Benim kuşağımın efsane adamlarından biridir Muhammed Ali. Uzun düşünüp kısa konuşan, öz konuşan ve seçtiği yolu inatla ve imanla savunan bir adamdır o. O kadar ki, gerek konuşurken gerek dövüşürken insanı düşünceye sevk eden bir yanı vardır. Bu yüzden de gece yarılarına kadar beklemeye, izlemeye değer bir adamdır…
Bir dövüşçü düşünün; öyle bir dövüşsün ki, sanki ringin dört bir yanına serpiştirilmiş kimi sert kimi yumuşak paragraflar üzerinde yürüsün ve kelebekler gibi konup uçsun paragrafların üstünden. İşini güzel yapan arılar gibi acılı, saf ballar toplasın o paragraflardan…
Sözgelimi şöyle bir şiir yazsın: “Müthiş iki yumruğum var, biri çok vuruyor ama diğeri akıllara zarar…” desin.
Bu kısacık iki dize böylece dursun, oysa kendi deyimiyle “sadece eğlenmek için…” yazmış olduğu bu satırlar… Bu güzel dövüşçünün zihnini adadığı ciddi şiirleri de olsun:
Hakikatin kelimeleri dokunaklıdır
Hakikatin sesi derindir
Hakikatin yasası basittir
Onu kendi ruhundan biçersin
Hakikatin ruhu Tanrı’dır…
Evet, Muhammed Ali böyle bir dövüşçüydü ve dövüşündeki hıza benzer biçimde dakikada üç yüz yeni kelime söyleyebilecek bir hızda konuşabiliyordu. Norman Mailer’a göre; “Ali’nin birkaç kelimelik gerçek şiir yazabilmesi, bir entelektüelin iyi bir yumruk atmasına eşdeğerdir ve bu konu muhakkak araştırılmalıdır…”
Şiir, hakikatin kendisiydi onun için
Evet, belki şiir gibi dövüşen bu dövüşçü için böyle bir cümle de kurulabilirdi ama unutulmamalıydı ki, söylediği tek bir dizeyi bile kendi poetikasındaki bağlam dışında hatırlayamayan Ali için şiir de -son tahlilde- hakkını vererek dövüşmek gibi bir şeydi. Onun nezdinde bir şiir ya bütünüyle hatırlanacak biçimde okunmalıydı ya da hiç okunmamalıydı. Zira ona göre şiir ta en başından hakikatin kendisi gibiydi ve hakikatin yasası da insanın onu ancak kendi ruhundan biçebileceği kadar basit bir kesinliğe sahipti…
Kendi sürprizini kendi kalbinde saklayan bir dövüşçüydü Muhammed Ali… Kerouac’lı, Ginsberg’li Beat Kuşağının Amerikan vicdanında açtığı Vietnam yırtığıyla daha bir öne çıkmış; sadece yumruklarıyla değil, kafasıyla, sözleriyle ve yüreğiyle de habire dövüşmüştü… Kendi kurgularınca bağlandıkları Tanrı’nın cennetsi dükkânında altın zamanlarını yaşayan ortalama Amerikalılar arasında onun Vietnam ile bir işi yoktu. Zira hiçbir Vietnamlı ona “zenci” dememişti ve bu durum Ali için bu kadar kesin bir hakikati içeriyordu.
Klasik biyografi yazarlarının sonradan kaydedecekleri biçimiyle Malcolm X’in destek ve etkisiyle Nation of İslam adlı kuruluşa dahil oldu diye yazılsa da, Ali aslında böylece İslam milletinden olmuş, İslam’a dahil olmuştu ki, bu çok önemliydi onun için…
Önce “Cassius X” demişti kendisine, sonra ise Muhammed Ali. Bu yüzden boks eldivenleri elinden alınmıştı. Nitekim üç sene boyunca da parasız pulsuz kalmıştı…
En güzel dövüş anlatısı
Bu bakımdan Çıplak ve Ölü’nün yazarı, Amerika’nın gazeteciler kuşağı romancılarından Norman Mailer’ın kitabı, onun yaşadıklarına tam bir tanıklık niteliği taşıyor diyebiliriz. Sıkılmış, sıkıştırılmış Ali’nin şiirle, sözle, bekleyiş ve antrenmanlarla yüreğini genişletmeye çalıştığı bu kitap, aynı zamanda Mailer’ın kaleminden çıkma en güzel dövüş anlatısıdır.
