René Guénon’un kavram dünyasını İsmail Kara sormuş, Mustafa Tahralı cevaplamış

Kubbealtı Vakfı tarafından yayınlanan “Çağ ve Hakîkat: René Guénon’dan Seçme Makaleler ve Yorumlar” kitabından İsmail Kara Hocanın Mustafa Tahralı Hoca ile yaptığı söyleşiyi alıntılıyoruz.

René Guénon’un kavram dünyasını İsmail Kara sormuş, Mustafa Tahralı cevaplamış

Prof. Dr. Mustafa Tahralı Hoca tarafından hazırlanan ve Kubbealtı Vakfı tarafından yayınlanan Çağ ve Hakîkat: René Guénon’dan Seçme Makaleler ve Yorumlar kitabı yazarı büyük mütefekkir René Guénon’u anlamak için mutlaka okunması gereken eserlerden biri. Guénon’un fikir dünyasına nüfuz edebilmenin yolu kullandığı kavramları yerli yerine oturtmaktan geçer. Bu anlamda kitapta yer verilen Prof. Dr. İsmail Kara Hocanın Prof. Dr. Mustafa Tahralı Hocayla yaptığı söyleşi bu iş için biçilmiş bir kaftan. Önemine binaen söyleşiyi alıntılıyoruz.

*

GUÉNON’UN ESERLERİ VE FİKİRLERİ ÜZERİNE BİR RÖPORTAJ

İsmâil Kara: René Guénon’u ne zaman tanıdınız? İlk okuduğunuzda eserleri sizde nasıl bir tesir bıraktı?

Mustafa Tahralı: Nisan 1967-Haziran 1973 târihleri arasında Paris’te doktora talebesi olarak bulundum. Prof. Muhammed Hamîdullah Bey’in verdiği konferansların birinde –zannedersem 1967 senesinin Kasım ayında– batı ülkelerinde İslâmiyet ve müslümanlardan bahsetmişti. Avrupa’da ilk mühim şahsiyet olarak René Guénon’un ismini verdi: “Eserleri her ne kadar doğrudan doğruya İslâm’ı mevzû olarak işlemiyorsa da, Avrupa’nın entelektüel müslümanları onun eserleri ve fikrî şahsiyeti etrâfında toplanmış, tasavvuf yoluyla müslüman olmuşlardır ve hemen hemen hepsi Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin tasavvuf mektebine dayanmaktadırlar” meâlinde müşâhede ve tespitlerini belirtmişti.

Bu târihten sonra Guénon’un eserlerini aramaya koyuldum. İlk okuduğum eserleri de Modern Dünyânın Bunalımı, Doğu ve Batı ve Doğu Metafiziği adlı kitapları oldu. Aynı târihlerde R. Guénon’u ve eserlerini tanımakta önüme ayrı bir imkân daha çıkmıştı. Ecoles des Langues Orientales (Şark Dilleri Okulu)nda Arapça derslerini tâkip ederken Mustafa (Michel) Vâlsan’ın oğlu Ahmed Hâmid (ö. 2017) ile tanıştım. Müslüman olan bu arkadaşımdan babasının, Guénon’un eserleriyle İslâm’a yönelmiş, müslüman olmuş ve çalışmalarını Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin eserlerinden tercümelere teksif etmiş olduğunu da sonradan öğrenmiştim.

Böylece Guénon ve eserini hem kitaplarını okuyarak, hem de onun müslüman takipçileriyle konuşarak daha yakından tanımak imkânını bulmuştum. Bu tanışma daha sonraki yıllarda daha da genişledi. Müslüman Fransız arkadaşlarımla okuduklarım üzerinde konuşuyor ve Guénon’un kullandığı bâzı Fransızca terimleri İslâmî ıstılâhlar içinde değerlendirmeye çalışıyordum.

Okuduğum ilk eserleri batının tenkîdiyle alâkalı olduğu için bende cezbedici ve sürükleyici bir tesir bıraktı. Daha Türkiye’de iken, pek belirgin olmamakla berâber, doğu ve batı, husûsen müslüman-Türk medeniyeti ile modern batı medeniyeti mukāyesesi hakkında, yaptığım İmam-Hatip ve ilâhiyat tahsili dolayısıyla ve Muhterem Sâmiha Ayverdi’nin eserlerinden edindiğim nüve hâlinde bâzı fikirler ve zihnimde bâzı sualler mevcuttu. Guénon’dan okuduğum ilk kitaplar bu fikirlerimi genişletirken bâzı suallerimin de cevâbını veriyordu. Ama Guénon’a has terimleri, zihnimde bir türlü sarâhate kavuşturamıyordum. Tasavvufî bir mevzûda doktora tezim üzerinde çalışmaya başlayınca bu terimleri de yavaş yavaş çözmek mümkün oldu. Çevremdeki müslüman Guénonien’lerle (Guénon’un fikrî tâkipçileri) yaptığım görüşme ve konuşmalar da bu anlayışı büyük ölçüde kolaylaştırdı. Zîra onların İslâm tasavvufuyla yakın alâkaları, bu mevzûda çalışmaları ve tercümeleri vardı.

