Sinan Akkol ile Röportaj: İslami ve Entelektüel Perspektiften Video Oyunları

''Oyunları yapanların beslendiği kaynaklar, zihinsel zenginliklerini damıttıkları doneler oyunlarda çok daha güçlü verilebiliyor. Çünkü bizatihi oyuncu olarak yaşıyorsunuz. O yüzden arka planı sağlam olan oyunlar elbette kitap ve film kadar derin mesajlar verebilir.'' Türkiye’de video oyun yayıncılığının öncüleri arasında yer alan Sinan Akkol, video oyunları üzerine Deniz Baran'ın sorularını cevapladı.

Sinan Akkol ile Röportaj: İslami ve Entelektüel Perspektiften Video Oyunları

Sinan Akkol… Çocukluğunda, gençliğinde yahut hâlihazırda video oyunlarına ilgi duyan birçok kişi, bu isme aşinadır diye düşünüyorum. Zira Türkiye’de video oyun yayıncılığının öncüleri arasında yer alan Sinan Akkol, benim yaşımdakilerin çocukken heyecanla takip ettiği Level dergisinin yıllarca çekirdek ekibinde yer aldı ve “Sinan Abimiz” hâline geldi. Çünkü salt bir oyun tanıtımı yapmakla kalmayıp entelektüel, derinlikli, okuyanın zihnini tırmalayan bir konsepte imza atıyorlardı. Bu sırada Türkiye’nin belki de yegâne uzun soluklu video oyun konseptli televizyon programını yaptı. Sonra biz biraz büyüdüğümüzde onun da içerisinde yer aldığı çekirdek ekip Oyungezer dergisini kurdu. Türkiye’nin en iyi oyun editörlerinden müteşekkil bu ekibin (yıllarca bu dergilerin meftunu oldum, o yüzden böyle iddialı konuşuyorum!) kurduğu Oyungezer de 10. yılını doldurma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Tek fark şu ki, Sinan Abi yakın bir vakitte dergiden ayrıldı.

Tabi bu süreçte sosyal medyanın ve bilhassa YouTube’un sunduğu olanaklar sayesinde “Sinan Abi”nin benim gibi takipçilerinden oluşan kitlesi de gitgide genişledi. Nitekim Sinan Abi bu platformları ilgi çekici şekilde kullanmaya adeta doğuştan kabiliyetliydi. Fakat oyunlardan ziyade onunla benim gibi takipçilerinin yolunu kesiştiren bir nokta daha vardı:  Sinan Akkol, İslami değerlere verdiği önemi ve dini hassasiyetlerini paylaşan birisiydi. Buna ek olarak, video oyunları meselesini kendi değerlerimiz bağlamında ele almak, oyunların entelektüel ve felsefi altyapısını irdelemek için sohbete en uygun isimlerin başında geliyordu. Ben de oyunlarla haşır neşir olan ve video oyunlarına dair klişe algıları kabul etmeyen fakat belli kaygıları da taşıyan biri olarak, uzun süredir içimde taşıdığım sorularla yıllardır uzaktan takip ettiğim “Sinan Abimin” kapısını çaldım. Yaptığımız uzun sohbeti de Dünya Bizim için 2 bölümlük bir röportaja dönüştürdüm.

İlginç de bir tevafuk oldu; ben Dünya Bizim adına bu çalışmaları yaparken önce Genç dergisi, sonra da Nihayet dergisi aynı meseleye el attı. Hatta Sinan Akkol ile yaptığım röportajı yayımlamazdan evvel, Kasım ayının sonunda Genç dergisinin video oyunlarını ele alan sayısını bir girizgâh mahiyetinde değerlendirmiştim.

Şimdi ise heyecanla yaptığım, sorularını özenle seçtiğim ve en az okurlar kadar kendim için de gerçekleştirdiğim röportajıma geldi sıra... İlgi çekmesi ve düşünmeye sevk etmesi umuduyla…

Sinan Abi’yi yakından tanıyarak başlayalım.

Sizden bahsedelim kısaca. Sosyal medyadan takip ettiğim Sinan abi dini açıdan kendini yetiştirmek için çaba gösteren biri. Bu bağlamda neler yapıyor? 

