İlk defa karşılaşacak olmanın tedirginliğiyle içeriye giriyorum. Zikir sonrası sohbet için halka toplanırken Safer Efendi sesleniyor: “Misafir hanımlar bu tarafa…” Usulca sokuluyorum. Tedirginliğim azalıyor yavaş yavaş. Her zamanki gibi gözlem yapmaya çalışıyorum satır aralarında gezgin bakışlarımla. Bir dervişine, “Noldu sesine?” diye soruyor; ardından uzaktan gelen başka bir dervişe, “Ta nerden geliyorsun, hoş geldin!” diyor. Gündelik konuşmalar sanki zuhur eden. Farkına vardırmasalar bir an komşu amca ile muhabbet ettiğimi zannedeceğim. Gören göze göre değişir mucibince, bir başka bakışla engin bir deryanın, tevazu ile sahile usulcacık vuran dalgaları gibi. Dikkatli ve aç bir gönül gözü; kumların arasından dalgaların getirdiği muhteşem deniz kabuklarını ve incileri görebilir.
Sohbet-i dervişandan buy-ı muhabbet gelir
Eskilerin iyi bildiği, şimdilerde kaybolmaya yüz tutan sohbet kültürü ve geleneği bu. Görüntülü kültürün henüz hâkim olmadığı devirlerde, arif ve hikmet sahibi bir zatın dizi dibinde geçerdi dizilerle kirlenmemiş geceler. Mürşid-i kâmillerin irşadı da çoğu kez sohbet usulü ile idi. Herkes ortaya serilen manevi lezzet sofrasından nasibince alır ve gıdalanırdı. Birine tatlı gelen bir diğerine acı gelir, birinin duyduğu ve ta ciğerinden vurulduğunu diğeri sadece işitmekle kalırdı bazen. Yani eskilerin deyimiyle, sohbet-i dervişandan buy-ı muhabbet gelir.
Daldığım düşüncelerden yine Safer Efendi’nin sesi ile kendime geliyorum. "Bir turist geldi geçen buraya” diyor, “dedi ki bu dervişler birbirleriyle hiç kavga etmezler mi? Ulan sus, ağzından yel alsın; etmezler. Yok inanmam. ‘Ben bütün dini topluluklara gittim, Hıristiyanlara, Musevilere, Budistlere. Her topluma girdim. Kopek gibi birbirleriyle didişirler!’ dedi. ‘Buraya hayvanlar giremez!’ dedim. İnsan olmak için toplanıyoruz. Onun için burada kavga yok. Muhabbet var. Sevgi olan yerde kavganın ne işi var."
78 senesinde Paris’te yaptıkları bir zikri hatırlatıyor ardından. Spor merkezinde yapılan zikir sonrası, soyunma odasına gelen görevli kızların dediğini aktarıyor. “Biz senelerdir burada alışıyoruz; her türlü insan gelir, burası leş gibi kokar; siz hangi parfümü kullanıyorsunuz?” demiş kızlar. “Biz de, ‘Allah parfümü!’ dedik” diyor Safer Efendi gülerek. Ardından şu bilgiyi veriyor. “Bir insan Allah’ın emirlerine itaat ederse, kendini koklasın böyle; –derken gömleğinin içinden kendisini kokluyor- görecek ki güzel kokuyor. Aynı insan seyyiata düşsün, günaha dalsın, bir kendini koklasın; bakacak ki çok kötü kokuyor, aynı insan. Bunu nefsinize deneyin. İşte Allah’ın nuruyla nur olabilmek öyle, insanın güzel kokusuyla başlıyor.” İşte tam da bu. Sanki olağan bir şeylermiş anlattıkları gibi gelirken, ardından koku ile ilgili öyle bir bilgi veriyor ki çantalık. İnsanın hayatını etkileyecek. Koku derken oradan atlıyor velilerin nişanelerinden bahsediyor.
Bir rüyadan uyanmak
Arada rüya arz ediliyor kendisine. Yorumluyor. Soru soran yahut muhatap olan dervişlerin ifadelerine dikkat ediyorum. Sanki bir letafet inikâs ederek yayılıyor birbirlerine. “Efendiciğim,” diyor hitap ederken. Efendiciğim… Dalıyorum yeniden ifadenin latifliği ile.
İsimler geçiyor, bilmediğim kişiler vs. çengel atıyorum zihnime bunları bir bir. Belli mi olur; belki bir ismin peşine düşüp, nice güzelliklere iz sürdürecek zaman. Ki hemen akabinde sohbette adı geçen bir risale (Sadık Baba Risalesi( bir gece sabaha karşı hoş bir hediye gibi nurlandıracak odamı. Gene dalıyorum. Kendi malayani konuşmalarımızın, zihinlere ne çengeller attığını düşünüyorum. Bu çengeller, insanı güzelliklere ulaştıran değil de yaşayan ölülere çeviren oltalar.
Böyle böyle akıp gidiyor sohbetler peşi sıra.
Kızımın ağlaması ile kendime geliyorum. Lahuti sohbet meclisinden evimin loş salonuna uyandığımda elimdeki kitabı, 'Geydim Hırkayı / Safer Efendi'nin Sohbetleri'ni bitirmiş olduğumu fark ediyorum. Sohbetler öylesine sarmalamış ki beni, adeta orda gibi hissetmişim. Gerçi tek bir kusur, konuşma dilinin aynen çevrilmesi ve konuşmaların hiç dokunulmadan aynen aktarılması neticesinde, konunun bağlamına yabancı olduğumuz bazı noktalarda anlamakta zorlandım. Lakin ya bir derleme olacak ya da aynen aktarılacak. İkincisi tercih edildiğine göre, bu kusur da göze alınmış oluyor mecburen baştan.
Burada Safer Efendi’nin sohbetlerinden derleme olan diğer bir eseri de hatırlayarak nihayet verelim söze. Fatih Çıtlak, “Huzur Defteri”. Belki ikisi paralel okunmalı.
Okurken huzurda hissettim kendimi, bu sebeple huzurda gibi yazdım. Sürçi lisanım oldu ise affola, himmetleri üzerimize sayeban ola...
Hatice Elif Ancın yazdı