Guénon’un fikirlerini az çok tanıdıktan sonra “Niçin Türkiye’de tanınmıyor?” diye –zîra 1921 senesinden beri birçok eseri neşredilmişti– pek çok hayıflanmıştım. Sonradan öğrendim ki rahmetli Prof. Hilmi Ziyâ Ülken (1) rahmetli Prof. Hamdi Râgıp Atademir (2) –ki kendisiyle Paris’te bizzat görüştüğümde Guénon ve eserinden bahsetmiştik– gibi bâzı kimseler Guénon’un eserini tanımışlardı. Türk Târihinde Osmanlı Asırları ve Kölelikten Efendiliğe adlı kitaplarında Sâmiha Ayverdi Hanımefendi Guénon’u ismen zikrediyor ve Doğu ve Batı kitabından bir pasajı naklediyordu. (3) Belki daha başka kimseler de onu biliyorlardı. Ancak eserleri tercüme edilmediği için, bu Müslüman Fransız mutasavvıf ve mütefekkir, Türk okuyucular ve münevverler tarafından bilinmiyordu. Gerçi Tercüman Gazetesi fıkra yazarlarından Ergun Göze Bey 1968-1969 senelerinden îtibâren Guénon hakkında birkaç husûsî yazı kaleme almış, zaman zaman yazılarında onun ismini ve fikirlerini zikretmiştir. Fakat Fransızca bilen ilim ve fikir adamlarımızdan alâka gösterip peşine düşen olmuş mudur bilmiyorum.

İ. Kara: Guénon’un düşüncesinde esas olan “doğu” ve “batı” kavramlarından ne anlaşılmak lâzım gelir? Bu kavramların karşıtlığı esâsen neye dayanıyor?

M. Tahralı: Guénon’da, “doğu” ve “batı” şeklinde birbirine zıt ve muhâlif iki mefhum onun bütün tenkit eserlerinde sık sık yer alır. Ancak bu zıtlık bir coğrafya veya iklim zıtlığı değil, iki medeniyet ve iki toplum arasındaki ruh ve zihniyet muhâlefetidir. Modern Dünyânın Bunalımı’nda Guénon bunu açıkça ifâde eder. Eğer batı dünyâsında Ortaçağ’daki gibi bir medeniyet mevcut olmaya devam etseydi doğu ile modern batı arasında bugün bir muhâlefet olmayacaktı. Bu, bir zihniyet ve ruh muhâlefetidir. Daha sonraki devirlerde batı süratle değişmiş, nizâmı ve esasları altüst olmuştur. Doğu böyle bir köklü değişmeye mâruz kalmamıştır. Batıda XIV. asırdan beri devam eden bu ruh ve zihniyet (mentalité) değişikliği onu beşeriyetin tamâmına nispetle hemen hemen “anormal” yâni gayrıtabiî bir hâle getirmiştir. Batıdaki bu büyük değişiklik Guénon’un “tradition” (en geniş anlamıyla din, an’ane) dediği şeyden, kendi dîninden, Hıristiyanlık’tan kopmakla, ayrılmakla başlamış, günümüze kadar artarak gelmiştir. Doğu ise beşeriyetin ilk devirlerinden beri devam eden an’anevî/dînî/mânevî (traditionnel) ruha sâdık kalmıştır. Doğu ile batı arasındaki zıtlık ve muhâlefet temelde bundan ileri gelmektedir.

İ. Kara: Guénon’un düşüncesi bâzı temel ıstılâhlara dayanarak yükseliyor. Meselâ gelenek (an’ane), entelektüalite, entelektüel, metafizik, zihnîlik, akıl, bilgi gibi. Bunları açıklar mısınız, an’aneden başlayarak…

M. Tahralı: Önce Guénon’un “tradition”dan ne anladığını belirtmek gerekmektedir. Bugün bu terimi gerek Türkçede gerekse Arapçada tam olarak karşılamak oldukça güçtür. Eğer iki-üç asır önce tercüme etmek mümkün olsaydı, sâdece “din” kelimesiyle karşılamak belki doğru ve yeterli olabilirdi. Ama bugün, bu kelimeyi bâzan din, bâzan da, dinle çok yakın mânâ alâkası içinde olduğunu kabul ederek, “an’ane” kelimesiyle tercüme etmek herhalde isâbetli olacak ve mefhum daha iyi anlaşılacaktır.

Guénon bütün “tradition”ları (dinleri) beşer-üstü ve tek kaynaktan neşet etmiş olarak kabul etmektedir. Bu da ilâhî kaynaktır. Vahiyle tesis edilmiş ve zaman içinde keşif ve ilhamla, yâni yine ilâhî kaynaktan gelen işâretlerle işlenmiş ve bir medeniyetin kurulmasıyla çeşitli sâhalarda tezâhürlerini göstermiştir. Bu târife en uygun kelime ve ıstılâh ise Müslümanlarda “din”dir. Ancak müşkül hemen halledilmiş olmuyor. Zîra batı dillerindeki “religion” kelimesinin karşılığı da Türkçe’mizdedindir. Guénon’un terimleriyle söyleyecek olursak İslâmiyet hem tradition hem de religiondur, daha doğrusu dînî (religieux) karakterli bir traditiondur. Şu halde meseleyi biraz daha açmak gerekiyor.

Guénon batının anlayışına göre “religion”u şu şekilde târif etmektedir: En geniş mânâsıyla “religion” îtikat, ibâdet ve “moral”i içine alan bir mefhumdur. Hattâ bâzan bu üç unsur bile bütün genişlik ve derinliğiyle ele alınmamakta, üzerinde durulmamaktadır. Bâzı modern ilim ve düşünce sâhipleri bu üç unsuru daha da azaltmaktadır. Şöyle de söyleyebiliriz: Batıda “religion” yâni “din” aslî mânâsını ve unsurlarının çoğunu kaybederek, tamâmiyetini ve mükemmeliyetini kaybederek günümüze kadar gelmiştir. Batının “religion”ları yâni Hıristiyanlık ve Yahûdilik’le doğunun İslâm, Hinduizm ve Taoizm’i karşılaştırılınca bunların hepsini “religion” kelimesiyle tavsif etmek mümkün olmamaktadır. Zîra aralarında bir hayli farklılık göze çarpmakta ve bir muâdelet bulunmamaktadır.

