman hakkında biyografik bilgiler veriliyor ve bu iki mümtaz şahsiyetin arasındaki kesişim noktaları açıklanıyor. Uğur Derman henüz 20'li yaşlarında güzel sanatlara meraklı bir eczacılık talebesidir ve Üsküdar Toygar Tepesi'nde mukim Necmeddin Okyay ile tanışmak ister, ısrarları neticesinde Üsküdar Valide-i Cedid Camii'nin kayyımı Saim Efendi onu Okyay ile tanıştırır. Zamanla baba-oğul münasebetine dönüşen ilişkileri Hoca'nın 1976 yılındaki vefatına kadar yirmi küsur sene sürmüş. Uğur Derman'ın Süheyl Bey ile tanışması ise 22 yaşına tesadüf eder. Necmeddin Okyay, Tuğrakeş İsmail Hakkı için yazdığı kabir kitabesini Uğur Derman'a vererek, ''Bunu Süheylime götür, göster ve kendisiyle tanış'' diye buyurunca onunla mülaki olan Derman, Süheyl Ünver'e hatla meşgul olduğunu söyleyince, ondan; ''O halde bundan sonra buraya da geleceksiniz.'' diye karşılık bulur.

Kitapta karşılaştığımız güzellikler

Mektuplar 1958-59 yılları arasında Süheyl Ünver'in devletin kendisine tanıdığı izinle Amerika'ya araştırma yapmak üzere gitmesinden sonra, Uğur Derman'a orada kendisini mektupsuz bırakmamasını söylemesinden sonra başlamış. Uluant; ''Süheyl Bey'in gündelik hayatındaki mesafeli duruşu bu mektuplarda vatan hasretinin de tesiriyle çok samimi ve hissi bir şekle dönüşecektir.'' diye belirtiyor.

“Bu Mektuplara Dair” başlığıyla Uğur Derman'ın da çok kısa bir önsöz mahiyetinde yazı kaleme aldığını belirtelim. Bu kısımda Derman, Süheyl Hoca'nın 18 Nisan 1959 tarihinde kendisine gönderdiği mektubun sonunda ''Bir gün kitaplara geçecek mektuplarınızı muntazaman beklerim'' sözünü alıntılayarak bu kitabın müjdesinin daha o günlerden Süheyl Ünver tarafından verildiğini bildiriyor.

İlk mektup 10 Ekim 1958 tarihinde Uğur Derman tarafından postalanıyor. Bu mektuptan anlıyoruz ki Süheyl Bey, Amerika'ya salimen varması için bir adak adamış, bunun için de talebesini vazifelendirmiş.

Mektuplarda geçen özel isimlerin dipnot şeklinde, şahısların doğum-ölüm yerleri ve tarihleri verilerek aktarılması ile haklarında kısa birkaç cümlelik bilginin de eklenmiş olması kitabın bize sunduğu güzelliklerden biri olarak öne çıkıyor. Ayrıca kimi yerlerde renkli bir formatta mektupların asılları ile Süheyl Ünver'in gönderdiği kartpostallardaki resimler, mektuplarda bahsi geçen hat levhaları, mezar taşları ve kitabeler kitaba konulmuş ki mektupları bunları görerek okurken ayrı bir lezzet duyuyoruz.

Merhum Fuzuli, merhum Baki der miyiz hiç?

Bu arada mektupların yazıldığı yıllarda önemli hadiselerin yaşanıyor olması da mektuplarda akis buluyor. Uğur Derman'ın Yahya Kemal'in merhum olduğunu Hocasına ifade etmesi, Süheyl Ünver'in yolladığı mektupta; ''Yahya Kemal Bey -merhum lafını hiç kullanmayın. Hiç Fuzuli, Baki merhum der miyiz? Ama yaşamayanlara söyleyebilirsiniz, rahmete onlar muhtaçtır-'' şeklinde mukabele buluyor.

Mektuplarda o kadar leziz bir üslup hakim ki bunu mektupların içeriğine bakmadan da; Uğur Derman'ın ''Muhterem Efendim, Özlediğim Hocam'', ''Mütehassiri olduğum Muhterem Hocam''; Süheyl Ünver'in ''Azizim, Uğurum, Dermanım!'', ''Benim Uğurlu Dermanım'' gibi hitaplarından anlayabilmek mümkün olur sanıyorum.

Mukteza-i hâle mutabık şiirler

Kitapta dipnotlarındaki bilgilerin bizlere sunduğu ilginç anektodlar da bulunmakta. ''Elli Sanatseverler'' örneğin. 1950'li yıllarda Süheyl Ünver'in sanat dostu elli kişiden onar lira toplayıp seri halinde hattat ağırlıklı risaleler neşretmiş olduğunu öğreniyoruz. Yine Uğur Derman'ın yazdığı bir mektupta şu ilginç anektod aktarılıyor: ''Hattat Sami Efendi karalamalarını birçok hattatlar gibi gömmez veya yakmazmış. Birikince bir torbaya doldurup taşa bağlar ve İstanbul'dan Üsküdar'a geçerken kayıktan denize atarmış.'' Yine bu dipnotlardan öğreniyoruz ki Süheyl Ünver, hocaları dışında yaşı sekseni geçen dostlarını ''torunum'' diye anarmış.

