Ömer Muhtar… Nasıl anlatsak O’nu? Nereden başlasak O’nu anlatmaya? O’nu söylemeye, Onunla söyleşmeye…
Bazen, kalemi ele alıp biri hakkında bir şeyler yazmak istediğinizde, O’nu anlatma gereksinimi duyduğunuzda yukarıdaki sorular geliverir aklınıza. Aslında zihninizde, muhayyilenizde sözler, Onunla ilgili anekdotlar uçuşup durur. Kopuk parçaları bir araya getirmek zorlar sizi. Hele yazacağınız, anlatacağınız kişi hayat denen oyunu en zirvelerde tamamlayanlardansa. Adı zaman ve mekânı aşarak hâlâ bütün diriliğiyle var oluyorsa. Korkarsınız onu yazmaya, anlatmaya. Acaba gerçekten yapabilir miyim? Onunla ilgili bir şeyler söylerken eksik kalır mı bazı şeyler? Onun hatırasını gerçekten layıkıyla yâd edebilir miyim? İşte Ömer Muhtar’ı yazmak için oturduğumda bu duygu ve düşünce deryasına dalmış oldum. Ve gerçekten ürperdim Onun yaşadığı o derin, yüce, tarifsiz iklimin ne kadar uzağına düştüğümüzü fark ettikçe.
Ömer Muhtar… Müslüman… Öğretmen... Kocaman bir yürek… Dünyada görüp görülecek en samimi, en mert, en adanmış adamlardan biri. Gerçek bir vatansever. Sonsuzca bir idealist. İlerlemiş yaşına rağmen parmakla sayılacak kadar inanmış adamıyla İtalyanlara kök söktüren büyük gerilla. Çöl Aslanı… İtalyanların bir avuç bedevi deyip dalga geçtiği ama bir türlü diz çöktüremediği masalsı insanların önderi. Önde giden... Ön olan… Bugün her şeyin kazanmaya ayarlı olduğu, ölümü kimsenin göze alamadığı, ideallerin peşinde koşmanın enayilik olarak telakki edildiği, iddiaların intibakla değer kazandığı zamanlarda Ömer Muhtar gibiler mitolojik bir anlatı gibi görülüyor. Sanki hiç yaşamamışlar. Gerçek değiller. Oysa onlar sahici bir direnişi örgütleyen iman erleri. Tarihin sayfalarına mücadelelerini alın terleri ve kanlarıyla yazanlar. Allah’a samimiyetle inanmaktan, Resulullah’a layıkıyla ümmet olmaktan başka hiçbir gayeleri olmayan kahramanlar. Onlar, İslam’ın omuzlarına yüklediği sorumluluğu bihakkın yerine getirmekten başka bir endişe duymamışlardı. Kaçmamışlardı tarihî sorumluluktan. Bütün endişeleri vatanlarını ve dinlerini düşman çizmeleri altında çiğnetmemekti. Nitekim Ömer Muhtar idam sehpasına yürürken bile vakarından, onurundan, davasından milim sapmayarak gösterdi bunu bütün dünyaya.
Beraberindeki arkadaşları, öğrencileri ve askerleriyle eşsiz bir direniş örgütledi
Hepimizin malumu olduğu üzere Osmanlı’nın çekildiği bütün topraklar emperyalizmin paylaşım tezgâhında paramparça edildi. Bir talan, bir yağma… Huzurun çekip gidişi… Huzurun yerini kana, gözyaşına, yıkıma, kıyıma bırakışı… Bitmeyen kaos, karmaşa… Ömer Muhtar’ın memleketi Libya’da bu paylaşımda İtalyanlara düştü. 1911’de İtalyan faşistlerinin Libya’ya asker çıkarması üzerine bölgedeki Osmanlı askerleri ve bu bölgede etkin olan Senusi Tarikatı’nın şeyhi Ahmet Eş Şerif El Senusi önderliğinde direniş başlatıldı. Senusiler Afrika’da çok geniş etki alanına sahip tasavvufî ağırlığı olan bir hareketti. Bölgede başından sonuna kadar Osmanlıyla ortak bir hareket alanları vardı. Bu birlikteliği İtalyanlara karşı mücadelede bütün berraklığıyla görebiliriz. Senusiler, sufiliğe dayanmalarının yanında sömürgeciliğe, yağmacılığa karşı verdikleri destansı mücadeleyle de tanındılar. Hatta bir simge oldular.