Gerçi Türkiye’de de “religion” (din) anlayışı batılılaşmamızın ve felsefe, sosyoloji, psikoloji ve dinler târihi gibi batıdan nakledilen sosyal ilim ve düşüncelerin tesîriyle, batıdakiyle aşağı yukarı aynîleştirilmeye çalışılmış, farkına varılmadan aynı anlayış içine girilmiş, iki anlayış arasındaki farklılık ve muâdeletsizlik pek hissedilmemiş, ancak Hıristiyanlık ve İslâmiyet’in mukāyesesi bahsinde meseleye az çok temas edilmiştir.

Din deyince bugün bizim de aklımıza sâdece îtikat, ibadet ve “moral” gelir olmuştur. (Ahlâk kelimesiyle tercüme edilen bu kelime de günümüzde bir hayli mânâ kaybetmiştir. Oysa İslâm’daki ahlâk mefhûmu modern “moral” ile karşılaştırılır ve yakından incelenirse farklar ve muâdeletsizlikler hemen göze çarpacaktır). Halbuki târihte İslâm dîni, ilâhî bir vahiy eseri olan Kur’ân-ı Kerim ve Resûlullah’ın sünnetinden hareketle teessüs eden tasavvuf, hukuk, tıp, astronomi, kozmoloji, siyâset, sanat vs. gibi fikrî ve içtimâî birçok sâhayı içine alan, yâni hayâtın her safhasıyla alâkalı ilâhî, beşer-üstü bir kānundur, sistemdir. Demek olur ki din yalnız inanmak, belli birkaç ibâdet ve ahlâkî birkaç davranıştan ibâret değildir. Bunlar dînin en dar ve her ferdi alâkadar eden temel unsurlarıdır. Ancak her çeşit ilmin, sanatın ve beşerî faâliyetin geçmişte din (tradition) içinde mütâlaa edildiği de dikkat edilirse hemen farkedilecektir. Meselâ askerî, siyâsî, iktisâdî, ticârî ve ilmî hayat dîne doğrudan bağlı ve ondan aldığı prensipler üzerine kurulmuştur. Bugün İslâm dünyâsında da dîni bu genişlik ve derinlik içinde geçmişte olduğu gibi idrak etmek gayretleri vardır. İşte din, hayâtın her safhasıyla alâkalı olarak kabul edilecek olursa, buna Guénon batı dillerinde “tradition” demektedir. “Religion” ise îtikat, ibâdet ve bâzı davranışları içine alan, çok dar mânâda bir “din” anlayışını ifâde etmektedir. Ayrıca şuna da işâret etmek lâzımdır ki, “religion” kelimesi batı dillerinde “ilâhîlik” ve “kudsîlik” vasfını hemen hemen kaybetmiş gibidir. Meselâ kolaylıkla “la religion marxiste” (Marksist din), “une religion philosophique” (felsefî bir din), “la religion protestante” (Protestanlık dîni) gibi kullanışlar mevcuttur. Bu çeşit ifâdelerden anlaşılmaktadır ki, din herhangi bir insanın meydana getirdiği bir sistem gibi düşünülmektedir. Hele “Protestanlık dîni” gibi bir ifâde çok dikkat çekicidir. Bizim Hıristiyanlık içinde bir mezhep olarak bildiğimiz Protestanlık’ın “din” gibi düşünülmesi de mânânın ne kadar daraltıldığını gösterir. Bu vesîle ile şuna da işâret edelim ki, Guénon Protestanlığı Katoliklik içinde sahih, “sünnî” (orthodoxe) bir mezhep olarak kabul etmez. Hıristiyan dîninden (tradition chrétienne) sapmış, an’anevî (traditionnel) hiçbir esâsı ve temeli olmayan dînî (religieux) yâni “zâhirî” bir cereyandır. Katoliklik ise batıda hıristiyan dînini (tradition) temsil eden yegâne müessesedir. Ancak o da Ortaçağ’daki tamâmiyetini büyük ölçüde kaybetmiştir.

Netîce olarak şunu söyleyebiliriz ki “religion” kelimesinin asırlar içinde mânâsındaki kudsiyeti ve tamâmiyeti kaybedişi de, hakîkî din, yâni en geniş, en tam mânâsıyla “din” mefhumunu ifâde etme düşüncesi, Guénon’u “tradition” kelimesini seçmeye götürmüştür. Yukarıdan beri söylediklerimizi göz önünde tutarak Guénon’u okurken “tradition” kelimesini en geniş ve derin mânâsıyla “din” olarak anlamak, yerine göre de

“din” veya “an’ane” diye tercüme etmek isâbetli olacaktır. An’ane yerine “gelenek” denilmemelidir. Bizzat Guénon “tradition” kelimesinin batı dillerinde örf, âdet, gelenek mânâsında kullanılmasını da tenkit etmektedir. “Tradition” beşer-üstüdür, ilâhîdir. Türkçemizde de “gelenek” hiçbir “kudsî” ve “mânevî” mânâ ifâde etmemektedir. Bir “gelenek” din dışı olabileceği gibi dîne zıt da olabilir. “An’ane” kelimesi bugün pek az kullanıldığı ve kök olarak yapılışı “tradition”u andırdığı için, tercümelerimizde gereken yerlerde bu kelimeyi seçtik. Ayrıca “an’ane” kelimesi hadîs ilminde kullanılan bir ıstılâhla alâkalı olduğu için mânâsında az da olsa “dînî” bir taraf vardır. Şu halde “tradition” yerine göre, ister “din” kelimesiyle, ister “an’ane” kelimesiyle tercüme edilsin, dâima kudsî ve mânevî bir mânâ ifâde ettiği göz önünde bulundurulmalıdır. Guénon’a göre “tradition

dan anladığımızı bir târifle ifâde edecek olursak: “Tradition” bir vahiy etrâfında örgüleşen ve zaman içinde ilham ve keşif yoluyla canlılığı muhâfaza edilip devam ettirilen veya zayıfladığında canlandırılan, ferdî ve içtimâî hayâtın her safhasıyla ilgili, beşer-üstü ve beşer aklını aşan bir manzûmedir.