Evet, bizim 12 yıldır beraber olduğumuz bir arkadaş grubu var. Yardıma ihtiyacı olan insanlara yardım etmeye çalışıyoruz. Aramızda mühendis, iş adamı, prodüktör, medya mensubu, tüccar olan arkadaşlar var. Tek derdimiz, “Allah’ın bizden istediği şeyleri yapmaya dair açlığımızı nasıl gideririz” sorusunun cevabının peşinden gitmek.

Benim özelimde ise; öncelikle hiçbir zaman inançsız bir insan olmadım. Ama İslami herhangi bir konunun öncelikli olmadığı uzunca bir süre oldu hayatımda. Özellikle Kur’an ile tanıştıktan sonra (ki öncesinde Kur'an'ı okusam anlamam gibi bir algı vardı) “Allah, benden ne istiyor?” diye düşünmeye başladım.

Hak ve son din üzere olan Müslüman dünyanın şu an neden bu kadar perişan olduğunu merak ettim ve bunun cevabının peşine de düştüm. Cevapları da artık bulduğuma inanıyorum. Yaptıklarım, kendi çapımda bunları düzeltme yolunda çabalamak. İlk önce kendi çevremi, sonra ülkemi, daha sonra da Müslüman dünyasını bir nebze nasıl düzeltebilirim’in derdindeyim. Ömrümü böyle geçireceğimi düşünüyorum. Özellikle gençler benim için çok önemli, çünkü biz gideceğiz ama gençler kalacak.

Video Oyunlarının Muhtevası ve İslami Pespektif

Ki sizi de takip eden büyük bir genç kitle var… Klişe ama önemli bir soruyla devam edelim: Video oyunları boş bir aktivite mi? Bu konuda bir algı çatışması yaşıyoruz.

Bu konuda özellikle ebeveynler çocuklarıyla çatışıyor. Konu da hep “çok boş geçiriyorsun zamanını” konusu. Ancak belli bir yaş kitlesinin üstündekilerin her akşam 3 saat televizyon izlerken; gündüz saçma sapan evlilik programları, akşam Survivor‘a vakit harcarken, bunu demesi biraz ikiyüzlülükten ibaret. Ebeveynler sadece anlamadıkları bir şey olduğu için video oyunlarına saldırmayı tercih ediyorlar. Aksine, oyunlarda geçirilen vakit, TV başında hareketsiz olarak geçirilen zamandan çok daha değerlidir. Yeter ki dozu ayarlansın.

Profesyonel tecrübemden yola çıkarak söyleyebileceğim şu ki, bir genç, belli bir süreden fazlasını oyuna ayırıyorsa, kendi gelişimine ayırabileceği vakitten yemeye başlıyor. Ne olursa olsun, oyunlar nihayetinde bir eğlence aracı. Eğlenmeye ne kadar zaman ayırıyorsunuz; kendi gelişiminize ne kadar zaman ayırıyorsunuz… Arada bir denge olması lazım. Çünkü belli bir yaştan sonra gençken yaptıklarınızın ve yapmadıklarınızın sonuçları karşınıza çıkıyor. 20’li yaşlarda bunları göremesek de 30-40’lı yaşlarda daha iyi görüyoruz. Kendimden yola çıkarak söylüyorum bunu…

Sorunuzun cevabı, evet, oyunlar asla bomboş bir aktivite değil. Ama bir eğlence aktivitesi ve insanın kendi gelişimiyle eğlencesi arasındaki dengenin iyi tutturulması lazım.

Film izlemeye, kitap okumaya dair algı video oyunlarına layık görülmüyor ancak bazı filmler ve kitaplar var ki sabun köpüğü; bazıları ise değil. Oyunlarda da durum böyle değil mi? Şu oyunu oynasak mesela iyi bir roman okumuş, iyi bir film izlemiş gibi oluruz diyemez miyiz?

Tabi ki, kesinlikle öyle. Ve maalesef sabun köpüğü oyunların oranı çok daha fazla. Çünkü insanlar boş vakitlerinde fazla düşünmek istemiyor. Zihinsel olarak enerji sarf etmek istemiyor. O yüzden giderek daha kolay zaman harcatan şeylere yöneliyorlar. Son zamanlarda “Free to Play” oyunların (ücretsiz ve genelde mobil oyunlar), mikro ödeme (oyun içi ögelere ödeme yapılan) içeren oyunların gelir olarak patlamasının en büyük sebebi de bu olgu. Zira bu oyunlar, entelektüel içerik sağlamaktan ziyade çok daha kolay tüketebilen ve çok daha kolay anlaşılabilen, insana fazla bir şey katmayan bir tarzda oluyor.

