Hasan Sabbah Ortaçağın önemli liderlerinden biri… Öğretisi ve içinden hiç çıkmadığı iddia edilen Alamut Kalesi… İsmaili adlı mezhebi kurduğu iddia edilen Hasan Sabbah kimdir, öğretisi nedir, Alamut Kalesi neden bu kadar önemlidir? Bu soruların cevaplarını bulacağımız bir kitap var elimizde. Ayşe Atıcı Arayancan’ın yazmış olduğu “Dağın Efendisi Hasan Sabbah ve Alamut” adlı kitap Yeditepe Yayınları tarafından yayınlanmış.
Yazar Arayancan, kitabının başında dört halife dönemindeki ayrılıkları anlatmış. Özellikle Hz. Ali (ra) ve Hz. Muaviye (ra) dönemini… Ardından kitabın kahramanı Hasan Sabbah karşımıza çıkıyor. Yazar, İsmaillilerin Hasan Sabbah’a, “Seyyidina (efendimiz) Hasan” adını verdiğini hatırlatıyor. Babası, ilmi seven bir kişi olarak, Sabbah’ın kelam, mantık, felsefe ve matematik eğitimi almasını sağlamış. Sabbah’ın çocukluğunda din adamı olmak istediğini öğreniyoruz. Sabbah, yaşı ilerleyince Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün yanında idari olarak görev almış. Lakin yazar, Sabbah ile Nizamülmülk’ün arasının mali işler nedeniyle bozulduğunu söylüyor. Zamanla Sabbah’ın okuma metinleri değişmiş ve İbn Attaş’ın da onayıyla İsmaili mezhebine dâhil oluyor. Arayancan’ın belirttiğine göre İsmaili eğitimini geliştirmek için Mısır’a giden Sabbah, buradaki sünni âlimlerin büyüklüğünü reddettiği için buradan kovulur, İsmailiği yaymaya çalıştığı için de sürgüne gönderilir. Yazar, Sabbah’ın yolunun İran’a düştüğünü, burada İsmailiğin propagandasını yapmaya başladığını belirtiyor.
Sabbah’ın destekçisi zaman içinde sürekli artar ve bu da Selçukluları rahatsız ettiği için Nizamülmülk tarafından takip edilmesi ve sonrasında da yakalanması istenir. Sabbah ise kaçar. Yazar burada şuna dikkat çekiyor. Birincisi, Sabbah çok iyi bir propagandacıdır. İkincisi ise, Selçuklu yönetiminden memnun olmayanları kendi yanına çekmeyi başarabilmektedir. Yazara göre Sabbah, kendine bağlı insanların artmasıyla beraber bir yerde ikamet etmek istemektedir. Bunun için de en uygun coğrafya Alamut Kalesi’dir. Fakat kale bu dönemde Sultan Melikşah’ın da onayıyla Hüseyin soyundan gelen Alevi-Mehdi adında birinin yönetimindedir. (S.35) Sabbah, kalede bulunan askerlerin bir kısmını zamanla kendi tarafına çeker ve ayrıca İsmaililerin de kaleye sızmasını sağlar. Büyük bir güce ulaşınca da kendisi kaleye gizlice girer. Dehhuda adıyla bir süre kimliğini gizleyerek yaşamaya başlar. Mehdi ise Sabbah’ın gerçek kimliğini öğrendiğinde ise iş işten geçmiştir. “Sabbah Alamut’un bedeli olarak üç bin dinarlık bir senet vererek, Mehdi’nin kaleden serbestçe ayrılmasına izin verir.” (S.36) Böylece Sabbah daha rahat propaganda yapar ve dört bir tarafa propagancılarını gönderir.
