En başından Hacer Annemizi anlamaya çalışıyorum. Yiyecek ve su yok. Lâkin su daha elzem. Allah’a güveni sonsuz ama araması gerekiyor. Gayretle, himmetle, umutla, aşkla ama aklı evlâdında hızlıca gidip geliyor iki tepe arasında. Suyu aradığı tepelerde değil, bebeğinin ayaklarının dibinden kaynar buluyor. Allah’ın yardımı evlâdının ayaklarının dibinden çağlıyor.

2025 Yılı hac ayındayız. Her gün hac için Mekke’ye giden tanıdıklarımızdan haberler, resimler videolar geliyor. Eskiden büyüklerimiz otobüslerle hacca gider ve onlar dönünceye kadar da haber alınmaz, Hacıyolu gözlenirdi. Otobüsler önce yurt içinde Konya, Urfa gibi şehirlere uğrar sonrasında da geçtikleri ülkelerin mübarek zatlarını ziyaret ederek Arabistan’a vasıl olurlardı. Uzun sürerdi önceleri bu yolculuk. Ama gene de otobüsler rahatlıktı. Soğuktan, sıcaktan, yağmurdan korunurdu hacı adayları. Çünkü otobüsler devreye girmeden önce kervanlar kurulur, binekler üzerinde ya da yürüyerek hacca gidermiş insanlar. Kur’an-ı Kerim’in Hac Suresi 27. Ayet onları anlatır. 

-“İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya incelmiş binekler üstünde her derin vadiyi aşarak, uzak yollardan sana gelsinler.” 

Şüphe yok ki bu zor bir yolculuktur. Tabiat şartlarına sabrederek, gayretle canını dişine takarak Allah’ın emrini yerine getirmek için yola revan olmuş bu insanların kendileri de binitleri de yolun meşakkatinden incelerek menzile varmışlar. Hacı adayları kervanla yaptıkları yolculuk sırasında törpülenerek, arınarak yol alıyorlar, çektikleri çile ile pişiyorlardı. O ne güzel yol alış… Günümüz insanı böyle bir sefere takat getirebilir mi bilinmez. 

Hüseyin Vassaf Efendi, 1906 yılının ocak ayında, İstanbul’dan bir gemiye binerek hac yolculuğuna çıkar. Marmara’dan Ege’ye, Akdeniz’den Süveyş kanalına ve oradan da Cidde’ye varırlar. Cidde’den Mekke’ye deve kervanı ile giderler. H. Vassaf Efendi, hac yolculuğunu Hicaz Hatıratı isimli kitabında anlatır. Adım adım dolaştığı her yerin detaylarını verir. Onunla da yetinmez resimlerini çizer. Yaşadığı derin duyguları anlatmaya güç yettiremez ise şiirin coşup çağlayan rumuzlarından destek alır. Kitaptaki en dikkat çekici kısım da, dâhil olduğu her mekânda ettiği duaları okuyucu ile paylaşmasıdır. 

Yazımızın başlığını Hz. Yunus Emre’nin bir şiirinden ödünç aldık; 

Kâbe’nin yolları bölük bölüktür, 

 Benim yüreciğim delik deliktir 

Dünya dedikleri bir gölgeliktir, 

 Canım Kâbe’m varsam sana 

Yüzüm gözüm sürsem sana 

Hacca gidenlerle konuştuğumuzda herkes havanın çok sıcak olduğundan haber veriyor. Peygamber Efendimiz (sav), Mekke’de yetişmişti. Kendisine Allah’ın peygamberi olduğu haber verildi ve insanlara tebliğde bulunması istendi. Bu çok zorlu görev, Mekke’nin sıcağında ve cahiliye döneminin tam ortasında icra edilecekti. Mekkeli müşriklerin mukavemetleri ile uğraştı. Her gün düşmanlığın dozunu artıran zalimlere karşı yılmadan görevine devam etti. Tebliğ yaptı, İslam’ı kabul edenlere, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi İslamiyet’i öğretti. Geceleri mübarek ayakları şişinceye kadar namaz kıldı. Kızmadan, kalp kırmadan sabırla öğretti. Ve hava çok sıcaktı. Tebük Savaşına katılmamak için bahaneler uyduran ve Müslümanları da caydırmaya çalışan münafıklar için Tevbe Suresi’nin 81. Ayeti indi. 

-“Savaştan geri kalan münafıklar, Resulullah’ın hilafına, onun savaşa gitmesine karşılık, oturup kalmalarıyla ferahladılar ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar, üstelik “bu sıcakta sefere gitmeyin” dediler. De ki; ‘sıcaklık bakımından cehennem ateşi daha zorludur.’ Keşke anlayabilselerdi.” 

