Nureddin Yıldız: Her dönemin, yılın ayrı bir Ebubekir'i olacak!

İstanbul’daysak ya da gitme planı yapıyorsak kapısının çalınması gereken biri var, ilminden istifade edilesi Nureddin Yıldız Hocamız. Kendisiyle bir söyleşi yaptık.

Nureddin Yıldız: Her dönemin, yılın ayrı bir Ebubekir'i olacak!

Günler öncesinden Nurettin Yıldız hocamızla görüşmüş, duasını ve bir de randevu saatimizi almıştık. Gün gelip çatınca, yoğun bereketli bir atmosferle Bayrampaşa Sosyal Doku Derneği’nde 18.00 randevusuna bir dakika kala yetiştik, hal bu ya dakik olan bir insanla buluşunca dakikaların da hesabını yapar olduk.  Kitaplar arasında hoş sohbet röportajımız ve tazelenen çaylarımız beraberinde; Hocamızın küçük oğlu İnayetullah ile fotoğraf çekimlerimizi yaptık. Mis gibi, eski saman yaprak kokulu Arapça tefsirlerin, edebî kitapların bulunduğu bu kütüphaneye mest olduk ve söz aldık hocamızdan defalarca kez bu kütüphane hatırına gelmeye. Dahası röportajımız akabinde, Hocamız bize kendi kitaplarını; sosyal doku sohbetlerine ait cd’leri ve bir de talebelerine makale yazdırdığı ajandalardan birini hediye etti. Ha birde unutmadan, kütüphaneden şöyle bir göz gezdirmek için aldığımız İmam Nebevi kitabını, sevgimiz hürmetine, hediye etti.

Hocam bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Aile hayatınızdan, ilim dolu geçen yıllarınızdan ve büyük âlim babanız, Hilmi Yıldız hocamızdan payımıza düşenler nelerdir?

82 yılında İmam Hatip lisesinden mezun oldum. Akabinde Marmara İlahiyat’ta bir yıl okudum ve 83 yılında Mekke üniversitesi Arap Dil Enstitüsü ile beraber, şeriat fakültesi usul fıkıh bölümünü bitirdim. 1990 yılında Türkiye’ye döndüm.  Annem babamla ilkokuldan sonra bir daha buluşmadım. Evlendikten sonra annemle babamı görmedim, günlük gördüysem de ev olarak görmedim.

Hilmi Yıldız hocam, babam 76 yaşında; Trabzon Of’ta meşhur Aşık Kutlu Hocaefendinin talebesiydi. Kuran ilimlerini Aşık Kutlu’dan okumuş. Hacı Dursun Efendi’den de şeriat ilimlerinin okumuş birisi. Yüzlerce Hafız yetiştirmiştir. Zaten Kuran hocasıdır, gününün birçoğunu Kuran’a ayırır. Benim Arapça, Fıkıh, Kuran-ı Kerim bilgilerimin temelinde de babam yatıyor. Dolayısıyla benim için baba ve aynı zamanda hocadır.

Ümmü’l Kura Üniversitesindeki yıllarınızdan bize biraz bahseder misiniz? İlham aldığınız hocalar kimlerdi? Bir de Mekke için ‘Âlim mezbahanesi’ derlermiş, nedir işin aslı?

Mekke’de Muhammed Kutub’un kitaplarını tercüme ettim. Bu sebeple onunla tanıştım. O zamanlar Suudi Arabistan Arap âleminden hatta Türkiye’den bile meşhur âlimleri tamamını ülkesinde tutuyordu. Evet, o zamanlar hakikaten espri yaparlardı “Âlim mezbahanesi” derlerdi, Suudi Arabistan için. Yüksek ücret verdiği için meşhurlar hep orada idi. Biz gittiğimizde çok ileri derecede fıkıh ilmi ile meşgul olan bir sürü hoca efendi gördük. Eski medreseyi ve modern ilmi birleştirmiş insanlar vardı. Ama benim için Abdulfettah Ebu Gudde hocam üstün bir örnekti. Muhammed İbrahim diye fıkıh hocam vardı. Ahmet Fehmi Ebu Sünne diye vefat eden bir fıkıh hocam vardı. Abdurrezzak Kuveysi hocamız vardı. Onlarca hocadan bahsedebilirim. Bizim şu anda harem imamı olarak bilinen Essudeys bizim Kuran hocamız idi. Halen de Kuran hocası. Âlim deposu idi Mekke Üniversitesi, elhamdülillah çok istifade ettik.

Nureddin YıldızPeki, Hocam halen tercüme ettiğiniz kitaplar var mı?

Tercümeyi 2000 yılında bitirdim. Çünkü hem kendim telif yazıyorum hem de tercüme teliften daha fazla vakit istiyor. Daha çok dikkat istiyor, zor geliyor tercüme vakit açısından.