İ. Kara: “Intellectualité” kelimesi üzerinde de duracak mısınız?

M. Tahralı: “Intellectualité” kelimesi Guénon’u anlamak için temel terimlerden biridir. Bunu açıklamamız için önce şu hususlara temas etmemiz gerekmektedir. Guénon’a göre Rönesans ve Reform’dan bu yana batı düşüncesi ve sanatı sâdece “rationnel”dir (aklî). Halbuki an’anevî cemiyetlerde düşünce ve sanat “intellectuel”dir yâni akla (raison) değil, akılüstü bir melekeye (intelligence) dayanmaktadır ki, buna İslâm kültüründe “kalp”, “gönül” denilmektedir. Kalbin bilgi elde etmekte yolu ise “ilham ve keşif”tir. Menşei ilâhî olan bu ilham ve keşif ise, yine menşei ilâhî olan “vahiy veya sünnet”e dayanmakta, bu ikisinden hareket etmekte ve bu ikisinin etrâfında örgüleşmektedir. Anlaşılacağı üzere böyle bir açıklama tasavvufîdir. Zâten Guénon meseleleri bir mutasavvıf olarak ele almaktadır. Şu halde akıl (raison) beşerî bir meleke olup ancak fizik âlemle alâkalıdır. Intelligence (kalp) ise mânevî âlemle alâkalı olup mânevî bilgileri idrâke istidatlı bir melekedir. Nitekim îman da “dil ile ikrar kalp ile tasdik”ten ibârettir. Bizdeki akl-ı maâş (raison) ve akl-ı maâd (intelligence) ıstılâhları ile bu iki kelime arasındaki farkı belirtmek mümkün olabilir, sanıyorum. Akl-ı maâş, içinde yaşadığımız âlemi idrak ederken, akl-ı maâd ruhun dönüş yeri olan mânevî âlemle alâkalı ve onu idrak edicidir. Rönesans ve Reform’dan sonra aklın (raison) gerçeği ve hakîkati idrak için tek meleke olarak kabul edilmesi ve bütün fikir ve sanat cereyanlarının, din (religion) içinde bile, yalnızca akıl (raison) melekesini veya akıl-altı duyguları kullanması, Guénon’a şark medeniyetinin garba üstün tarafının “intellec tualité” yâni “irfan” olduğunu söyletmiştir. Üstelik ona göre, batı insanı artık “intelligence” (kalp, gönül, akl-ı maâd) dediği melekeyi kullanamaz hâle gelmiş ve hattâ insanda böyle bir melekenin var olduğunu bile bilmez bir duruma düşmüştür.

Şu halde Guénon’un eserlerinde “intelligence” kelimesini “zekâ” ile değil, metnin imkân verdiği yerlerde “kalp” veya “akl-ı maâd” kelimeleriyle tercüme etmeli ve dâima akıldan (raison) üstün bir meleke olduğu da hatırda tutulmalıdır. “Intelligence” vâsıtasıyla elde edilen bilgi ve bilgi birikimine “intellectualité” denilecek olursa, bunu Türkçe’de “zihnîlik” ile değil “irfan” kelimesi ile ifâde etmek daha isabetli olacaktır. Hakîkî ve tam mânâsıyla “intellectuel” ise, Guénon’a göre, “irfan”a (intellectualité) veya daha yüksek bir mânâ ile “mârifet”e (connaissance) yâni “Hak” ve “hakîkat” bilgisine ulaşmış kimsedir ki, bunlar muhtelif derecelerde de olsa “ârif” diye adlandırılabilir. Bu demek olur ki “intellectuel”, içinde bulunduğu veya müntesip olduğu “tradition”un (din) esas ve prensiplerini tefekkür, sanat ve ilmine merkez ve mihrak kılarak, aklen ve kalben cehâlet karanlığından kurtulmuş kimsedir. Yoksa okuyupyazan veya dünyevî ve maddî şeyleri bilen kimse değil. Guénon’un “l’élite intellectuel” dediği ise “intellectuel”ler yâni “ârif”ler veya “münevver”ler arasında seçkin bir zümredir ki, İslâm tasavvufunda “havâs” ve “havâssü’l-havâs” adıyla anılırlar. Ancak “ârif” kelimesi bizde ıstılâh olarak çok husûsî bir mânâda kullanıldığı için “intellectuel” kelimesini, “ârif” kelimesine çok yakın mânâda olduğunu hatırda tutarak, “münevver” yâni Cenâb-ı Hakk’ın “Nûr” isminden feyizlenmiş ve böylece cehâlet karanlığından kurtulmuş kimse mânâsında anlamak uygun olacaktır. “Aydın” kelimesi ise hiçbir mânevî mânâ hatırlatmayan yeni bir kelime olduğu için Guénon’un dilindeki “intellectuel”in karşılığı olamaz kanâatindeyiz.

Intuition” terimini “sezgi” ile tercüme etmek mümkün olmakla berâber, bununla Guénon’un kastettiği mânâ, kendisinin “intuition intellectuelle” tâbirinde belirttiği “kalbî sezgi”dir. His ve akılla alâkalı değildir. Bunu bâzı ifâdeler için de tasavvuftaki “keşf” kelimesiyle karşılamak belki daha isâbetli olacaktır. Kalp hakîkatleri keşif veya ilham yoluyla idrak ettiğine göre “akl”ın ve “hiss”in bunda bir dahli yoktur. Guénon, bu mânâda kullandığı “intuition intellectuelle”in Bergson’daki “intuition” (sezgi)den tamâmen başka olduğunu söylemektedir. Zîra Bergson’un “sezgi”si yalnız hisse, duyulara dayanmaktadır. Gerçi Bergson memleketimizde akla (raison) karşı zekâyı (intelligence) koyarak “sezgi” yoluyla gerçeğin bilinebileceğini söyleyen ve rasyonalizme darbe vuran bir filozof gibi anlaşılmış ise de, Guénon onu rasyonalizme karşı “hissî sezgi”yi çıkararak, böylece akılcılığa darbe vurmak şöyle dursun, akıl altına düşen, âdeta içgüdüleri ön plana çıkaran ve rasyonalistlerden daha aşağı seviyede bir filozof olarak görmektedir. Halbuki “intuition intellectuelle” (kalbî sezgi veya keşf) aklı (raison) aşar, aklın ötesindedir ve “hakîkat”le doğrudan doğruya münâsebet imkânına sâhiptir.

