Hakikat incisinin peşinde bir veli: Necmüddin Kübra

Dergâh Yayınları arasından çıkmış olan "Tasavvufî Hayat" kitabı giriş kısmı ve Necmüddin Kübra’nın 3 eserinin tercümesinden oluşuyor. Mustafa Körkün Tarhanacı yazdı.

Hakikat incisinin peşinde bir veli: Necmüddin Kübra

Anadolu Beylikleri döneminde, tasavvufun Anadolu medeniyetlerine rengini vermeye başladığı; Geylanî, Yesevî, Rufaî, Şazelî, Arabî, Sühreverdî, Konevî, Hacı Bektaş Veli gibi pirlerin tasavvufu okullaştırdığı bir çağda, tarikatların en canlı döneminde hayata geldi Ahmed bin Ömer (Kesin olmamakla birlikte 1145 yılı).

Nam-ı diğer Şeyh-i Velî-tıraş (Veli yontucu şeyh) Necmüddin Kübra Hazretleri şeriat gemisinde, tarikat denizinde, hakikat incisinin peşinde onlarca müridin velayetine vesile olup talebe yetiştirdi. Düşünce ve irşadının etkisi, yetiştirdiği talebeleri vasıtasıyla Türkistan’dan Anadolu’ya, İran’a, Irak’a; Hindistan’dan Çin’e kadar ulaşmıştı. Şeyhin feyzi Bahaeddin Veled (Mevlana’nın babası) ve İmam-ı Rabbanî’ye uzanmış, Mevleviliği ve Nakşiliği etkilemişti. Bazı araştırmalara göre 1983 yılında Kübrevi Tarikatı’nın mensuplarının Çin’de on binin üzerinde olduğu belirtilmiştir. Son dönemlere kadar Kübreviye mensupları Rusya’daki rejime direnenlerin başında geliyordu.

Bir mürşid-i kamil ile seyre çıkan irfan mekteplerinin Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine uzun yıllar boyunca süren derin etkisi sadaka-i cariyenin müthiş misalidir. Emir Sultan, babası Seyyid Ali’den ve silsile yolu ile Ali el-Hemedanî’den Ali Lala’ya kadar Kübreviyye tarikatından olup, Buhara’dan Bursa’ya göç etmiş, Kübreviyye bu sayede Anadolu ile tanışmıştır. Emir Sultan 500 müridiyle 1422’de II. Murad ile İstanbul kuşatmasına katılmıştı. Vefatından sonra bir süre Emir Sultan’a nispet edilen dergâh daha sonra bir Nakşi dergâhı olarak hizmetlerine devam etmiştir. Kübrevi’den feyz alan Süleyman Çelebi 1409’da Mevlid’i yazmıştı. Manevi âlemde hayırlar bu şekilde dalga dalga yayılmaktadır.

İlim tahsili için çıktığı ve tasavvuf terbiyesi aldığı 5 yıllık serüvende Harizm’den çıkıp Nişabur, Hemedan, İsfahan, Mekke, İskenderiye’de eğitimler alıp tekrar Harizm’e dönmüş ve irşad hizmetini burada başlayıp sürdürmüştür. Hemen hemen tüm tarikatlarda olduğu gibi Necmüddin Kübra da sohbet, irşad ve eserleri ile talebe yetiştirmiş, vefatından sonra müridleri geleneğini sürdürmek için dergâhlarda teşkilatlanmışlardır. 35 yıllık irşad hizmetini 1221 yılında şehadetle taçlandırmıştır. Cenge tutuştuğu sırada perçeminden tuttuğu Moğol’u, şehadetinden sonra ancak saçını keserek elinden alabilmişlerdir. Bu sırada Harzemşah Sultanı Mahmud Harzemşah’ın memleketten kaçtığı anlatılır. Mevlana, bu olaya şu mısra ile işaret etmiştir:

Bir elden nûş edip iman şarabın

Bir elde perçem-i kafir tutarlar.

Dergâh Yayınları arasından çıkmış olan Tasavvufî Hayat kitabı giriş kısmı ve Necmüddin Kübra’nın 3 eserinin tercümesinden oluşuyor. Tercüme  tasavvuf  tarihi uzmanı Prof. Dr.  Mustafa Kara’ya ait. Giriş kısmında Mustafa Kara, şeyhi, fikirlerini, mürşidlerini, müridlerini, tarikatını ve eserlerini tanıtıyor. Sonra şu üç eserin tercümesine yapıyor:

Usûlu Aşere / Şerh-i Usûl-i Aşere

Bu kısımdaki italik kısa metinler Necmüddin Kübra’ya ait, geri kalan geniş kısımlar İsmail Hakkı Bursevî’nin yaptığı şerhler. Kübra eserinde 10 (aşere) tasavvufî esası anlatıyor.

Hakk’a ulaşmak için her yolu denemek lazım. Kübra da “Allah’a ulaşan yollar yaratıkların nefesleri sayısıncadır” diyerek başlıyor ve Hakk’a varmanın ipuçlarını veriyor.