Mektupların hemen hemen hepsinde bir mısraya, bir beyit veya bir kıtaya rastlamamız da -kimi zaman bir şiirin tamamının konulduğu bile olur- şiirin ehemmiyet derecesini gösteriyor bu iki şahsiyet için. İşin hoşa giden tarafı ise bu şiirlerin alelade bir şekilde konulmamış olması; mektuplarda dile gelen özlemlerin, meramların eskilerin deyimiyle ''mukteza-i hâle mutabık'' olarak seçilmiş olarak ifade bulması.

“Burada herkes semayı feth ile meşgul”

Süheyl Ünver Amerika'da olduğu süre zarfında çeşitli üniversitelerde konferanslar verir ve sergiler açar. Onun burası hakkındaki izlenimleri de ilginçtir. Bir yerde ''Burada herkes semayı feth ile meşgul'' der. İnsanların burada kafasını kaldırmaya bile vakit bulamayışı, sürekli kendilerine bir meşguliyet icat etmeleri ve kütüphanelerin, müzelerin sayısı onu imrendirir. Ancak müzelerde gördüğü İslam sanatı eserlerinin buralarda bulunuyor olması da onda bir teessüre yol açar.

“Artık bu dehre ondan büyük insan gelmez”

Yine mektuplarında adını anmayı ihmal etmediği hocası Necmeddin Efendi hakkındaki ihtimamını; ''O bir tanedir. Sakın onu yalnız bırakmayın. Artık bu dehre ondan büyük insan gelmez. Aman öksürse bile yazın. O bile, boş değildir.'' sözleriyle açıklar. Uğur Derman o yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde Eczacılık okumaktadır ve imtihanlarda kendilerine zorluk çıkaran yeni tayin edilen bir doçentten bahisle; ''Kurban bayramı arefesinde bu kadar kurban vermenin dinde yeri var mı?'' diye veryansın eder. Süheyl Ünver ise devam eden mektubunda Uğur'unu teselli eder ve; ''Ben imtihan etmesini ve genç gönülleri rencide etmesini sevmiyorum. Zira insan, hayatında bunları her hâl ü kârda mahcup olmamak için öğrenecek.'' der. Uğur Derman'a her vesileyle güzel sanatlarla meşgul olmasını öğütleyen Ünver, ''Bak Sultan Mecid kitabesi demiyoruz, Mustafa İzzet Efendi yazısı tevcihini kullanıyoruz.'' diyerek sanatçılığın ve sanat eseri vermenin kalıcılığına ve önemine vurgu yapar.

Şu sistemli çalışmak, meğerse ne verimli neticeler doğuruyormuş

Uğur Derman ise henüz 24-25 yaşlarında bir genç olarak hocasına karşı ihtiramı ve üslubu ile müktesabatının genişliği hayranlık uyandıracak kertededir. Hocasına bazen 4 sayfayı aşan mektuplarla memleketinden havadisler bildirir ve hocasının ona hatlarını yapması için tavsiyede bulunduğu kelam-ı kibar sözlerini büyük bir tevazu ile yerine getirmeye gayret eder. Bu süre zarfında Necmettin Okyay'ın yanına sık sık uğrayan Derman, onun yalnız kalmaması ve ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda büyük bir vefa borcu üstlenir.

Süheyl Ünver'in istedikleri vakitten yaklaşık 2 ay kadar geciken –ve onları üzmüş olacak ama bize birkaç mektup daha okuma bahtiyarlığı bahşeden- dönüş yolculuğu ise 12 Eylül 1959 tarihinde gerçekleşir. Ünver; ''Şu Birleşik Amerika'da hayretlerle yaşadım ve dönüyorum. Şu sistemli çalışmak, meğerse ne verimli neticeler doğuruyormuş.'' diyerek düşüncelerini belirtir.

Kitabın son kısmında ise Ekler var. Bu kısımda Uğur Derman'ın Türk Düşüncesi mecmuasında Peyami Safa'nın açtığı dini bir ankete Ali Fuat Başgil'in verdiği cevabı ile Hattat Sami Efendi’nin Kapalıçarşı'nın Nuruosmaniye kapısında bulunan hattı ile ilgili çeşitli fıkralar bulunmaktadır.

Altmış yıl karşılıklı saklanmış bu mektupların kültür hayatımıza kazandırılması vesilesiyle emeği geçen herkese okurlar olarak şükranlarımızı sunmak ve tebrik etmek gerekiyor.

Oktay Türkoğlu

YORUM EKLE

banner36