İ. Kara: Eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla Guénon “metafizik” konusunda da farklı fikirlere sâhip gözüküyor?

M. Tahralı: “Metafizik”in kelime mânâsının “tabiat ötesi” demek olduğunu belirterek R. Guénon bu terimi fizik-ötesi âlem, yâni mânevî âlem, ilâhî prensiplerle meşgul olan ilim ve tefekkür diye kabul etmektedir. Ona göre “metafizik”te insanın kullandığı meleke akıl (raison) değil, “kalp”tir, yâni “intelligence”tır, “intellect”tir. Mevzûsu da fizik âlem ötesinde ilâhî prensipler, hikmetler ve mârifettir. Bu ilim ise, İslâm dünyâsında Muhyiddin İbnü’l Arabî ve emsâlinin eserlerindeki, meselâ Fusûsu’l-Hikem’deki üslûp ve ifâde ile işlenen tasavvuftur. İşte bu mânâda Guénon metafiziğin (hikmet, ilm-i ilâhî, ilm-i hakāyık, tasavvuf) felsefeye (philosophie) yâni klasik devirlerdeki anlamıyla, “hikmet sevgisi”ne) üstün olduğunu belirtmekte, yalnız aklı (raison) kullanan modern batı felsefesinde ise ne “hikmet”ne de “sevgisi”nin artık kalmadığını söylemektedir. Onun için “doğu metafiziği”nin benzeri modern batıda yoktur ve “mistisizm” tasavvuf demek değildir. Oryantalistler şark metafiziğinin bir görünüşüne yanlış olarak “mistisizm” adını vermişlerdir. Oysa “mistisizm” sâdece batıya has bir şeydir. Aynı oryantalistler şarkın tasavvufî düşüncesinin bir görünüşüne de “felsefe” adını vererek başka bir hatâ daha işlemişlerdir. Çin ve Hint’ te felsefe yok, metafizik yâni tasavvuf vardır; İslâm dünyâsında ise hem tasavvuf ve hem de Yunan felsefesine dayanan felsefe vardır.

Ayrıca “esotérisme” ve “exotérisme” (bâtın ve zahir) terimleri de Guénon’un eserlerinde sık sık rastlanan ve iyi anlaşılması gereken kelimelerdir. Bunlar tasavvuftaki mânâsıyla ele alınırsa anlaşılmalarında bir güçlük olmayacaktır. Ancak metin içinde, tercüme esnâsında zorlukların ortaya çıkacağı da pek tabiîdir. Bu terimleri birkaç misalle açıklayalım: “L’ésotérisme musulman”, “İslâm tasavvufu”, “les doctrines ésotériques” “tasavvufi doktrinler” diye tercüme edilebilir. Ama umumiyetle “ésotérisme” ve “ésotérique” kelimelerini “ilm-i bâtın, bâtınî, derûnî, iç mânâ” gibi kelimelerin tasavvufî mânâsı göz önünde tutularak anlamak îcap etmektedir. Şunu bilhassa belirtmek lâzımdır ki, Guénon “ésoterisme” kelimesiyle İslâm dünyasındaki “Bâtıniyye”yi ve onların anlayışını kastetmemiştir. “Exotérisme” ve “exotérique” kelimeleri de yine tasavvuftaki mânâ ile “dînin zâhiri, şerîat, zâhir” ve “zâhirî, şer’î, dış mânâ” gibi kelimelerle karşılanabilir.

Initiation ve initiatique” kelimeleri “ésotérisme” ile yakından alâkalıdır. Çünkü her türlü “derûnî bilgi, tasavvufî bilgi”ye (connaissance ésotérique) bir “initiation” yoluyla adım atılabilir. Türkçede bunu bir kelime ile ifâde edebilmek oldukça zordur. Bununla kastedilen tasavvufta tarîkatlara giriş için mürşit ile mürit arasında yapılan bîat muâmelesidir. Bu mânâda kelimeyi “intisap” ve “sülûk” ile tercüme edebiliriz. Hakîkî bir şeyhe “intisâb”ı olan mürit “ésotérisme”e yâni “mânevî, bâtınî, derûnî, kalbî bilgi, tasavvufî bilgi” sâhasına girmiş olur. Bu kimseye “sâlik” (initié) denilir. Eğer Türkçede “intisap” kelimesiyle sâdece mürîdin şeyhe intisâbı anlaşılsaydı “initiation”u bu kelime ile karşılamak mümkün olurdu. Fakat Guénon bu kelimeyi tasavvuftan başka yerlerde de, ama aynı muâmeleyi ve münâsebeti kastederek kullanmaktadır. Bu nokta dâima göz önünde tutulmalıdır. “Initiatique” kelimesini de “intisâbî” kelimesiyle yukarıda açıkladığımız mânâda karşılamak mümkünse de, bugünkü dilde kolayca kullanmamız oldukça zordur. Her hâl ü kârda bu iki kelimede de tasavvuftaki “intisap”, “bîat” ve “sülûk”, mânâlarının olduğu, şeyh ile mürit arasındaki mânevî münâsebet ve muâmeleleri hatırlatması gerektiği ve “tasavvuf yoluna giriş” kastedildiği unutulmamalıdır.

