Ilık bir sonbahar günü, yeşilden kırmızıya, sarıdan kahverengiye rengârenk boyanmış ağaçların seyri ile Bursa’ya vasıl olduk. İlk durağımız Uludağ’ın eteklerini mekân tutmuş ve kurulduğu günden sonra üzerine zaman işlememiş gibi görünen Cumalı Kızık Köyü idi. Taş duvarların üzerine iki ya da üç katlı inşa edilmiş ahşap evleri, dar sokakları, dere taşlarından yapılmış Arnavut kaldırımını andıran yolları görünce zamanda yolculuk yapmış gibi keyifleniyoruz. Orhan Bey zamanında bölgeye yerleşen Kızık Boyu tarafından kurulan köye bir de cami yapılmış. Cuma günleri çevre köylerden insanlar Cuma namazı kılmak için bu camide toplanmışlar. Böylece köyün adı Cumalı Kızık olarak anılmış. Belli ki bu köyde yaşayan insanlar, geleneklerini ve törelerini korumuşlar. En önemlisi de çocuklarına aktarmayı başarmışlar. Onu içinde dağılıp gitmemiş ve hala zamansız olarak Uludağ’ın bağrına yaslanarak yaşamaktalar.
İkinci durağımız Emir Sultan Camisi ve türbesi idi. Lâtif bir rüzgâr karşıladı bizi kapıda. Cami ile türbenin arasındaki avlu oldukça geniş. Ortasında bir şadırvan bulunmaktadır. Peygamber evladından Emir Sultan Hazretleri, Buhara’dan Medine-yi Münevvere’ye yolculuk yapmış, kalan ömrünü de orada geçirmeye niyet etmişti. Lâkin Efendimizden (sav) aldığı işaret ile tekrar yola revan olmuş, uzun süreli bir yolculuktan sonra Bursa’ya vasıl olmuş. Zamanın padişahı Yıldırım Bayezid’in kızı ile evlenmiş ve Bursa Ulu Camisi’nin yapılmasına da önayak olmuştur. Türbe oldukça aydınlık ve ziyaret sırasında içimiz ferahlıyor. Türbenin iç kapısının sol tarafında çerçevelenmiş bir örtü dikkatimizi çekiyor. Kırmızı tafta üzerine Maraş işi sırma işlenmiş bu örtünün orta kısmında Abdülkadir Geylânî Hazretlerine tazim yazısı çok düzgün bir hat ile işlenmiş. Üst kısımda “inna fetahnaleke” (Şüphesiz biz sana fetih verdik), sol yan tarafta “fethan mübina” (apaçık bir fetih), Fetih Suresinden bir ayet var. Sağ yan tarafta ise Saff Suresinden “nasrun minallahi” (Allah’ın yardımı), altta ise “ve fethun karib” (fetih yakın) ayetleri bulunmaktadır. En alt sıraya ise Yunus Suresinin 62. ayeti nakşedilmiş. “elâ inne evliyaellah lâ-havfun aleyhim velâhum yahzenûn” (Allah’ın veli kullarına korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklar.)
Uzun süre örtünün başından ayrılamıyorum. Emir Sultan Hazretleri Kadiri değildi. Örtü buraya neden konmuştu, kim tarafından işlenmişti türünden sorularla ayrıldık oradan. Daha sonra bu işlemenin peşine düşerek bilenlere ulaştık. Bir Kadiri Sancağı imiş ve 1925 yılında tekkelerin kapatılması sonucu depoya kaldırılmış. Emir Sultan Camisinin hocası Mustafa Hoca tarafından çerçevelenerek türbe girişine asılmış. Sancağın altında Binnaz Karaca vakfiyesidir yazıyor ve muhtemelen onun tarafından işlenmiş olmalı. Hat ve Maraş işi oldukça zor sanatlar. Bunları tafta gibi sayılamayan bir kumaşa işlemek dahada zor. İşleyenin mübarek ellerinden öpüyor ruhuna Fatihalar yolluyoruz.
Emir Sultan Türbesi’nin avlu duvarları onun için yazılmış şiirlerle, hüsn ü hat ile bezenmiş. Bunlardan bir tanesi da Bursalı Âşık Yunus’a ait.
