Gizemli keşişlerden İslam erenlerine Bursa

Bursa, her meraklıya farklı bir çehresini sunan hülyalı bir güzel gibi sürdürüyor varlığını. Bir yerleşim birimi olarak kuruluşunun üzerinden binlerce sene geçti Bursa’nın ama mahremi hiç tükenmeyen bu şehir, her zaman önemli oldu. Ahmet Serin yazdı.

Gizemli keşişlerden İslam erenlerine Bursa

Bursa, her meraklıya farklı bir çehresini sunan hülyalı bir güzel gibi sürdürüyor varlığını. Bir yerleşim birimi olarak kuruluşunun üzerinden binlerce sene geçti Bursa’nın ama mahremi hiç tükenmeyen bu şehir, her zaman önemli oldu. Kendisini merak edip gelenlere gösterecek değişik bir yüzü, kendisinden farklı hikâyeler dinlemek isteyen seyyahlara anlatacak değişik hikâyeleri oldu her zaman. Bu hikâyeler kulaktan kulağa yayıldı, bir efsane olup anlatıldı her yerde.

Sadece günümüzde önemli değildir Bursa. Antik Çağ’ın meşhur tarihçisi Herodot’a bakıldığı zaman, Bursa yine karşımızdadır ama adı Bursa değil, Olimpos’tur. Ama önem, hep aynı önemdir.

Elbette Bursa’yı hem önemli hem de gizemli kılan, kırk kilometre boyunca uzayıp giden Uludağ’dır. Yunanlıların mitlerine bakarsanız, tanrıların mekânıdır Uludağ. En seçkin tanrılar, kendilerine mekân olarak Uludağ’ı seçmişlerdir.

Uludağ’ın kırk kilometre boyunca uzayıp giden bir dağ silsilesi olması ve iki buçuk kilometreyi bulan yüksekliği, Bursa’nın hem ikliminin hem de o bölgede yaşayan bitki örtüsünün akıllara durgunluk verecek kadar çeşitli olmasına yol açmıştır. Ovadaki bitki örtüsü, Uludağ’a adım adım çıkıldıkça değişip çeşitlenmeye başlar. Çünkü dağın her kademesinde iklim değişir, hava değişir, hayat değişir.

Gizemli keşişlerden İslam erenlerine…

Roma İmparatorluğu’nun resmî dininin Hıristiyanlık olmasıyla birlikte Uludağ, Hıristiyan rahiplerin inziva mekânı olur. Burada inzivaya çekilen keşişlerin yaşadığı olağanüstü olaylar, İstanbul’da yaşayan dindar Hıristiyanlar tarafından büyük bir saygıyla anlatılır zamanla. Uludağ’da yaşayan keşişlere böylesi bir olağanüstülük atfedilmesi, Uludağ’ı efsanelerle örülü bir mekân haline getirir zamanla. Çile çekip kendini Tanrı’ya adamak isteyen Hıristiyanlar için, Uludağ önemli bir mekân halini alır ve buradaki manastırlar zamanla çoğalmaya başlar.

Orhan Gazi’nin Bursa’yı fethetmesiyle birlikte Bursa, erenlerin yatağı olur. Geyikli Baba, Abdal Murat gibi pirlerin mekânı, Uludağ’dır. Uludağ’da yaşayan bu erenler, kendilerine ihtiyaç duyulmadığı sürece Uludağ’da nefs terbiyesiyle meşgul olmaya ve şehri uzaktan gözetlemeye devam ederler. Ne zaman kendilerine ihtiyaç duyulsa gelip yardımlarını eder ve sonrasında hiçbir kuldan hiçbir himmet beklemeden mekânlarına dönerek yaşamaya devam ederler. Taa Orhan Gazi tarafından fethedildiği günden beri de bir mübarek İslam toprağıdır Bursa.

Bursa’ya dair 

Bursa Büyükşehir Belediyesi, şehrin kültürünü kayıt altına alan eserleri gün yüzüne çıkarmaya devam ettiği gibi yeni yayınlarla da buna katkı sağlıyor. Osmanlı’ya başkent olan Bursa, aynı zamanda Osmanlı’nın kurucu iradesinin de mekânıdır. Bu anlamda Bursa, kendisinde yeni bir şey bulmak isteyen herkese, yeni şeyler anlatmaya devam etmektedir. Ülkemizde tarihçilerin piri, yaşayan en büyük tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık da yıllarca ilgisini Bursa’dan eksik etmemiş bir tarihçi. Onun izinden giden öğrencisi Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu da Bursa sevdalısı bir tarihçi. Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu’nun yayım hakkı Bursa Kültür AŞ’ye ait olan “Bursa Kent Tarihi” serisinden çıkan hacimli kitabı “8500 Yıllık Uygarlığın İzinden Bursa Tarihi” başlığını taşıyor. Ansiklopedik boy olarak basılan kitap, 350 sayfa. İnsan bu kitabın sayfalarında gezinirken Bursa tarihi üzerinden sanki bir medeniyet yolculuğu yapıyor gibi hissediyor kendisini.