Bu temel terimlerden başka daha husûsî terimler vardır ki, tasavvuf terimlerini tanıyanlar bâzılarını kolayca Türkçe kelimelerle karşılayabilirler. Gerçi bizzat Guénon bâzı terimlerin karşılığını Arapça’larıyla vermiştir. Ancak bütün eserleri incelendikten sonra bir liste yapmak mümkün olur. Burada birkaç husûsî terime daha temas etmekle iktifâ edeceğiz:

Guénon “panthéisme”in “vahdet-i vücûd” demek olmadığını ısrarla belirtir. Panteizm batının rasyonalist felsefeleri içinde yeri olan bir felsefî görüş olup oryantalistler yanlış olarak bu kelime ile “vahdet-i vücûd”u karşılamışlardır. Doğu metafiziğinde yâni Çin, Hint ve İslâm tasavvufunda panteizm yoktur, vahdet-i vücûd vardır. Bunu da “l’İdentité suprême” ve “l’Unicité de l’existence” terimleriyle karşılamaktadır. “Le pôle” veya “l’axe” tasavvuftaki “kutb”un karşılığıdır. Bu ve benzeri bâzı terimleri Guénon ve tâkipçilerinden yaptığımız tercüme makālelerde metin içinde veya dipnotta göstermiştik.

İ. Kara: Siz tasavvuf târihi üzerinde çalışıyorsunuz. Târihî açıdan Guénon’da gördüğümüz tasavvuf ne gibi özellikler taşıyor, nasıl bir gelişim gösteriyor?

M. Tahralı: Guénon 23-24 yaşlarında müslüman olmuş, birkaç makālesi müstesnâ bütün makāle ve kitaplarını bu târihten sonra yazmıştır. Bununla berâber eserlerinde İslâm tasavvufu terimleri ve doğrudan doğruya İslâmî mevzûlara pek az tesâdüf edilir. Buna mukābil İslâm’ın bâriz vasfı “tevhit” ve İslâm tasavvufundaki “şerîat-hakîkat” veya “zâhir-bâtın” gibi temel mefhumlar eserlerinde âşikâr olarak göze çarpar. Dinlerin hepsi İslâm’a göre “tevhit” esâsı üzerine binâ edilmiştir. İşte bu, Guénon’un eserlerinin de özüdür ve o bu özden ve ana fikirden hareket etmiş ve bugün yaşayan veya târihin derinliklerine gömülmüş her dinde (tradition) bu temel fikri görmüş, işlemiş ve göstermiştir. Eserinin en “orijinal” yönlerinden biri budur denilebilir. Gerçi her müslüman îtikat olarak dinlerin tevhit esâsı üzerine binâ edildiğine inanır, ama asırlar boyunca üstü örtülen, unutulan, tahrif edilen dinlerde bu hakikati görebilmek, gösterebilmek ve “tevhîd”i kaybedenleri “tevhîd”e dâvet edebilmek herkese nasip olmuş değildir. Şunu da hatırlamak yerinde olacaktır ki, İslâm sûfîleri her zaman aynı vazîfenin gönüllü mücâhitleri olmuşlardır.

Guénon eserlerinde daha çok Hint tasavvufunun ıstılâhlarını kullanmıştır. Bunu bilerek yapmıştır. Çünkü “tevhit birdir”, “hakîkat birdir”. Şu halde insanlara bunu “anladıkları veya daha iyi anlayabilecekleri bir dille” ve “akılları miktarınca söylemek” gerekmektedir. Hindû terimleriyle “hakîkat”i anlatmak, batının o günkü şartları içinde İslâmî terimlerle anlatmaktan daha faydalı ve verimli olacaktı. Zîra Hıristiyan Avrupa ile İslâm âlemi asırlardan beri dâimî bir kavga içinde idi. Batı İslâm’dan hem korkmakta, hem de XIX. asırdan beri hâkimiyeti altına aldığı müslüman topluluklarını ve medeniyetini hor ve hakir görmekte idi. “Tevhîd”i ve “hakîkat”i batılıları ürkütmeyecek ve aralarında husûmet ve nefret bulunmayan bir “din” (tradition) ve medeniyetin terimleriyle anlatmak peşin hükümlülere karşı ilk zafer olacaktı.

Sonra İngiltere ve Fransa’da Hinduizm hakkında bir hayli çalışma ve efkâr-ı umûmiye vardı. Bu nisbeten hazır zemin üzerinde hem oryantalistlerin anlayamadıklarını anlatmak, hem de böylece, daha geniş bir okuyucu kütlesine hitap edebilmek mümkün olacaktı. Ayrıca, mâdemki “dinlerin esâsı olan tevhit” ve “değişmeyen tek hakîkat” anlatılacaktı, öyleyse işe İslâm gibi en son “din”den değil, bilinen ve hâlen yaşayan en eskilerden başlamak daha münâsip olmayacak mıydı? Böylece Guénon “Hindû doktrinleri”ni anlatırken yeri geldikçe Taoizm, Eski Mısır dîni, Zerdüştlük, Yahûdilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet’e temas edecek, bilhassa batı Yahûdiliği ve Hıristiyanlığının, unuttuğu veya tahrif edilmiş hakîkatlere işâret edecekti. Nitekim eserlerinde böyle bir üslûp, dikkat edildiğinde hemen göze çarpacaktır.

İ. Kara: Bu konuyu biraz daha açar mısınız?