“Yunus Emre’m söyler sözü
Âşık olmuş gönlü gözü
Unutman duadan bizi
Emir Sultan türbesinde”
Bu kez yolumuz, bu güzel beldeyi bize kazandıran, küçük bir beylik iken cihan hâkimiyetinin yolunu açan Osmanlı Devleti’nin banisi Osman Gazi ve oğlu Orhan Gazi türbelerine götürüyor bizi. Dış kapıdan bahçeye girdiğimizde öncelikle çeşmeler takılıyor gözüme. Aslını incitmeden yenilenmiş bu çeşmeleri tasarlayanın yüreğine sağlık. Mermeri iç içe geçmiş sarmaşık gibi işleyerek boynunu uzatmış ve ucuna geleneksel kurnalı çeşmeler takarak tamamlamış bu tasarım hakikaten çok güzel olmuş. “Osmanlı bir su medeniyeti idi” diye bir cümle kalmış aklımda. Nerede okuduğumu hatırlamıyorum. Yeniden her yeri çeşmelerle donatabilsek keşke. Aslını incitmeden, modernize etmeden çeşmelerimizi güncelleyerek hayata dâhil edebilsek…
Osman Gazi, bütün hayatını cenk ederek geçirmiş ve hiç rahat yüzü görmeden ömrünü tamam etmiş. Şimdi rüyasını gördüğü ve fethetmek için çabaladığı Bursa’nın yüksek, rüzgârlı, ferah tepesinde huzur içinde istirahat etmekte. Padişahımızın kabri sedeften yapılmış bir taç ile çevrelenmiş. O sedefler içinde eşsiz bir inci gibi yatıyor. Yüreğimiz kıvanç ve hüzün arasında dolanırken Tophaneden ayrılıyoruz.
Arkadaşımla gördüklerimiz üzerine konuşurken, Üftade Hazretlerine doğru yürüyerek yola çıkan gurubumuzu kaybettik. Sorarak buluruz nasılsa deyip yola revan olduk. Lâkin umduğumuz gibi olmadı ve yol sorduğumuz insanların, ‘bu ismi duymadık’ demeleri üzerine hayret ettik, üzüldük. Neyse ki mübareğin türbesini işaret eden levhaları gördük ve kısa sürede vasıl olduk.
1490-1580 yılları arasında yaşamış ünlü bir mutasavvıf, şair ve yazar Üftâde Hazretleri Hızır Dede’nin müridi olarak manevi yolculuğuna başlamıştır. Asıl adı Mehmed Muhyiddin olan Üftâde Hazretleri Celveti Şeyhidir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Bursa’da yaşayan ve tasavvuf büyüklerinin yolunda olmayı çok isteyen Üftâde Hazretleri, intisab edeceği bir velinin arayışı içindedir. Birgün Hızır Dede adında bir velinin Bursa’ya geldiğini duyar ve yanına giderek intisab etmek istediğini söyler ve kabul edilir. Üftâde Hazretleri, hocasının verdiği görevleri en güzel şekilde yaparak hizmet ediyordu. Nefsini terbiye etmek için, nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yapıyordu. Haramlardan kaçınıp, helallerin bile fazlasını terk ediyordu. Bu hal üzere Hızır Dede’nin terbiyesinde sekiz yıl canla başla çalıştı. Onun vefatından sonra Muhyiddin-i Arabî’nin ruhaniyetinden istifade ederek kalp gözü açılır ve kemale ulaşarak olgunlaşır. Hüseyin Vassaf Efendi, Bursa Hatırası adlı kitabında Üftâde Hazretlerini ziyaretini anlatır:
“Aziz ve muhterem kardeşim! Size hiçbir veçhile anlatamam. O ne ruhaniyet… O ne ulviyet. O ne feyz-bahşâ bir mahalli mübarektir. Gariptir; türbeye girer girmez, gözüme ilişen iki levha ki kaili Hazreti Aziz Mahmud Hüdâi’dir.
“Mültecâ-yı derd-mendân Türbe-i Üftâde’dir
Mürtecâ-yı müstemendân türbe-i Üftâde’dir.