Benim çocukluğumda her oyun yeni bir dünya, yeni bir maceraydı. Her oyun farklı bir zihnin içine bir yolculuktu ve daha önce benzeri yoktu. Şimdilerdeyse her yıl aynı oyunları tekrar tekrar oynuyoruz. Ben şu şekilde matematikleştirmeyi de severim: Bir oyundan entelektüel olarak 1 birimlik fayda almak için 1 birim zaman harcıyorsak, bu idealdir. Ama 1 birim fayda için 10 birim zaman harcıyorsak, burada bir sıkıntı vardır. Mesela Arcanum gibi, Bioshock Infinte gibi, Planescape: Torment gibi oyunlarda bu oran çok yüksektir. Arcanum’dan bazı cümleler benim hayatımda motto olmuştur mesela: Bir kralın, “İnsanların ömrü ellerindeki güçle yaptıkları hatanın sonucunu görebilecekleri kadar uzun değil, o yüzden bazı güçlerin insanların eline verilmemesi gerekir” sözü… İnsana dokunan, düşündüren bir cümle… Bu tarz içeriklere sahip oyunlar daha çok çıkıyordu eskiden ama bu oyunlar –hâlâ üretiliyor olsalar da- artık oran olarak az. The Witcher serisi, Pillers of Eternity, derinlikli oyunlara örnek verilebilir. Ama bunlar daha çok bizim gibi eski oyunculara hitap ediyor çünkü daha çok metin okumaya yönelik. Zaten var olan bir zihinsel derinliği kullanarak sana kendi içeriğini veriyor.

Evet, oyunlar iyidir; güzeldir ama şunun ayrımını iyi yapalım: Yoğun miktarda sabun köpüğü gibi boş, hiçbir işimize yaramayıp sadece vaktimizi çalmak için yapılmış oyunlarla dolu etrafımız. Hangi oyuna zaman ayırmamız gerektiğini iyi düşünmemiz lazım. Çünkü zaman, para ve sağlıktan bile önemli. Para ve hatta sağlık bile geri kazanılabilir, ama boşa harcanan zamanın telafisi yoktur.

O halde hem oyunları iyi ayırmalıyız, hem de iyi oyunlara dahi aşırı zaman harcamamalıyız. İdeali olan ikili bir filtre diyebiliriz.

Aynen öyle. Çer çöp olan oyunları ya da güzel gözüküp birbirinin tekrarı olan oyunları tespit etmek önemli. Mesela bu seneki Call of Duty size ne katacak? Ben oyunu incelemek zorunda olan bir profesyonel olmasam aynı yapıdaki bir oyunu 8. senesinde tekrar oynamak bana ne katabilir? Oynanış şekli aynı, aynı animasyonlar, verdiği his… Ancak çok ufak farklar sezilebiliyor.

Öte yandan bir şekilde oynamak zorunda hissediyorsun. Eksik kalmış hissediyorsun oynamazsan, çünkü herkes oynuyor, öyle değil mi? Sadece zamanını geçiriyorsun ve tatmin edilmesi çok da gerekli olmayan bir şeyden geri kalmamış olma hissi veriyor sana. İşte bu ayrımı iyi yapması lazım gençlerin. Kaybedecek bir dakikaları bile yok. Zamanın değerini 20’li yaşlarda değil ancak 40’lara gelince anlarlarsa üzülebilirler.

Video oyunlarının film, kitap gibi bir entelektüel ve felsefi arka plan vermesi mümkün dedik o hâlde. Buna örnekler verebilir misiniz?

Fikri derinliği olan bir kitap okuduğunuzda zihniniz bütün boşlukları dolduruyor ve çok daha zengin oluyor. Sinema bunu biraz daha az kullanıyor. Görsel yönetmenin ve senaristin seçtikleriyle sınırlanıyorsunuz. Hepimiz için Yüzüklerin Efendisi’ni beyaz perdede nasıl gördüysek zihnimiz ona sabitlendi. Oysa ben kitabı ilk okuduğumda Frodo’yu, Gandalf’ı daha farklı hayal ediyordum.

Oyunda ise bizzat o karakter olduğunuz için hayal gücü toptan devreden çıkıyor. Orada verilen evreni daha farklı hayal edemezsin artık, ancak sana gösterilmeyenleri doldurabilirsin.