Kitap, sadece yazılı anlatıma dayalı bir kitap olarak tasarlanmamış. İçinde bol sayıda fotoğraf ve çizimler de yer alıyor. Bu tasarım kitabın önemini azaltmadığı gibi, okunmayı kolay kılmış.

Şık bir kapağı olan kitap, yirmi iki bölümden oluşuyor. Bu bölümlerden bazılarının başlıkları şöyle: “Bursa’ya Hayat Veren Doğal Servet”, “Bursa’da Uygarlığın Doğuşu”, Bursa’nın Fethi ve Türkmen Yerleşimi”, “Bir Kültür Merkezi Bursa”, “Bir Üretim Merkezi Bursa”, “Bir Göçmen Şehri Bursa”, Kültür ve Sanat Merkezi Bursa”…

Üste sıraladığım başlıklar her ne kadar rutin gibi gözükse de, kitabın ilgili bölümleri canlı bir anlatıma sahip olduğu gibi, konuyu açıklayıcı görsellerle bezeli. Mesela “Bursa’da Osmanlı Modernleşmesi” başlığını taşıyan bölümde, bu modernleşmeyi sağlayan devlet adamları yanında, bu modernleşmeyi topluma aktaran birer merkez olarak oteller, sahiller, tiyatro merkezleri, okullar da anlatılmış.

Kitapta nakledildiğine göre, Bursa’yı modernleştiren isim olan Ahmet Vefik Paşa, Bursa’nın modernleşmesinin yollarla ilişkili olduğunun farkında biri olarak öncelikle Bursa’yı Kütahya’ya, Eskişehir’e, Gemlik’e, İnegöl’e bağlayan yeni yollar açıp, var olan eski yolları ise modernleştirmiş. Bunun dışında şehir içindeki yolları da genişletip, yolları birbirine bağlayan bağlantılar kurdurmuş. Ulaşımın rahatlaması ticareti artırınca ticaret için gelenler, zamanla kendi kültürlerini de şehre taşımış.

Ahmet Vefik Paşa bununla da yetinmeyip bugün de kendi adını taşıyan bir tiyatro binası yaptırarak burada temsiller verdirmiş. Bu temsillerin kendisi önemli olmakla birlikte, asıl önemli olan şeyin, bazı temsillerin sadece kadınlara oynanması olduğunu kitaptan öğreniyoruz. Böylelikle erken denebilecek bir zamanda Bursa’da kadınlar modern hayatın bir figürü olmaya başlamış.

Bu bakış açısı, hem bir mekân olarak şehri tanımaya yardım ediyor hem de insanoğlunu ve o insanın içinde yaşadığı toplumun bugüne geliş sürecini bütünlüklü bir bakış açısıyla anlamayı sağlıyor.

Bunun yanında, Bursa’da hüküm süren sultanlar anlatılırken bu sultanların insani taraflarını, onların şehre katkılarını, bu katkıları yaparken de nasıl ince bir zevke ve nasıl bir şehirleşme anlayışına sahip olduklarını da öğrenerek o günkü yönetim ve şehircilik anlayışı ile günümüz yönetim ve şehircilik anlayışını da karşılaştırma imkânına sahip oluyoruz. Mesela Orhan Gazi’nin daha 1335 yılında hisar içinde Manastır Medresesi’ni yaptırarak şehrin Hıristiyan kültürüyle malul bu bölümünü dönüştürme çabalarını yine bu kitaptan öğreniyoruz. Fetret Dönemini sona erdirip Osmanlıyı ikinci kez kuran Çelebi Sultan Mehmet’in, günümüzde hala eşi benzeri olmayan bir şaheser olan Yeşil Cami’ye kendi zevkini vurmasının yanında, bu camiyi hükümet konağı olarak inşa ettirmesiyle de şehirde bir cazibe merkezinin nasıl oluştuğunu anlıyoruz.


 

Ahmet Serin yazdı

YORUM EKLE