Allah’ın yardımı, Peygamber Efendimiz ’in tevekkülü, güzel ahlakı ile 23 yıl gibi kısa sürede İslamiyet yerleşti. Mekke’nin cahil insanları, ahlaklı, ilim ve irfan sahibi insanlar haline geldiler. Dalga dalga yayılarak, uzak coğrafyalara ulaştılar. Onlar bunu yaparken hava çok sıcaktı.  

Allah’a tevekkülden söz açmışken İbrahim (as)’ı da analım. Hayrete düşüren bir hikâyesi var İbrahim Peygamberin. Korunmak için annesinin onu gizlediği mağara da büyüdü. Rabbi onu mağarada terbiye etti. “la uhibbul afilin”,” yani batıp gidenleri sevmem” dedi ve Rabbini bildi. İnsanların arasına döndüğü zaman da onların inançlarını beğenmedi. Adanmışlık, sevdiğinin sevmediğine tahammül edememek demekti ve baltayı eline alıp putları kırdı. Ona verilen ceza ağırdı. Dağ gibi bir ateş yakıldı ve yanına kendileri de yaklaşamadığı için mancınıkla ateşe fırlattılar Allah’ın peygamberini. Peygamberin tevekkülü O’na yardım etmek için gelen Cebrail (as) ‘dan bir şey talep etmeyip “Allah beni görüyor, senden bir şey istemem” demesi idi. Daha sonraları da pek çok imtihandan geçti İbrahim Peygamber. Biricik oğlu İsmail (as) ve annesini uzak bir yere götürüp bırakması buyruğunu almıştı. İşaret edilen yere bıraktı onları. Hacer Validemiz, üzüntüyle baktı ve sordu: “bizi kime bırakıp gidiyorsun?” “Allah’a” dedi Allah resulü. Aldığı cevap yeterliydi Hacer Annemize: “öyleyse git, O bize kâfidir” dedi. Bu hüzünlü macera şüphesiz ikisi içinde kolay değildi. Bir an düşünsek, acaba hangisinin tevekkül ve teslimiyeti daha büyüktü diye sorsak, cevap bulma şansımız yok ama bu hikâyede Hacer Annemiz daha çaresizdi. Çünkü O anneydi ve henüz süt emen bir bebeği vardı. Bırakıldıkları yer de suyun ve yiyeceğin olmadığı kayalıklardan ibaret bir çöldü. Allah’ın yardım edeceğinden şüphesi yoktu ama yardımın ne yandan geleceğini anlamak için iki tepe arasında hızlıca gidip geldi. Safa ve Merve arasında ki bu çaresiz koşturmacayı daha sonraları hacca gelenler taklit ederek tekrarladılar. Peki, ama neden? Bugün Safa ve Merve arasında yedi kez gidip gelen hacılar aç ve susuz değiller. Yalnız da değiller ki, bir insan bir nefes arasınlar. Issızlığın içinde bir başınalık şüphesiz korkutmuştu Hacer Annemizi. Peki, bizim sa’y de ne aramamız gerekiyor?  

En başından Hacer Annemizi anlamaya çalışıyorum. Yiyecek ve su yok. Lâkin su daha elzem. Allah’a güveni sonsuz ama araması gerekiyor. Gayretle, himmetle, umutla, aşkla ama aklı evlâdında hızlıca gidip geliyor iki tepe arasında. Suyu aradığı tepelerde değil, bebeğinin ayaklarının dibinden kaynar buluyor. Allah’ın yardımı evlâdının ayaklarının dibinden çağlıyor. Bu hikâye çocukları evde bırakıp işe giden annelerin çilesine çok benziyor. Rızık kaygısıyla işe giden ama aklı hep evde kalan anneler… Ahir zaman kadınları çocuklarını bakıcılara, kreşlere teslim ederek çalışmaya giriştiler. Oysa aradıkları çocuklarının ayaklarının yanındaydı. Cennet annelerin ayakları altındaydı ama cennet ırmakları da evlâtların ayaklarının dibinden kaynıyordu. Anne ve çocuklar birbirinden uzaklaştıkça cennet inancı, cennet umutları da insanlardan azalarak uzaklaşıyor. Artık iş hayatının zorlukları sebebiyle anne olmak da istemiyor kadınlar. Bu dünyaya gelme sebebimiz bu kadar basit olabilir mi? Rızık kaygısıyla çalışmak, hayata ve ötesine dair ne varsa görmezden gelmek akıllıca bir hayat yaşamak sayılabilir mi? 