Hocam neden çok okuyan bir toplum değiliz? Neden okunmuyor? Ve sizin kitap okuma potansiyeliniz nasıldır?

Kitap niye okunmuyor, çok basit; okumayan anne babaların çocuklarıyız da ondan! Benim günlük kitap okuma oranım nadiren 500 sayfaya düşer. En yoğun olduğum zamanlarda bile 300-350 sayfa rahat kitap okuyorum. 1000-1500 sayfa okuduğum günler de oluyor. Ama babam benden çok okuyordu. Şu anda babamın bir gözü yok. O haliyle bile bir haftada iki üç cilt kitap okuyor. Ben doğduğumda evimizde bir tane tahta sandalye vardı, onu da babam ampul değiştirmek için merdiven niyetine kullanırdı. Yer yataklarında yatardık ama babamın özenli koca bir kütüphanesi vardı. Çocuk gibi o kitaplarını okşar yatardı. Ben annemin göğsünden süt emdim; bedenim büyüdü. Babamın kitap zevkinden de kitap aşkı oluştu bende. Ben 10 yaşından sonra okul gördüm ama kendi kendime 6 yaşında Kemalettin Tuğcu’nun romanlarını okuyordum. Türkçe alfabeyi zaten bana kimse öğretmeden kendim öğrendim. Çünkü babam Türkçe kitap okumama şiddetle karşı çıkardı, “Kuran’a saygısızlık önce Kuran’ı öğren” derdi. Korsan bir şekilde babam yattıktan sonra, abdest alırken Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarını okurdum. İlk okuduğum kitap da odur.

Hafızlık genelde çocuk yıllarında, ergenlik ve gençlik yıllarında olmak üzere üç döneme ayrılıyor. Çocuklukta yapılan hafızlık kolay ve az zaman alıyor. Fakat ilim dolu mu; meçhul. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Erkeğin sünnet olması da böyle bir şey… Bebekken yapıldı mı zaten akşama kadar ağlıyor, sünnet o arada geçiyor. Hafızlığında küçük yaşta kolay olduğu doğru ama bu arada bazı eksileri de beraberinde getiriyor. Yani çocuğun Kuran’dan soğuması, hoca/anne/baba gözünde eksik duruma düşmesi. Yani en ideali insanın gençlik yaşlarında kendi isteği ile hafızlık yapması; daha şuurlu olur ama hele bu zamanda gençlik yaşında hafızlık yaptırmak çok zor. Küçük çocukta da çok zor. Nadiren küçük çocuklar buna müsait oluyorlar. Ama bunun hepsi ortam meselesi yani Kuran’a alaka kadar çocuk hafız olmak ister. Bir köyde kimsenin ilgilenmediği bir kitabı çocuk neden ezberlesin ki. Akıl var mantık var, ama bir köyde her doğan çocuk okula gitmeden önce 5 yaşlarında çanta alıyor, “ben bunu okula gidinceye kadar saklayacağım” diyor. Bu sebeple 6 yaşındaki bir çocuğu okula götürmek zor olmuyor. Yani hafızlık bir rağbet meselesi, toplumun ilgisi kadar kolaydır hafızlık.

Hocam sizin çocuklarınız hafız mı?

4 çocuğum var, 3’ü hafız. İnşallah en küçük oğlum da hafız olacak. Okul sürecinde çok sıkıştırmak istemedim. Babamın bana yaptıklarını ben onlara yapmadım ya da beceremedim. Ama her halükarda çocuklarımın hafız olmasını istiyorum. Kuran-ı Kerim’le sıkı bir bağlarının olması onları hayata karşı garantiler.

Hocam bizler Sahabe-i Kiram’ın hatta gelmiş geçmiş evliyaların hayatlarını çerçeveliyoruz ve onları ulaşılmaz bir yere asıyoruz. Sonra sadece seyrediyoruz. Belki de nereden başlayacağımızı bilmiyoruz. Nedir ulaşılmaz kılınan?Nureddin Yıldız