M. Tahralı: Tabiî. Tasavvuf bakımından Guénon’un eseri hakkında bir söz söylemek için önce şunu hatırlamak gerekir. İslâm mutasavvıfları tasavvufu “dînin özü, esas cevheri” olarak takdim etmişlerdir. Şu halde İslâm’ın özünü yâni tasavvufunu, diğer dinlerin tasavvufuyla karşılaştırmak, benzerlikleri, paralellikleri bulmak, ifâde veya şekil farklılıklarını göstermek şeklinde görünen Guénon’un eseri, umûmî olarak “din”ler ve medeniyetler açısından ehemmiyetli olduğu gibi, tasavvuf bakımından da husûsî ve mühim bir yer işgal etmektedir. Böylece onun eserleriyle geniş ölçüde Hint tasavvufu, daha mahdut ölçüde diğer “din”lerdeki tasavvuf hakkında sağlam bir görüş ve bilgi edinmek mümkün olmaktadır. Şu nokta da bilhassa belirtilmelidir ki, Guénon bugün batı Hıristiyanlığında “mistisizm” denilen şeyin “tasavvuf” olmadığını, Rönesans ve Reform’dan günümüze doğru yavaş yavaş Hıristiyan tasavvufunun kaybolduğunu, artık batı Hıristiyanlığında tam mânâsıyla bir “tasavvuf”un ve “mutasavvıf”ın bulunmadığını söylemekte, şark tasavvuflarını batıya “mistisizm” adıyla tanıtmaya çalışmanın yanlış olacağını ısrarla belirtmektedir. Çağdaş batıda, ne filozofların arasında, ne de dînî muhitlerde “tasavvuf”un muâdili yoktur. Çağdaş batı, doğuya nispetle mukāyese edilemeyecek derecede bu sâhada fakirdir. Doğu, bu sebepten yâni hâlâ yaşayan bir “intellectualité”ye yâni “irfan”a, “mâneviyat”a sâhip olmak bakımından batıdan üstündür. Gerçekte batı, Ortaçağ’da bile, benzerine sâhip olmakla berâber yine de “irfan” bakımından doğu seviyesinde olamamış, ancak bugünkü kadar da yoksul ve “gönlü” boş kalmamıştır.

Guénon bir yönüyle bizim medeniyetimizdeki Gazzâlî ile karşılaştırılabilir: Gazzâlî nasıl el-Munkızu mine’d-dalâl isimli eseriyle tasavvufun dindeki yerini ve ehemmiyetini göstermiş ve İhyâu ulûmi’d-din adlı eseriyle “din” ilimlerinin “ihyâ”sına gayret etmişse, Guénon da bir yandan bütün “din” lerde (tradition) tasavvufun yerini tespit etmiş, bir yandan da yine bütün “din”lerde “ilim”lerin ve “sanat”ların “ihyâ”sına kapı açmış, temel atmıştır. Gazzâlî bunu yalnız müslüman muhit içinde yaparken, Guénon batı ve batılılaşmış zümreler içinde yapmış; Gazzâlî “sünnî” İslâmiyeti ve tasavvufu ortaya koyarken, Guénon da “les traditions orthodoxes”u yâni sahih dinleri, dinlerdeki sahih doktrinleri, başka bir ifâdeyle “hakîkî dîn”in, “dîn-i kayyim”in ne olduğunu, hakîkî tasavvufu (la métaphysique véritable) anlatmıştır. Ancak, Gazzâlî’nin eserlerinde tasavvuf az bir yer işgal ederken Guénon’un eseri bütünüyle “tasavvufî”dir. Bu yönüyle ise, Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye benzetilebilir. Zâten Guénon Şâzelî tarîkatına mensup bir mutasavvıf olup düşünce ve ifâdelerinde İbnü’l-Arabî’yi yakından tâkip etmektedir. Onun için Guénon’un fikirlerini İbnü’l-Arabî mektebi içinde değerlendirmek isâbetli olur. Nitekim Guénon’u tâkip eden (Guénonien) Avrupalı müslümanların İslâm tasavvufundan yaptıkları tercümeler, ya İbnü’l-Arabî’nin eserleri ya da bu mektebe mensup sûfîlerin eserleridir.

İ. Kara: Bugün Fransa’da ve diğer batı ülkelerinde “Guénonien” diye adlandırılan bir grubun varlığından söz ediliyor. Bunları tanıyor musunuz?

M. Tahralı: Bunlardan yalnız biriyle, Paris’te, “Şark Dilleri Okulu”nda tanıdığım oğlu vâsıtasıyla tanıştım ve birkaç kere görüştüm: Mustafa (Michel) Vâlsan. Kendisi Şâzelî tarikatında halîfe-şeyhti. Eserleri Muhyiddin İbnü’l-Arabî hazretlerinden, Abdurrezzâk Kāşânî ve Sadreddîn Konevî’den yaptığı tercümelerdir. Bunlar 1949-1974 seneleri arasında Revue des Etudes traditionnelles isimli mecmûada neşredilmiştir. Bu mecmuanın Ocak 1975 sayısında onun bütün tercüme ve makālelerinin tam bir listesi vardır. İslâm’ı îtikat, ibâdet, ahlâk ve tefekkürüyle bizzat yakından yaşadıklarını müşâhede ettiğim bu zat ve talebeleri Fransa’da İslâmiyet ve İslâm tasavvufu denilince akla ilk gelecek isimlerden biridir. 25 Kasım 1974’de vefat etmiştir.

Titus Burckhardt (İbrâhim İzzeddin): İbnü’l-Arabî’nin Fusûsu’l-Hikem’ini La Sagesse des Prophètes (Albin Michel, Paris, 1955) adıyla, Abdülkerim Cîlî’nin el-İnsânü’l-Kâmil adlı eserini muhtasar olarak De I’Homme Universel (Lyon, 1953) adıyla Fransızca’ya tercüme etmiştir. Diğer eserleri şunlardır: Introduction aux Doctrines ésoteriques de l’Islâm (İslâm Tasavvufuna Giriş, Lyon, 1955), Principes et Méthodes de l’Art sacré (Mukaddes Sanatın Prensip ve Metodları, Lyon, 1958), Clé spirituelle de l’Astrologie musulmane d’aprés Mohyiddin İbn Arabî (İbnü’l-Arabî’ye göre İlm-i Nücûmun Mânevî Anahtarı, Milano, 1974) ve Alchimie (Eski Kimyâ İlmi, Thoth-Bâle 1974)

Frithjof Schuon (Îsâ Nûreddîn): Birçok eseri vardır ve bunların İngilizce, Almanca, İtalyanca baskıları da yapılmıştır. De l’Unité transcendante des Religions (Dinlerin Müteâl Birliği Hakkında, Paris, 1948), Comprendre l’Islâm (İslâm’ı Anlamak, Paris, 1961), L’Oeil du Coeur (Kalb Gözü, Paris, 1950), Logique et Transcendance (Paris, 1970) vb. Bir Şâzelî şeyhi olan bu zâtın Guénonienler arasında husûsî bir mevkii halîfeleri ve talebeleri vardır.