Ama oyunların şöyle bir avantajı var kitap ve sinemaya göre: Oyunları yapanların beslendiği kaynaklar, zihinsel zenginliklerini damıttıkları doneler oyunlarda çok daha güçlü verilebiliyor. Çünkü bizatihi oyuncu olarak yaşıyorsunuz. O yüzden arka planı sağlam olan oyunlar elbette kitap ve film kadar derin mesajlar verebilir. Mesela Bioshock serisi, Metal Gear Solid serisi… Benim üzüntüm bu tür oyunların sayısının az olması.

Bizi daha fazla ilgilendirecek şekilde İslami açıdan baktığımızda da tefekkür kavramı mühim ve bir nevi sanat eseri olan oyunlar –arka planı dolu olduğu takdirde- tefekküre ve entelektüel derinleşmeye katkı yapabilir dedik. O halde bir nevi sanat eseri olan bu oyunlar bilakis bir Müslüman’ın zihnine katkı sağlayabilir?

Benim anlayışıma göre Allah, insanoğlunu yaratırken çeşitlilikten Kendisinin bilincine ulaşılmasını istemiş. Öyle olmasa zaten insanların tek tip olması sağlanırdı diye düşünüyorum. Birçok ayet var insanların çeşit çeşit yaratıldığını belirten… Bu genellemenin insanların ortaya çıkardığı eserlere, haliyle oyunlara da uygulanabileceğini düşünüyorum.

Ben kendimle ilgili hesap yaptığımda yaklaşık 15 bin saat civarında bir oyun oynama sürecim olduğunu hesap ettim. Evet, bu korkunç bir zaman. Ama görmediğim, bilmediğim oyun sayısı çok azdır. Bütün bu oyunlardaki, binlerce insanın düşünce dünyalarının oyunlardaki yansımalarından bana yansıyanların beni İslam’a doğru ittiğini, daha doğrusu İslam ile ilgili doğru şeyleri algılama konusunda zihnimi açtığına inanırım. Yani okumayan, izlemeyen, herhangi bir eserle ilgilenmeyen bir Müslüman ancak ve ancak kendisine anlatılan her şeyi kabul ederek yoluna devam eder. Bu da ezberciliktir.

Bence Allah bunu yapmamızı istemiyor. “Etrafınıza bakmaz mısınız, düşünmez misiniz, aklınızı kullanmayacak mısınız?” tabirleri ayetlerde düzinelerce kez geçiyor.

Akıl, kullanıldıkça Allah’a yaklaştırır sizi. İslam’ın felsefesinde, Kur’an-ı Kerim’de yüzde yüz bir doğruluk oranı olduğunu algılamamda oyunların bana kattığı zihinsel arka planın payı kesinlikle var diyebilirim.

Ama işte, burada verimlilik meselesi işin içine giriyor. 15 bin saati oyunlara değil de İslami ilimler öğrenmeye veya farklı konulara harcasaydım ne olurdu? Bunun cevabını asla bilemeyiz. Belki de şu anki Sinan Akkol’un asla tasvip etmeyeceği bir noktada olabilirdim.

En nihayetinde özet olarak diyebilirim ki Allah’ın, ne yaparsak yapalım, üstünde düşünerek, akıl yürüterek ve derinleşerek yapmamızı istediğini düşünüyorum.

Anlattığımız şey havada kalmasın diye bir örnek olarak sunuyorum; Grim Fandango kült bir oyundu. Bana örneğin ölüm ve ahiret ile alakalı önemli şeyler hatırlatmıştı. Fazla mı iyimser davranıyorum, öyle değil miydi? Sen de hayranısın biliyorum abi…

Senin nerelerden beslendiğini bilemiyorum, herkesin etkilendiği eserler çok farklılık gösterebilir. Bu bağlamda benim en çok beslendiğim oyunlar, demin dediğim gibi Arcanum, Planescape:Torment gibi çok daha metine dayalı oyunlardır. Oyunların dışına çıkarsak Matrix, Inception gibi filmler de bazı şeylerin oturmasını sağlar. Bazen hani bir şey söylemek ister ama dilinin ucuna gelir de söylemezsin ya…  İşte bu tip fikri eserler bunu tek bir sahneyle ortaya çıkarıyor ve sana bir kapı açıyor. O kapıdan girince pek çok şeyi farklı şekilde algılamaya başlıyorsun. Oyunların insanlara bu seviyede katkı yaptığına inanıyorum.

