Yunus Emre, Türk Edebiyatına ve Tasavvuf geleneğimize damgasını vuran bir şahsiyet. Bir kimse yoktur ki Yunus’tan bir esintiye zihninde küçücük bir yer ayırmamış olsun. Yunus, öylesine nüfuz etmiştir ki edebiyatımıza… Yazarlarımız, yazdıkları herhangi bir meseleye onun dizelerini dizmeden edemezler adeta. İşte bu Yunus’u çok edebiyatçımız, araştırmacımız yazdı. Onu tanıtmak maksadıyla kalemlerini işlettiler. Fakat bu kalem, İskender Pala’nın eline geçince bir meraktır aldı ve de götürdü beni. Yunus’u biliyordum, tanıyordum. Şiirlerini okumuş, şerhlerine dalmıştım. Acaba sayın Pala ne yazdı? Yunus’u nasıl anlattı? Bu sorularla tereddütsüz okumaya başladım romanı.

Diğerlerinden farkı ne?

Roman, Molla Kasım ile başlıyor. Sanki romanı Kasım yazmış, İskender Pala da bu nüshayı ele geçirmiş gibi. Romanı Molla Kasım anlatıyor.

Romanı okuyup bitirdiğimde hemen sordum kendime: Bugüne kadar Yunus hakkında çok şey okudun. Şimdi de okudun. Peki nedir farkı? Evet, farkı da tespit eyledim. Yunus’u ilk defa bir insan olarak yakaladım. Beşeri özellikleriyle bir âdemoğlu. Seven, derde ve hüzne isabet edebilen bir insan. Yok şöyle evliyadır, yok böyle kerameti varmış, yok şöyle yok böyle… Ha, bu romanda Yunus’un kerametleri yok mu? Var elbet. Fakat çoluk çocuğuyla ve karısıyla bizden biri imişçesine anlatılma yönü bu romanda öne çıkarılmış. Tapduk’un kapısında Yunus, böylece “Bizim Yunus” olmuştur.

Anadolu’da tasavvuf yükseliyor!İskender Pala, Od

Romanda o zamanki coğrafyanın belalısı Moğolların kayda değer bir tesiri var. Ve tabii Anadolu’daki tasavvuf hareketinin muvaffak olması, adeta bu Moğolların tetiklemesiyledir. Zulüm, insanları merhametin kucağına kaçırmıştır. Tekkelerin artan sayısı, Anadolu’da adeta dünyanın faniliğini duyurucu niteliğindedir. Ve Yunus, bu ilcaatın meyvesidir. Bu topraklar Vahdet’e mekan olduğu kadar Allah’a isyanın da uğrak yeri olmuştur. Ve Moğol istilasını yazar, bu meyanda tevil eder: “Bütün bu olanlar O’nu unutmaktan oldu. Şimdi bozkır insanı ne çekiyorsa Allah’a sırtını dönmekten çekiyor.”

Bozulma başladığı zaman zincirin halkaları gibi birbirini takip eder. Şurası bozulup da burası bozulmaz diye beklemek ahmaklığın dik âlâsıdır. Ahlak bozulunca kokuşmuşluk daha belli olur.

Acı bir hatıra: Sitare

Yunus, roman boyunca merhume karısı Sitare’yi üzerinde taşır. Ondan hatıra kalan heybesiyle adeta bütünleşen derviş, bu heybeyi vücudunun bir parçası olarak görür. Sitare(Elif), bir yıldız olup şu fani dünyada sanki Yunus’a bir yol göstericidir. Henüz Çekikgöz Moğollarca öldürülmeden evvel karısı, Yunus’un adeta hocasıdır. Yunus, dergaha kapılanana kadar ümmidir. Okuması yazması yoktur. Karısı ölünce elbette aşkını cesedî olarak kaybettiği nispette hocasını da yitirmiştir. Ve kalmıştır ortada ne yapacağını bilemez halde. Oğlu İbrahim de ölmüştür. Sadece İsmail kalmıştır hayatta. Ve roman, bundan sonra Yunus’un dervişliğinin peşinde okurunu koştururken, baba Yunus’a da adeta bizi yol arkadaşı eyler. İsmail’ini arayan Yunus. Yunus’unu arayan İsmail. Ya da Samuel. İsmail, niçin Samuel oldu? Her şeyi anlatmak olmaz tabii. Romana acıkmalı okur.

Sorular... Sorular...

Yunus’un şiir yazma serüvenine şahit oluyoruz. İlk defa ne zaman şiir söylemeye başladı? Mevlana ile Konya’da karşılaşmaları. Tasavvufi seyirde Yunus, nasıldı ne oldu? Benlik denilen engelden nasıl kurtuldu? Bilmek, aslında kişinin kendisine dönük olan seyridir ve Yunus, benlik haddesinden geçerken hangi sıkıntılara katlandı? Ve daha neler neler… Hepsi OD’da.

İskender Pala

Haberin bir de ‘ama’sı var

Roman gerçekten okurunu doyuma ulaştırıyor. Ancak benim romanda çok hümanist bulduğum bir ifade var ki dile getirmesem olmaz diye düşünüyorum. Çünkü bana çok sırıttı bu cümle. Cümle de şudur: “İnsanoğlu için en kutsal ibadet çalışmak, doğruluk ve insan sevgisidir.”

Muhterem Hocamızı tanımasak bu ifadeyi eğip bükmek kolay olurdu. Ve fakat fikriyatını bildiğimiz için taşıdığı manaya da muttaliyiz. Ne var ki ibadet özürlü insanlar için bu tip cümleler adeta can simidi gibi algılanabiliyor. Doğruluk ve insan sevgisi böylesi fikre sahip kişilerce faal kılınıp ibadet yerine konuşlandırılıyor. Çalışmak da ibadettir, insanı sevmek de ibadettir şeklinde saçmalamalarla ibadet, maksadından uzaklaştırılıyor. İnsan, farzları yapacak ki doğruluk ve insan sevgisi ondan sonra ibadet kıvamına gelecek. Yoksa yok.

Muhterem İskender Pala’nın kalemine sağlık diyorum. Allah, inayetini kaleminden ve zihninden eksik eylemesin.

Mehmet Akbulut okudu, beğendi