Hayır! Herkes yaşadığı çağın Ebubekir’i olabilecek potansiyeldedir. Zor olabilir ama imkansız değildir. Ebubekir Efendilerimiz zamanının bir numarası idi. Kıyamete kadar her yılın ayrı bir Ebubekir’i olacaktır Allah’ın kulları arasında. Hazreti Ebubekir miracı desteklediği için, miraçtan tereddüt etmediği için kendisini mağarada feda ettiği için ‘sıddık’ oldu. Bu internet çağı bombardıman çağı, ilahiyat fakültesi okuyanların bile Kuran’dan hadisten şüphe ettikleri; “Kuran’da şu yok, hadiste bu yok” dedikleri bir zamanda imanını koruyan, “Resullullah ne dediyse doğrudur, getirin Buhari’yi gerisi yalan”, bunu kim diyorsa Ebubekir’dir o. Biz Hazreti Ebubekir’e ulaşamayacaksak eğer, Hazreti Ebubekir de bu zamana ulaşamaz. Bu sadece şeytanın bir tuzağıdır. Ulaşamayacağımız tek şey sahabilik makamıdır. Ona kimse ulaşamaz. Çünkü Peygamber yok ortada. Onun dışında ulaşılmayacak bir şey yok hatta hadis-i şerifte ne buyuruyor Efendimiz (s.a.s.): “Sizin elli taneniz onların bir tanesi yapacak” yani biz elli kat hızlı gidiyoruz. Yani elli çarpı Hazreti Ebubekirlik imkânım var benim ama şeytan da ne diyor, “sen kim Ebubekir kim, işine bak haddini bil otur aşağı ” diyor, “sen kim Ebu Hanife kim” diyor. “Bu zamanın Ebu Hanifesiyim” diyerek yola çıkan da kazanıyor. Ama bir güreşçi, mindere çıkmadan, “ben yenileceğim ama hele bir çıkayım” derse o güreşi nasıl kazanacak ki, akıl var mantık var. O sebeple bu hal şeytan tuzağıdır. Allah’ın dostları büyük insanlar evet, ama erişilmez insanlar değil. Erişilmeyen tek şey Nübüvvet makamıdır.

Amenna. Lakin Hocam siz de sohbetlerinizden bilirsiniz ki; bir Hazreti Hatice, Hazreti Aişe annemiz anlatıldığında, hanımlar başlıyor: “ vah vah onların ne de güzel hayatı varmış, biz hiçbir zaman onlar gibi olamayız” hali. Hâlbuki ilk emirde okumak, okusak istifade edebileceğiz ama okumuyoruz da. Hocam nedir bu körelmeye giden halimiz?

Hatice Hanım aslında sadece okumamızda değil, dinlememizde de bir körelme var. Dinlerken de kör bir dinleme ile yola devam ediliyor. Basit bir sorumluluk değil, neden? Çünkü hikâye anlatırsan 100 kişi dinliyor. Hafif bir gevşetirsen hikâyeyi 200 kişi oluyor. Espri yaparsan 300 kişi dinliyor. Hadis okursan 100 kişi 50 kişiye düşüyor. Bir de tefsir okuyum dersen 25 kişiye düşüyor, fıkıh öğreteyim dersen 10 kişi dinliyor. Dolayısı ile dinlemekte de bir sorun var. Televizyonda da öyle, dikkat edin bir haberin okunup filminin gösterilmesi bir dakika sürüyor esasen ama o haberi 20 dakika veriyorlar: “bir daha bak, bir daha bak!” Kör olsa bir insan neredeyse görür vaziyete gelir o sahneyi. Neden böyle yapıyor, çünkü insanlar televizyonu seyrederken bile körce seyrediyorlar.

Peki, hocam sizin konferanslarınız, sohbetleriniz nasıl geçiyor?

Fetva meclisi ve sosyal doku sitelerim var. Bunlardan desteklenen bir sohbet halkam oluyor benim. Tekrar sohbetleri medyaya indiriyoruz, onlar dinleniyor. Benim sohbetlerim de bir Cuma vaazı düzeyinde değil. Özellikle çok dikkat ediyorum, sözlüğü bakılacak tek kelime kullanmıyorum. Bilinçli bir şekilde 60 dakikamı dolduruyorum. 59 dakikaya düşüyorsa o da hukukçuların sansürüne uğruyordur mutlaka. “Bu sohbeti iyi ki dinledim, bana bu lazımdı” denmeyecek hiçbir konuyu konuşmuyorum. Bugün Müslüman’a lazım olan konuyu seçiyorum. İnsanların hassas duyguları ile oynamıyorum. Kimsenin tarikati ile uğraşmıyorum, kimsenin selefiliğini ele almıyorum. Ama en uç hataları da konuşuyorum. Mesela, “şeyh Allah dostudur, ilah değildir. Sen buna ilah dersen şirke düşersin” diyorum. “Normal sıradan adam gibi görürsen yine cahillik etmiş olursun” diyorum.