Selçuklular ve Alamut Kalesi
Peki, Sabbah neden özellikle bu kaleyi istemiştir? Yazar kalenin iki bin metreyi aşan kayalar üzerine kurulduğunu, dağlar ile kuşatıldığını, dışa kapalı ve verimli bir vadi üzerinde bulunduğunu belirtiyor. İsminin de “Kartal Yuvası” anlamına gelen “aluh” ve “amut” kelimelerinden meydana geldiğini ekliyor. Yazarın belirttiğine göre Sabbah, kaleye surlar ve su kuyusu yaptırıyor. Kaleyi dış saldırılara karşı güçlendiriyor. “Nitekim Moğol hükümdarı Hülagu kaleyi ele geçirdiği zaman kalenin yıkımı için birçok asker ve devşirme görevlendirmiş, ancak duvarlara kazma işlemeyince, önce evlerin damlarını, daha sonra da duvarlarını yıkmak için uğraşmışlardır.” (S.39)
“Selçuklular ve Alamut Kalesi” başlıklı bölümde yazar, İran ve Afganistan coğrafyasının bu dönemde tam olarak zerdüştlüğün etkisinden kurtulamadığını ve Sabbah’ın da İsmaililiği yaymak adına bunu kullandığını belirtiyor. Bu döneme kadar Sabbah’ı çok önemsemeyen Selçuklu Sultanı Melikşah ise Sabbah’ın bu çalışmalarının ardından Nizamülmülk’ü bu konuyla ilgilenmesi için görevlendirir. Vezir önemli bir orduyla kaleyi kuşattırır. Günlerce süren kuşatmanın ardından açlığa dayanamayacak noktaya gelen halk Sabbah’tan yardım ister. Sabbah ise sabretmelerini söyler. Ardından kaleyi kuşatan Emir Yoruntaş’ın ölmesiyle kuşatma kaldırılır. Halk bunu Sabbah’ın kerametine bağlar. “Sultan Melikşah, Hasan Sabbah’ı yeni bir din icat etmek ve cahilleri kandırmakla suçlar ve eğer kendisine itaat edilmez ise kalelerini yerle bir edeceğini bildirmek üzere elçi ile bir mektup gönderir. Hasan Sabbah ise bu mektuba karşılık olarak Müslüman olduğunu, Abbasilerin hilafeti gasp ettiğini, hilafetin gerçek sahibinin Fatımi olduğunu söyleyerek sultanı Nizamülmülk’ün entrikalarına karşı uyarır ve Selçuklu Devletini tehdit eder.” (S.49)
Peki bu sürecin devamında ne olur? Yazar, İsmaillilerin gayretleriyle Nizamülmülk’ün suikast düzenleyerek öldürülmesi ve Selçuklu tahtından Melikşah’ın ölümünün ardından Muhammed Tapar ve Berkyaruk arasında iktidar mücadelesinin başlamasıyla İsmaililerin rahatladığını ve Sabbah’ın büyüdüğünü söylüyor. Bu süreçte Sabbah, saray ve ordu içine sızmıştır. Kendisi ile ilgili tüm olaylardan haberdar olur. Selçuklu askerlerinin önemli bir kısmını kendi yanına çeker. “İsmaililere karşı olan komutanlar ve vezirler, evlerinden dışarı zırh giymeden ya da koruma almadan çıkmaya cesaret edemez hale geldiler.” (S.55)
Mehmet Tapar iktidara geçtikten sonra, Hasan Sabbah’a ciddi bir darbe vurmak istemektedir. Bu sebeple İsmaililere ait Şahdiz Kalesi ele geçirildi. Lakin Sabbah’ın adamlarının saraya kadar girmesi hükümdarı iyice tedirgin etmiştir. Bu tedirginliğe rağmen Tapar, Alamut Kalesi’ni kuşatmıştır. Kuşatma esnasında Tapar’ın ölmesi, “İsmaililer için yeni bir kurtuluş kapısı olurken moralleri yükseltmiştir.” (S.72)
Yazar, Tapar’ın ardından Sultan Sencer döneminde de İsmailiğin devlet için bir tehlike olduğunu belirtiyor. Sencer kendi döneminde de İsmaililer üzerine yürüdü. Ama Hasan Sabbah, saraydaki bir adamı vasıtasıyla Sultan Sencer’in odasına girerek yatağının altına bir bıçak koyup “eğer ben sultanın iyiliğini düşünmeseydim, sert yere konmuş olan o bıçağı onun yumuşak göğsüne saplatırdım” notunu bırakması üzerine Sencer, Sabbah ile anlaşmak zorunda kaldı. (S.75) Sultan, Sabbah’tan inançlarına davet etmemelerini, yolları tehdit etmemelerini, yeni kaleler yapmamalarını istemiştir. Yazara göre, bu antlaşmanın ardından iki taraf da yeniden mücadele içine girmemiştir.