(Dertlilerin iltica edeceği yer Üftâde Türbesidir. Gönlü kırıkların, yaralı ve mahzunların ricacı olacakları yer Üftâde Türbesidir.)
“Gördün mü evliyaullâhı? Hayatlarında ubbadı irşad eder, âlem-i bekâya intikallerinde ise, erbab-ı uşşak ruhaniyetlerinden feyz-yâb olduğu gibi, haste-gûn ve derd-mendâna da vasıta-i haseneleriyle şifa-yâb olurlar. Müşarunileyh hazretleri Hz. Mahmud Hüdâyî ‘nin şeyhidir. Daireyi kübrâ ricâlinden olup kerâmatı zahirdir. Derece-i kemâlâtı Hz. Hüdâyî gibi bir müridi olmasından anlaşılır.”
H. Vassaf Efendi, Şeyh Abdüllatif Gazzi Efendi’den bahseder.
“Kalben o kadar muhabbetim vardır ki, terceme-i hâl-i celilelerini epeyce toplayabildim. Bu abd-i kemterin kalbine mahabbet-i evliyâullâhı ilka eden müşarünileyhin ruhaniyetidir. Tefsirinin bir yerinde dediği gibi, bana da mürşid-i kâmil kendileri oldu. Garip bir mahabbet peyda eyledim. Beni ruhaniyetleri Bursa’ya kadar çekti. Ziyaretleriyle şeref-yâb oldum.”Gazzeli Ahmed Gazzî Efendi’nin evlâdı olan, Abdüllatif Gazzi Efendi’yi ziyaret imkânı bulamadık. Ruhaniyetine Fatiha gönderip yola devam ettik. Son menzilimiz Ulu Cami idi.
Ulu Cami’nin bulunduğu sokak, zamanın burada da işlemediği hissini veriyor. Hafif bir uğultuyla insanlara, binalara dokunarak dolaşan rüzgâr, damlara konmuş güvercinler, bir kenara kıvrılıp uyuklayan kediler daha camiye dâhil olmadan bir sükûnet havası içine alıyor bizi. Padişah Yıldırım Bayezid zamanında damadı Emir Sultan Hazretlerinin talebi ile inşa edilmiş olan bu yapı 1399 yılında yapılmış. Cami hakkında şaşırtıcı rivayetler var. Yeryüzünde beş makbul cami olduğu söyleniyor. Biri Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Kudüsü Şerif, Şam’da Emeviye Cami ve bir de Ulu Cami. Caminin içi nefis hatlarla süslenmiş. Esmâ-i Hüsnâ, ayetler, bakmaya doyulmaz hatlar ile yazılmış. Birbiri üzerine istiflenerek duvara yazılmış vav harflerine uzun uzun baktık. Şefik Efendi tarafından yazılan vav harfleri için H.Vassaf Efendi, “sanat-ı hat bunda tekmil olmuştur” diyor kitabında. Üç boyutlu resmedilmiş Mekke-i Münevvere’yi bir müddet temaşa ettikten sonra 122 yıl önce H. Vassaf Efendi’nin burada durup aynı resmi gördüğünü düşünüyorum. Değişmeyen, değiştirilemeyen güzelliklerin ve temsil ettikleri manevi değerlerin halâ hayatımızda bulunması güven ve güç veriyor yüreklerimize. Başlangıçtaki umudu, maksudu yenilemek ve ecdadın geçmişten bugüne uzanan eli olarak Ulu Cami güzel bir başlangıç noktası. Peygamberimiz ’in yerini işaret ettiği, Peygamber evlâdından Emir Sultan Hazretlerinin yapımına önayak olduğu ve açıldığı ilk Cuma günü, Somuncu Baba olarak bilinen Hamidüddin Aksarayî’nin hutbeyi okuduğu ruhaniyeti emsalsiz bir mabettir.
Bursa’yı bir günde gezmek mümkün değil. Sıkıştırılmış bir gezi yaptık lâkin tadı damağımızda kaldı. Adı geçen mübareklerin ve ziyaretlerine yetişemediğimiz büyüklerin ruhaniyetlerine selâm olsun.
Nursema Maraşî