Hacer Annemiz imtihanını başarı ile tamamlamış ve Rabbine hicret etmişti. Kâbe’nin inşası için, O’nun kabrinin yanı başını işaret etmiş Cebrail(as). Allah, Hacer Validemizi kendisine komşu edinmişti. O’nun hikâyesini anlamalarını ve yaşamalarını isteyerek sa’yi haccın rükûnlarından kılmış olmalıydı. Allah’a tevekkülü, teslimiyeti hiçbir koşul altında değişmeyen Hacer Annemiz, anneliği ile imtihan edilmiş ve bir anne olarak Allah’ın lütfuna nail olmuştu. Anneliğinin ötesinde hiçbir sosyal statüde yer almayan, Habeş bir köleydi. Çileli bir hayatın ve tevekkül dolu yüreğinin hediyesi, Allah’ın komşusu olmaktı. 

‘Ama gene de anlayamadığım bir şeyler var’ diye düşünürken bir hadis-i şerif yetişiyor imdada.  

-“Hiç ölmeyecek gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın” demişti Efendimiz (sav) 

Yanacağını hesaba katmadan ışığa koşan ve onun etrafında dönmeye başlayan pervaneler gibi, aşkla Kâbe’yi tavaf eden hacılar, Safa ve Merve’de dünyalık su için hızlıca dolaştılar. Safa ve Merve tepelerinin tam ortasındaydı aile. Burada Müslümanlara verilen mesajda,” Allah’a sıdk ve aşk ile ibadet edin ve sonra gidip rızkınızı arayın ama ailenizi hayatınızın merkezinde tutun” deniyordu. Tevekkül ve teslimiyet abidesi bu güzel aile yaşadıklarıyla, günümüz insanının çıkmazlarına çok güzel ipuçları bırakmışlar. Ama düşünmek ve ezberimizi bozmak zorundayız. Her hac mevsiminde tekrarlanan sembolik menasıklar, tefekkür edilerek hayatın içine alınması gereken hikmetlerdir. 

F. Attar, Mantıku’t-Tayr adlı eserinde İbrahim Peygamberin tevekkülü ile ilgili bir kıssa anlatır. 

-“Azrail canını almaya geldiğinde Hz. İbrahim canını kolay kolay teslim etmedi. Dedi ki: 

“Yürü git Sultana arz et halilinden can istemesin artık!” 

Yüce Allah dedi ki: “Eğer Halil’imsen haliline canını feda et! Hâlbuki sen canını vermemeye çalışıyorsun. Başka kim böyle dostundan canını esirger?” 

Yanında bulunanlardan biri de Hz. İbrahim’e “Ey âlemin nuru, neden Azrail’e can vermiyorsun?” dedi. “Âşıklar bu yola canlarını koyarlar; sen ise bir canı esirgiyorsun.” 

Halilullah dedi ki: “Ben hemen canımı verecektim ama araya Azrail girdi. Hâlbuki ateşe atılırken Cebrail gelmiş, “Ey Halil, benden bir şey iste” demişti. O zamanda bile Cebrail’e bakmadım ben. Çünkü yolumu kesiyor beni Rabbimden alıkoyuyordu. Cebrail’e bile baş eğmemişken, nasıl olurda Azrail’e can veririm?” 

Allah’tan “canını feda et” sesini duymadıkça can veremem ben. Fakat O can vermemi emrederse, bütün can ülkesi yarım arpa bile etmez bence. O emretmedikçe iki âlemde de canımı başka birine teslim edemem ben. Diyeceğim bundan ibaret.” 

Peygamber Efendimiz, bütün peygamberlerin ümmetlerini deccala karşı uyardığını ancak onun ahir zamanda geleceğini haber verir. Toplumsal olarak deccalın, modernite ve kapitalizm gibi batı merkezli yaşam biçimi olduğunu öğrendik okuduklarımızdan. Efendimiz haber veriyor:  “Bu yaşam biçimi ve zihniyet, Mescid-i Haram’a kadar uzanacaktır.” 

Yaşlı kadın telefonda ki videoyu biraz şaşkın izliyordu. Torunu tavaf yaparken kendisini videoya çekmişti. Kameranın yönünü kendisine doğru çevirmiş, yanı başında Kâbe vardı. Yüzü çok güzeldi, dualar okuyarak Kâbe’nin etrafında dönüyordu. Kadının yüzünde hüzün derinleşti: “Ah gözümün nuru, melekler kayda almıştır. Sen yorulmasaydın” dedi.  

Peygamber Efendimize, Hz. İbrahim’e ve Hacer annemize selâm olsun. Bıraktıkları kıymetli mirası anlamak ve yaşamak dileğiyle…