Hasan Sabbah nasıl öldü?
Yazar, “Hasan Sabbah’ın Ölümü” başlıklı bölümde kitaba konu olan kahramanı detaylandırıyor. 90 yaşında, 1124’ de ölen Sabbah, Alamut yakınlarında gömüldü. Fakat mezarı Moğollar tarafından yıkılmıştır. (S.79) “Kendi davası uğruna 35 yıl Alamut’ta yaşamış ve rivayetlere göre kaleden aşağı hiç inmemiş, ikametgahından sarayın damına gitmek için sadece iki kez çıkmıştır. Kendisini dünya işlerinden soyutlayarak, yaşamını İsmaili davasına adamış, tüm zamanlarını ibadetle, kitap okumakla, ülke işleri ile uğraşarak geçirmiştir.” (S.80) Yazar, Sabbah’ın içki içmediğini, şarap içen oğlu Muhammed’i ise bu sebeple öldürdüğünü belirtiyor.
Sabbah, Ta’lim doktrinini şöyle anlatıyor. “Allah’ı tanımak akıl ve düşünceyle mümkün olmaz, İmam’ın rehberliğiyle olur. Çünkü dünyada yaşayan yaratıkların çoğunda akıl ve dini düşünce vardır. Eğer akıl Allah’ı tanımakla yeterli olsaydı, hiçbir akıl sahibi diğerinden farklı bir Allah mefhumuna sahip olmaz ve bu konuda görüş ayrılığına düşmezdi. Onun için herkes aklının erdiği kadar dindardır.” (S. 144)
Yazar kitabının “Kıyamet İlanı” adlı bölümünde İsmaililerin farklı konulardaki görüşlerini paylaşmış. İsmaililer, Ramazan’ın 17’sini kıyamet bayramı olarak ilan edip, o gün şarap içip, sazlı sözlü eğlenceler düzenlemiştir. (S.149) Namaz konusunda ise şu ifadeleri kullanıyor yazar: “Artık şeriatın istediği 5 vakit namaz gereksizdir, kıyamet döneminde insanlar kalplerinde daima Allah ile birlikte olacaklardır ve gerçek namaz da budur.” (S.150)
Peki, İmam kimdir? İsmaililere göre imamet, hem dini hem de dünya reisliği manasına gelen manevi bir kuvvettir. “Ayet ve hadislere istediği manayı verebilir. Onun öğretilerine uyanlar namaz, oruç gibi mükellefiyetlerden kurtulur. Bu nedenle de tefsir ve hadis ilimlerine diğer mezhepler kadar önem verilmez ve gerçek bilginin taşıyıcısı ve Kur’an’ı yorumlayan, anlamlandıran tek kişi imamdır.” (S.163)
Ayşe Atıcı Arayancan’ın “Dağın Efendisi Hasan Sabbah ve Alamut” adlı kitabı, kitabın kahramanını merak edenler için bir başucu kitabı… Bu önemli kitap, dönemin kaynakları esas alınarak hazırlanmış.
Sedat Palut
Bu kitabi yazarken hangi kaynaklardan faydalanarak yazdiniz birde sabbahı over şekilde anlatmışsınız hiç birisi doğru değil burada yapmak istediğiniz seyde sialigi övmek