Kitabın “Ölüler Susuzluktan Ölüyor” diye başlayan ilk bölümü bir giriş olmaktan öte, başta Norman- Nomin’inin de içinde yer aldığı o bildik Amerikalılık bilinciyle malul kamuoyunun ne idüğünü ortaya koymak anlamında hayli önemli ipuçlarını barındırıyor. Şu kadar ki, Muhammed Ali gibi hakiki bir adamı görmekle afallamış ortalama bir Amerikalı bakışıdır bu. Mailer’e göre, Ali hemen her röportajında sert sözler ediyor, basitçe konuşuyor ve baktığı her yere tıpkı sözleri gibi basit, kesin ama bir o kadar da hakiki bakışlar gönderiyordu.
Mailer, Ali’nin dövüş stili için şöyle diyor, “Onu görmek insanı hep afallatıyor… Eğer boks etin ete değdiği şehvetli bir şeyse, Ali bu işte ustaydı: yumruğu yeme zamanı geldiğinde bunun tadını çıkarırdı, mani olduğu ya da kaçındığı yumruklardan estetik bir haz alırdı, buna bir de Bossman Jones’un midesine indirdiği yumrukların libidinal hazzı ekleniyordu…”
İşte bu satırlar içine yerleşen et, şehvet, tad, haz ve diğer libidinal katkılarla herhangi bir Amerikalının, sadece kendi hakikati ekseninde dövüşen Ali’ye hangi derinliklerden bakabildiğinin ipuçlarıyla doludur. Zira Ali’nin dövüştüğü bu zaman dilimi, mutsuzluğun çok uzun zaman önce öldüğünün beyan edildiği, ayrıcalıklı insanların yaşadığı Tanrı’nın cennetsi dükkânında yaşanan bir zamandır. Ali ve diğerlerine düşen ise, bu cennetsi dükkânda dövüşerek, müşterilere libidinal hazlar sağlamaktır, bu bakışa göre.
Tam da bu yüzden sıkkın, gergin ve tedirgindir Ali. Dile getirmese de kendisine yönelik bu içi boş yüceltici bakış dolayısıyla hiçbir antrenman ona hoş gelmemektedir. Bu yüzden de Mobutu’nun Zaire’sinde, Nsele’de katlanılamaz ölçüde yabancılaştırılmış bir yerde dövüş edeceği günü beklemekte, dayanamayıp şiirler okumakta ve kendisini dinleyenlere sürekli biçimde sert ama hakiki sözler söylemeye çalışmaktadır. O böylesine bir bekleyişteyken başta Nsele olmak üzere Zaire’nin pek çok yerini afişlerle donatan Başkan Mobutu için ise durum daha başkadır. Başkan Mobutu için organizasyonun anlamı, “Siyah bir ülkede iki siyah arasında yapılan, siyahlar tarafından organize edilen ve tüm dünyada izlenen bir müsabaka…” olmasıdır. Başkanın sürekli olarak altını çizdiği Mobutuculuk ekseninde bu müsabaka eşi benzeri bulunmaz bir reklam niteliğindedir.
Roman tadında bir biyografi
Rakip George Foreman nedense yaralanmıştır ve Ali buna hem kendi adına hem de rakibi adına üzülmüştür. Norman Mailer’in insani yönünü ortaya çıkarmak için çokça çaba sarf ettiği Ali’nin bu hali yine kitapta dikkat çeker. Mailer’a göre bu an, bir biçimde bir an evvel rakibini devirmek için sabırsızlanan Ali’nin kendi adına üzüldüğü insani bir andır.
Mailer’in kitabı bu anlamda çokça veri barındırmakla beraber Ali’yi hem kendi dünyasında hem de ortalama Amerikalının gözünden ele alışıyla oldukça farklı bir içeriğe ulaşıyor. Sözgelimi, Ali’nin hayatının tümünü anlatmaktan öte, okuyucuyu Ali hakkında daha fazla düşünmeye ve okumaya yönelten kimi boşluklar ve aralıklar bırakması sebebiyle yazınsal anlamda ayrı bir önem taşıyor. O kadar ki, kitap genel olarak edebiyat dışı eserler arasında sayılsa da, özellikle hem girişi hem Ngolo başlıklı ikinci bölümü hem de anlatı boyunca ulaştığı edebi başarı dolayısıyla neredeyse roman diyebileceğimiz bir yapıya ulaşmış.
Mailer’ın Dövüş adlı kitabı hem Muhammed Ali’nin hayatını özetlemesi hem de Amerika’nın yıldızlı bir zamanında olup bitenleri yine Ali’nin anıları ile birleştirerek vermesi dolayısıyla da ayrıca önem taşıyor. Mailer bu romanında zamanın Amerika’sında bir biçimde dahil olduğu muhalif gazeteciler ve yazarların toplu bakışını da eleştirerek kendi zenginliği çerçevesinde kağşamış bir vicdanla ayakta durmaya çalışan Amerikan entelektüellerinin karşısında anonim bir vicdanın sesi olmakla da gönlümüzü fethediyor…
Şahin Torun