Bu tip “dolu” oyunlara örnekler verebilir misin?

Bana söyleyecek bir sözü olan oyunları tercih ediyorum. Demin saydıklarım var zaten cevapların arasında. Çok oyun var daha sayılabilecek ama ilk aklıma gelenlerden Fallout 1 - 2, System Shock serisi, Starcraft 1’i, The Last of Us’ı, Assassin’s Creed 2’yi sayabilirim.

Yukarıdaki cevaplardan yola çıkıp derli toplu soralım o hâlde… Malum, dinimizde her türlü israf gibi zaman israfı da kaçınılan bir mefhum… Ancak oyunlara peşinen zaman israfı yaftası vurulamaz, değil mi?

Dediğim gibi, oyunların hangisine ne kadar zaman harcanması gerektiği düşünülüp bunların bilinçli olarak tüketilmesi gerekiyor. Bu benim içimde de bir ikilemdir açıkçası. “İnananlar boşa vakit geçiren şeylerden yüz çevirirler” mealinde olan ayet beni düşüncelere sevk eder her duyduğumda. ‘Acaba hem kendi zamanımı harcadığım ve binlerce insanı yönlendirdiğim şey zaman israfı olarak değerlendirilecek mi değerlendirilmeyecek mi?’ diye merak ederim. O yüzden oyunlardan aldığım malzemeyi mümkün mertebe damıtmaya, vakit harcamaya değer olduğunu düşündüğüm, oynayanlara bir şey vereceğini düşündüğüm oyunları insanlara tavsiye etmeye çalıştım şu an’a kadar. Ama bu soru işareti de hep var içimde…

Bunun üstüne son yıllarda bir de şu eklendi: Sen günde 1-2 saat oyun oynarken çok yakınında bir yerde insanlar açlıktan, soğuktan ölüyor. Acaba o 1-2 saatte, o insanlara faydalı olacak bir yol, yöntem bulmak değil mi bu zamanda yapılması gereken? Bence öyle… Ama maalesef insan çoğunlukla mesleği/sevdiği şey ile “doğru olduğunu düşündüğü şey” arasında bir denge kurmak zorunda kalıyor.

Aslında bu, oyunlardan ziyade genel bir soru hayat dair.

Tabii ki… Herhangi bir başka mesleğin de insanlığın tümden iyiliğine ne kadar katkısı olduğu tartışılabilir. İhtiyacı olan insanlara yardımcı olduğuna kendini inandıracak kadar bir zamanı başkalarına iyilik götürmek için sarf etmemiz bir ölçüttür diye düşünüyorum.

Peki, bir önceki sorunun üstüne şunu ekleyecektim: Geleneksel İslami çevrelerin anlayışına göre video oyunları külliyen zaman israfıdır. Neden bu şekilde bir bakış var?

Öncelikle bu algı kırılıyor, onu belirteyim. Henüz sayıca azız, dünyaya İslami çerçeveden bakıp aynı zamanda fikri mülklerin ve bir eser olarak oyunların değerinin, hem de oyunlar aracılığıyla ne denli önemli mesajlar verilebileceğinin farkında olan nesiller yetişiyor. Ama geleneksel İslamcı bakış açısında oyunlar külliyen zaman israfı olarak görülüyor. Görülecektir, bunu da değiştiremeyiz.

Geleneksel İslami anlayışta zaten görsel sanatlara dair bir zayıflık olduğunu söyleyebiliriz. Bunun etkilerini Türkiye oyun sektöründe de gördüğümüzü düşünüyorum. Mesela belli alanlardaki işgücü potansiyeli az; oyun tasarımcısı, doku sanatçısı bulmakta çok zorlanılıyor. Bunun dönüp dolaşıp klasik İslami bakış açısında görsel sanatın çok değerli görülmeyişiyle alakalı olduğuna inanıyorum.

Peki, tersten ele alırsak… Türkiye’de oyun sektörü de mütedeyyin kesime kapalı, kafalar uyuşmuyor gibi bir imaj var. Bu doğru mu? Mesela –doğası gereği- gece eğlence sektöründe mütedeyyin kimselere pek rastlamayız. Oyun sektöründe de böyle bir doğal ayrım var mı? 