Her şey bir yana en çok duayı kadınlardan alıyorum. En çok bedduayı da yine kadınlardan alıyorum. Böyle körü körüne dinleyen kadınlardan çok beddua alıyorum. Mesela “en sevimsiz helal” diye bir dersim, sohbetim vardı. Bu söz bana ait değil, bir hadis-i şerifti ama bir grup bayan o hafta randevu alıp gelerek yüzüme karşı beddua ettiler, “neden bu konuyu işledin” diye. Benim için hiç önemli değil, ben Rabbim razı mı değil mi ona bakarım. Yine o hafta “erkeklerin en naziği” diye bir ders yapmıştım. Hiç unutmuyorum, bir hanım telefonla ulaşarak, “Allah razı olsun 17 senelik evliyim bir haftadır dayak yemiyorum, bizim adam seni dinlemiş çok etkilenmiş anlattıklarınızdan” diyerek dua etti.  Ha bir de eşi hanımından helallik istemiş.

Hocam biz Fetvameclisi.com sitenizi inceledik biraz. Ağırlıklı olarak “zina”dan bahsedilen sorular ve sohbetler var. Aklımıza Efendimiz s.a.s.’in kıyametin alameti olarak “zina, bir sanat haline gelecek” buyurduğu hadis-i şerif geldi.

Günlük yaklaşık 50 civarında soru cevaplıyorum. Evet, maalesef ve üzülerek söylüyorum, istinasız, gelen 40 soru zina ile ilgili. Zina ve zinaya yaklaşmakla ilgili sorular. Ve ne yazık ki bu soruyu soran insanlar aslında dinine çok bağlı olduğunu söyleyen insanlar. Zaten bağlı olmasa adamın fetva meclisi başlıklı sitede işi ne? Zina, genç yaşlı asrın hastalığı ve asrın fitnesi, insanlar bu fitne ile imtihan olacak. Allah yar ve yardımcımız olsun.

Kitaplarda, hatta bazı hocaların dilinde kalıplaşmış yalan rivayetler var, siz de bu konuya çok değiniyorsunuz zaten. Örneğin Hazreti Ömer r.a. hakkındaki ‘kız çocuğunu öldürdü’ rivayeti…

Hatice Hanım güzel konuya değindiniz. Bizim sohbetlerimizin, fetvalarımızın, konferanslarımızın da asıl amacı bu zaten, kalıplaşmış, kulaktan dolma ya da tescillenmiş yalan bilgileri yok etme çabamız! Evet, kız çocuğu katliamı vardır tarihte ama Hazreti Ömer’in katil olduğuna dair bir rivayet yoktur! Sahih rivayet yok. Yalan rivayet var ve çok. Buna benzer yerleşmiş bir sürü bilgi de var. Bu sebeple itina ile sohbetlerimizi, makalelerimizi takipçilerimize yararlı olmasını niyaz ediyoruz Allahu Teala’dan.

Hatice Tüfekçi sordu

YORUM EKLE
YORUMLAR
Metin kara
Metin kara - 11 yıl Önce

“Ebû Bekir’in îmânı yeryüzü halkının îmânı ile tartılsa elbette ağır gelir.” (Hadîs-i şerîf,Beydekî,Şuabü’l-îmân)

yavuz yıldırım
yavuz yıldırım - 12 yıl Önce

devamını bekliyoruz.

BRM
BRM - 12 yıl Önce

çok teşekkür ediyoruz bu güzel röportaj için.

kbr
kbr - 12 yıl Önce

ellerinize saglık cok hos olmus.allah ureedın hıcamızdan razı olsun. evet herkes hz ebu bekır gıbı rabbının huzurunda durabılır ama bu hz ebubekıre duymamız gereken saygıdan bırsey gturmez nureddın hıca bunu ogrettıgın ıcın bu cagda dınlenecek nadır hocalardan allah razı olsun

tespih
tespih - 12 yıl Önce

güzel bir röportaj.hocayı daha yakından tanıma imkanımız oluyor böylece.Devamını bekliyoruz !

?
? - 12 yıl Önce

söyleşinin devamı hani??

dibace
dibace - 12 yıl Önce

Dünyabizim in en çok bu tarz ropörtajlarını ve orada ne oldu'sunu seviyorum.Nureddin Hoca nın en az 500 sayfa okuduğunu bilmek BİR GÜNDE..Geridekilere örnek olsun hepsi..

Osmanlı
Osmanlı - 10 yıl Önce

Kur’an-ı Kerim’in o yüce beyanlarında Sahabe’nin belirgin izlerini bulmak ve o mükemmel insanların üstünlük ve faziletlerini tefsirlerden takip etmek bu yazımızın konusunu oluşturuyor.Şümûs-ül iktidardır Âl-ü AshabNücûm-ül ihtidâdır cümle ahbab (1)Mustafa İsmet Garibullah (ks) Ashab-ı Kiram'ı tabi olunacak güneşler ve hidayet yıldızları olarak vasıflandırıyor. Şeyh İsmet Efendi bizlere ashaba tabi olmayı tavsiye ederken elbette ilhamı Kur'an'dan alıyordu. Çünkü Kur'an bizlerden onlara tabi