Martin Lings (Ebûbekir Sirâceddin): İngiliz’dir ve eserlerini İngilizce yazmıştır. Eserlerinin bâzıları Fransızca’ya tercüme edilmiştir. Meselâ Un Saint musulman du Vingtième Siècle (Yirminci Asırda Bir Müslüman Velî, Paris, 1967) eserlerinin en önemlilerinden biridir.

Leo Schaya: Bir eserini biliyorum. La Doctrine soufique de l’unité (İslâm Tasavvufunda Tevhit Doktrini, Paris, 1962).

Yukarıda zikrettiğim isimlerden başka Guénonien Müslümanların olduğunu ve eserleri bulunduğunu duydum, fakat tanımıyorum. Ayrıca diğer dinlere ve Hıristiyanlığa mensup Guénonienler vardır. Bunlar da gerek kendi dinlerinde, gerekse çeşitli ilim ve sanat dallarında Guénon’un fikirleri ışığında eserler yazmaktadırlar. Bunlardan bâzıları Etudes traditionnelles mecmuasının yazarları arasındadır. Yakın zamandan beri de şarkiyat araştırmaları yapanlar arasında Guénon’un eseri tesirini göstermeye başlamıştır. Katolik kilisesi ve vazîfelileri ise Guénon’un eserine baştan beri gösterdikleri tepkiyi yumuşatmaya başlamışlardır. Batıda Guénon’un fikirlerine katılanların sayısı gün geçtikçe artmakta, eserleri yeniden basılmakta, makaleleri kitap hâline getirilmektedir. Belki yakın bir gelecekte arkadaşları ve bâzı okuyucularına yazdığı mektuplar da neşredilecektir.* Hakkında benim görebildiğim biri Arapça, diğerleri Fransızca olmak üzere 5-6 kitap yazılmış ve bir sempozyum yapılmıştır.** Bugün bu sayı pek çok artmıştır sanıyorum.

Guénon’un eserinin bizim gibi az veya çok “batılılaşmış” bir toplumun insanlarına söyleyeceği çok şey vardır. Osmanlı medeniyeti veya daha umûmî söylersek İslâm medeniyeti, çok dar bir muhîtin hâricinde, artık hemen hemen anlaşılmaz olmuştur.

Guénon’un eserlerinin, bir yandan modern batıyı tanımamızda ve bir yandan da kendi “an’ane”mizi, “an’ane”mizin fikir, ilim ve sanat mahsullerini anlamamızda çok faydalı olacağı kanâatindeyim.

İ. Kara: Guénon’un mühim eserlerinden de bahseder misiniz?

M. Tahralı: Türk okuyucu ve “münevver”lerinin öncelikle istifâde edeceği eserleri şunlardır: Introduction généralé à l’etude des doctrine Hindoues, Orient et Occident, La Crise du Monde moderne, Le Règne de la Quantité et les Signes des temps, Symboles fondamentaux de la Science sacrée, La Métaphysique Orientale, L’Erreur Spirite.

İ. Kara: Bu yıl [1980] Guénon’dan dilimize tercüme edilerek Yeryüzü Yayınları arasında çıkan Modern Dünyânın Bunalımı ve Doğu ve Batı isimli eserleri nasıl buldunuz?

M. Tahralı: Henüz tam olarak inceleyemedim. Yalnız ikincisi birincisinden daha îtinâlı yapılmış. Şu muhakkak ki titizlik gösterilmeyen bir dille Guénon tercüme edilemez.

Not: İsmâil Kara tarafından yapılan bu mülâkat “René Guénon’un Eserleri ve Fikirleri Üzerine Mustafa Tahralı ile Bir Konuşma” başlığıyla Hareket Dergisi’nde (Ekim-Aralık 1980, sayı: 20-22, s. 23-32) yayımlanmıştır.

1) Bk. Hilmi Ziyâ Ülken, Varlık ve Oluş, Ankara: Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yayınları,

1968, s. 151, 493; İslâm Düşüncesine Giriş, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1954, s. 17, vd.

2) Bk. Hamdi Râgıp Atademir, “Çağdaş Müslüman Bir Fransız Filozofu: René Guénon (Abdülvâhid

Yahyâ)”, Hakses, sayı: 98, Şubat 1973, s. 5-7; sayı: 99, Mart 1973, s. 4-6.

3) Sâmiha Ayverdi, Türk Târihinde Osmanlı Asırları, c.I, s. 15-16, 226; Kölelikten Efendiliğe, s. 59.

* Şu internet adreslerinde "Mektuplar" ve çeşitli yayınlar hakkında bilgiye ulaşılabilir:

1. https://tr.scribd.com/document/335662749/Rene-Guenon-Correspondance-I (Erişim târihi:

23.08.2018)

2. //alsimsimah.blogspot.com/2014/01/rene-guenon-correspondance-avec-louis.html (Erişim târihi: 23.08.2018)

** René Guénon et l'Actualité de la Pensée traditionnelle- Actes du Colloque internationale de Cerisy-La-Salle: 13-20 Juillet 1973. Editions du Baucens 1977-Belçika.

YORUM EKLE