İran yapımı Garshasp adlı, God of War kopyası gibi duran bir oyun vardı. Kendi tarihlerinden ve mitolojilerinden beslenen bir oyundu. Biz de kendi değerlerimizi yansıtan, kendi inanç ve kültür dünyamızdan neşet eden oyunlar yapabiliriz. Ama bunu yapmak için iş gücü lazım. İş gücünün, oyun üreticisinin kendisinin bu değerlere hâkim olması, böyle bir önceliğe ve arka plana sahip olması lazım. Ve sorun yine aynı yere geliyor: Geleneksel İslami bakış açısına sahip birçok ailenin yetiştirdiği yetenekli gençlerde “oyunla niye uğraşayım?” düşüncesi oluşuyor.

Ben mütedeyyin olmayan kesimin, oyun geliştirme sektörü içerisinde, İslami hassasiyeti olan insanları iteleme tavrına sahip olduğuna hiç rastlamadım. Şahsen benim ortaklarım farklı düşünce ve inançlardan insanlar olmasına rağmen saygı çerçevesinde yürüttük işlerimizi ve bu, başarılı olmamızı da sağladı.

Burada İslami kesimin gençlerinin genel bir üretkenlik problemi de var diyebilirim. Şu anki teknoloji alanında geri kalmışlığımızı geçtim, İslam toplumu olarak çok uzun süredir insanlığa faydalı fikir üretmekte dahi kısırlık çekiyoruz. Kendimize de güvenmiyoruz bir yandan… Ve kendi kendimizi aşağıya çekiyoruz. “Başıma icat çıkarma” diye bir atasözümüz var mesela… Tabi ki başımıza icat çıkarmamız lazım!

İşi biraz daha ileri götürürsek, video oyunlarının dini eğitimde kullanılabilme ihtimali hakkında ne diyorsunuz?

Çok rahat şekilde yapılabilir. Video oyunları her türlü eğitimde kullanılabilir. Tarihte de, fizikte de, matematikte de, cinsel eğitimde de... Aklınıza gelebilecek her türlü eğitim alanında kullanılabilir ve yurt dışında kullanılıyor da. Dini eğitimde neden kullanılmasın? Bunun bugüne kadar yapılmamış olması da bizim ayıbımız.

Bir Kültür Ögesi Olarak Video Oyunları

Peki, oyunlar ve edebiyat… Evvela siz iyi bir kitap okuyucusu musunuz? Kendini oyuna verenler kitap mitap da okumaz gibi bir algı var da…

İyi bir edebiyat okuyucusu değilim. Yoğun bir editoryal içerik üstünde çalışıyor olmam bir yana, yabancı içerikleri takip etmek, kendi ürettiğin içerikleri kontrol etmek, sanırım bende bir meslek hastalığı olarak “iş haricinde okumayı” yavaşlattı.

Ama bu algı genel olarak doğru değil. Ben işin uç örneğiyim, oyun benim işim ve çok zaman harcıyorum. İyi bir oyuncu olup da çok sıkı okuyucu olan tanıdığım çok insan var.

Gençlerimizde bu konuda durum nedir bilmiyorum ama gençlerde zaten genel bir okuma problemi var. Görsel medyanın giderek artan bir oranda revaçta olmasıyla çok ilgili bu. Zaten çok aşırı oyun oynuyorsan, okumaya pek zaman bulamazsın, zaman kısıtlı sonuçta. Ama oyun, yeterli derinliğe sahipse okumayı tetikleyebilir de. Mesela Bioshock’un felsefesinin Ayn Rand’ın kitaplarından alındığını merak edip öğrenirsen, sonra merak edip okumaya başlarsın. Bu. gencin okuma ve derinleşme isteğine bağlı.

Oynadığınız en sanatsal/estetik oyunlar nelerdi?

Journey. Az çoktur kuralını en iyi uygulayan oyunlardan biridir. Bioshock Infinite, Limbo, Shadow of Collosus, Ori. Türkiye’de yapılan oyunlardan Monocroma. Ve tüm Blizzard oyunları. Çünkü Blizzard’ın kendine has bir görsel yapısı var. Onların tarzını kopyalamak isteyen firma çok oldu, ama başaramadılar.

Röportajın ikinci bölümü için tıklayınız: //www.dunyabizim.com/soylesi/25409/bircok-insan-hayatin-zorlugundan-kacip-oyunlara-siginiyor

 

Röportaj: Deniz Baran

YORUM EKLE