İmsaktan güneş batıncaya kadar kişinin ibadet niyetiyle yeme, içme ve cinsel münasebetlerden uzak durmasına oruç denir. Seyyid Şerif Cürcani, Tarifat'ta orucu böyle tanımlar. Fıkıh ve ilmihal kitaplarında anlatılan oruç da budur. Bir insan ibadet niyetiyle imsaktan akşama kadar orucu bozan şeylerden nefsini men etti mi oruç tutmuş, bu durum Ramazan ayında gerçekleşmiş ise görevini yerine getirmiş olur.
Fıkıh ve ilmihal kitaplarında daha çok oruç ibadetinin gerçekleşmesi için dışa ve şekle ait zahiri şartlardan ve hükümlerden bahsedilir. Orucun amacı, hikmeti, ruh ve beden üzerindeki etkileri ahlâk ve terbiye açısından önemi üzerinde çok az durur. Mutasavvıflar ise fıkıh bilginlerinin oruç konusunda verdikleri bilgileri aynen kabul eder, bunları büyük bir hassasiyetle uygular. Ama bunlarla yetinmeyip daha ileri giderek, orucun bâtınî, manevi ve ruhî etkileri üzerinde ağırlıklı olarak dururlar. Bu husus üzerinde o kadar çok durulur ki bazen orucun zâhirî hükümleri hatırlanmaz olur, bazen de zâhirî hükümler eksiksiz olarak uygulansa bile batınî hükümler gerçekleşmedikçe orucun gerçek bir ibadet olmayacağı kanaati hasıl olur.
Orucun farz kılınışının amacı takvadır
Kur'an, oruç konusunda iki noktayı apaçık olarak belirtir: Eski ümmetler gibi Müslümanlara da oruç farz kılınmıştır ve orucun farz kılınışının amacı takvadır; yani dindar, erdemli ve dürüst bir insan olmaktır. Şu hâlde oruç, araç; takva, amaçtır. Orucun zâhirî hükümleri kabuk, batınî hükümleri özdür. Kabuk özü korumak için gereklidir. Orucun zâhirî şart ve hükümleri de bâtınî şart ve hükümlerinin gerçekleşmesi için gereklidir. Bâtınî hükümler gerçekleştirilmeden tutulan oruç özsüz kabuktan farksızdır. Bu genel çerçeve içinde sûfilerin oruca nasıl baktıklarını ve bu ibadeti nasıl değerlendirdiklerini görelim:
Sufiler orucun riyazet ve çile yönünü çok iyi teşhis etmişlerdir. Yani oruç nefis için bir tür işkencedir. Kişinin en büyük düşmanı nefstir. Bu düşman ancak aç bırakılarak disiplin altına alınabilir. Açlık çekiç'i ile nefsin başı ezilirse Allah'a giden yoldaki en büyük engel aşılmış olur. Bundan dolayı sûfîler Ramazan ayında oruç tutmakla yetinmeyerek senenin her mevsiminde, her ayında, her haftasında oruç tutmayı âdet haline getirmişler, bazen de orucu savm-ı visal, savm-ı dehr veya savm-ı Davud şeklinde gerçekleştirmişlerdir.
İftar etmeden ve sahur yemeği yemeden iki, üç, dört gün oruç tutmaya savm-ı visal denir. Böyle bir oruç tutan kimse 48, 72, 96 saat içinde orucu bozacak bir şey yapmaz. Hz.Peygamber Aleyhisselamın böyle oruç tuttuğu olmuştur. Fakat Peygamber Efendimiz kendisini taklit edip böyle oruç tutan sahabeyi uyarmıştır. Bununla beraber visal orucu bazı âlimlere göre caizdir.
Savm-ı dehr, bir kimsenin ömür boyu oruç tutmasıdır. Bu oruçta akşam iftar yapılır, sahurda yemek yenir, ama senenin tüm günleri oruçla geçer. Bazılarına göre iki bayramda ve teşrik günleri oruçla geçer. Bazılarına göre iki bayramda ve teşrik günleri oruç tutulmaması şartıyla savm-ı dehr veya savm-ı ebed caizdir. Bir gün oruç tutup bir gün tutmamak savm-ı Davud'dur ve bu da caizdir.
“Açlıktan ölen aslında daha evvelki toklığından ölmüştür”
Sehl bin Abdullah Tusterî her on beş günde sadece bir kere, Ramazan ayında ise ayda bir kere yemek yermiş. “Hiç böyle şey olur mu?” diye itiraz eden birine “bir şeyh her gece su ile iftarını açardı.” diye cevap vermiştir.
Sûfî Ebu Ubeyd Busrî, Ramazan gelince hücresine çekilir, kapıyı kapatır, her gün bir somun getirip pencereden içeriye atmasını eşine tenbihler ve Ramazan ayı boyunca odasından çıkmazmış. Ramazan ayından sonra odaya giren eşi somunların yenilmemiş olduğunu görürmüş. Hiç bir şey yemeden on beş gün veya bir ay yaşamak mümkün müdür? Eğer insan kendini buna aşama aşama ve belli bir egzersizle alıştırırsa mümkün olur.
İbn Hâldun kırk gün hiç bir şey yemeden içmeden yaşayan insanları gördüğünü söylemektedir. Hatta senelerce hiçbir şey yemeden yaşayan iki kadının sultan Ebi'l Hasan'a getirildiğini aktarmakta ve “Açlıktan insan ölmez, açlıktan ölen aslında daha evvelki toklığından ölmüştür.” demektedir.
İnsan idman ve perhiz yaparak uzun süre aç kalma alışkanlığını kazanabilir. Bu mümkündür, fakat bunun İslâm açısından değeri tartışabilir. Zira Kur'an ve hadislerde belirlenen çerçevede oruç tutmak ve aç kalmak nefis terbiyesi için yeterlidir. Fakat daha uzun süre aç kalmak bazı fıkıh âlimlerine ve sûfîlere göre haram ya da mekruh değildir. Bu ruhsattan faydalanan bazı sûfîler aç kalmayı ve yaşamak için yeterli olan gıdanın en azıyla yetinmeyi bir hayat tarzı hâline getirmişlerdir. Bunların sayıları azdır, ama onların bu tavırları tasavvuf kitaplarında büyük bir fazilet, hatta keramet şeklinde değerlendirilerek nakledilmiştir. Oruçta aslolan nefsi zabt u rabt altına almak, ıslah ve terbiye etmektir.
Süleyman Uludağ, Hayata Sufi Gözüyle Bakmak, Dergâh Yayınları.
Ahmed Sadreddin yazdı