Bursevî ile birlikte tefekkür ediyoruz: 1) İbadet ve salih amel, 2) Mücahede ve riyazet, 3)Aşk, cezbe ve mahabbet. Bursevî’nin Hallac-ı Mansur’a dair ilgi çekici ifadelerine şahit oluyoruz. Kübra’ya göre üçüncü yol en hızlı Allah’a ulaşan yol. Mevlana tarafından Tarîk-i Şuttâr olarak isimlendirilen bu yolun en müessir olduğunu belirtir  “nefis tezkiyesi, kalp tasfiyesi ve aşkı” bu yolun köşe taşları olarak sunar. Gönül yıkmak en büyük günah, gönül yapmak en büyük sevaptır.

Kübra işte bu eserde Tarîk-i Şuttâr’ın 10 esasını anlatıyor. Bu mümtaz yol nefsin ölümü üzerine kurulmuştur, nitekim Hz Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Ölmeden önce ölünüz.”  Her esasın tanımında “bir ölü gibi” ibaresine vurgu yapılır: Tevbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet, devamlı zikir, tamamen Allah’a yönelme, sabır, murakabe, rıza. Bursevî uzun uzun “La ilahe illallah” zikrinin en üstün zikir olduğunu izah eder.

Risale ile’l Haim

Bu eserde Kübra, kalbi parlatan ve Allah’a yaklaştıran şu mücahede yöntemleri üzerinde duruyor: Beden temizliği, halvet, devamlı susmak, devamlı oruç, devamlı zikir, teslimiyet, hatıra bir şey getirmemek, kalbi şeyhe raptetmek, ancak mecburiyet halinde uyumak, yeme içmede orta yolu izlemek. Bunlar ilk bakışta Cüneyd Bağdadî’nin tarikatı olarak bilinen 8 şartı hatırlatmaktadır.

Kübra, ancak bu metodlarla kalbin nurlanacağını, istikamet bulacağını, yolun aydınlanacağını anlatır. Vicdani parıltılar, ruhani lezzetler, sekinet ve huzur gibi kalbi hal ve makamlar bu yolda azmedenlerde ortaya çıkar. Şeyh, kalbin nurani hallerine iştiyak uyandırır, yol işaretlerini gösterir. Şeytanın sinsi oyunlarından bahseder, nefisle savaş ve kalp eğitimi hususunda tavsiyelerini sıralar.

Zikri, kalp huzuru içinde, çok kuvvetli bir şekilde, sesi fazla yükseltmeden, dil ile fakat atardamara tesir edecek şekilde Allah Teâlâ’yı anmak şeklinde tanımlar. En faziletli zikrin “La ilahe illallah” cümlesi olduğunu belirtir. Zikir bir nurdur. Kalbi kapladığı ve hâkimiyeti altına aldığı zaman kalbi nurlandırır, kalp gözlerini açar.

Fevaihu’l Cemal

Şeyh, bu eserinde müridin mücahede sırasında karşılaşacağı müşahedelerden bahsediyor. Marifet denizindeki makamlar, menziller, manevi zevkler, istiğrak halleri ve alametler… Seyrin ve çekilen çilelerin tek amacının marifet ve muhabbete kavuşmak olduğunu belirtiyor.

Sonra aşka ve fenâya geçiyor. Halvette ve zikir sırasındaki özel durumları, manevi hallerini, yaşadıklarını, uyku ile mücadelesini anlatıyor. Halvette susma hali, zikir ve oruçla kalbin pası silinir, gaflet perdeleri kalkar ve Hakk Teâla ile ünsiyet kurulur. Bir dönem halvette iken kitaplarını ve elbiselerini hatırlayıp huzursuz olunca bunu şöhret arzusuna bağlayıp hepsini vakfetmiş. Dünyayı arkaya itip kıyameti öne koyma çabası! Gazalî, İhya’da Peygamber’in (sav) hutbede yüzüğü çıkartıp attığından bahseder ve “dünya malının vesvesesi ancak onları atmakla gönülden kesilir” şeklindeki hadislerini hatırlatır. Nitekim Peygamber (sav) evinde gümüş para gibi dünya malını tutmak istemezdi.

Necmüddin Kübra Hazretleri’nin nefesteki “HE” sesini tüm canlılardaki zikre bağladığı yorumları feyz veriyor. Şeyh kitapta harflerin, esmanın ve zikirlerin manalarına da giriyor. Kalpten gelen gayri ihtiyari zikir seslerinden, kuş seslerinden, arı vızıltılarından ve kalbin yıldız ziyaretçilerinden bahsediyor. Bir gün “gaybet halinde” (halvette kendinden geçme) iken Resulullah’ı (sav) gören Kübra, Hz. Peygamber’in (sav) kendisine “Gündüz hadis dinle, gece Kur’an-ı Kerim oku” dediğini aktarıyor.   

Özetle esas gaye yakînin elde edilmesi ve irfanın ziyadeleşmesidir. Verilene şımarmamak, kaybedilene üzülmemek şiardır. Böyle bir ruh hali nasıl elde edilir? İşte bu menzil için tasavvuf ekolü var gücüyle fikir, metod ve amel üretmiştir. Büyük çileler çekmiş, mana aleminde uzun mesafeler kat etmiş, nefis terbiyesi, kalp temizliği ve ahlak eğitiminde zirvelere tırmanıp abide şahsiyetler çıkartmıştır. Necmüddin Kübra Hazretleri de onlardan biriydi, ruhu şad, mekânı cennet olsun.

Mustafa Tarhanacı haber verdi.

YORUM EKLE