1862 yılında Berka’nın Defne bölgesinde doğan, çok iyi bir eğitim alan Ömer Muhtar da Senusi tarikatına mensuptu. Şeyhi tarafından Berka’da çıkan bir sorun dolayısıyla buraya gönderildi ve aynı zamanda bu bölgenin direniş kumandasını da üstlendi. Osmanlı subaylarıyla, başta Kuşçubaşı Eşref, Enver Paşa ve onun kardeşi Nuri Bey’le sürekli iletişim halindeydi. Teşkilat-ı Mahsusa’nın Libya’daki efsanelerinden biri olmuştu Ömer Muhtar. Beraberindeki arkadaşları, öğrencileri ve askerleriyle eşsiz bir direniş örgütledi.
İtalyanların düzenli ordusuna gayri nizami harp teknikleriyle karşı koydular. Tabiri caizse İtalyanlara kök söktürdüler. İmkânsızlıklara rağmen Ömer Muhtar’ın uyguladığı taktikler sayesinde İtalyanlara büyük kayıplar verdirildi. Ömer Muhtar adeta İtalyanların korkulu rüyası haline geldi. Nitekim Muhtar’a çoğu insanın reddedemeyeceği mal ve mülk sunuldu. Cihadı bırakıp memleketine yerleşmesi halinde kendisine köşk yapılacağı ve maaşa bağlanacağı söylendi. Her şeyi maddi olarak değerlendiren ve Ömer Muhtar’ın içinde yer aldığı inanç ve düşünce ikliminden bihaber olan İtalyanlardan zaten başka bir teklif beklemek imkânı var mı? Ömer muhtar bir iman eri olarak güce, sömürüye başkaldırdı. Zalimle aynı tastan ne yedi ne de içti.
“Böyle on tane Ömer Muhtar olsa bize yeter”
Ömer Muhtar… Yoksulluğumuz, yoksunluğumuz, bizi güzel kılan direnişçiliğimiz… Otoriteye, güce, baskıya, tuğyana kavi bir imanla kafa tutan yanımız. Öfkemiz ve aynı zamanda merhametimiz… Savaşırken bile imanın estetiği… İnanmanın yüceliği… Bizim savaşlarımız öldürmek, kan içicilik, yamyamlık, sömürme temelli savaşlara hiç benzemez. Bizim ölümlerimiz de benzemez sıradan ölümlere. Ölürken dirilmek, dipdiri kalmaktır. Öldürürken bile yaşamın kesintisiz devamıdır gayemiz. Ömer Muhtar da bu gayeyle çıktı yola. Namusumuzu, haysiyetimizi, dinimizi, imanımızı kanının son damlasına değin savunmak.
Nice kuşatmaları yaran; topun, tüfeğin, kibrin azgınlığı karşısında imanın safiyetiyle savaşan Ömer Muhtar ve arkadaşları Sılanta mevkiindeki son kuşatmayı yaramadılar. Bütün vadi İtalyan askerlerince çevrilmişti. Kıpırdayacak bir yer kalmamıştı. Mücahitler son nefeslerine kadar çarpıştılar. Nitekim Ömer Muhtar yaralandı. Onlarca asker üzerine çullanarak O’nu esir aldı. Büyük kahraman İtalyanların bütün tekliflerini reddetti. 1931 yılında uyduruk bir mahkeme kararıyla idama mahkûm edildi. “Hüküm ve karar yalnızca Allah’ındır. Sizin bu sahte hükmünüzün hiçbir geçerliliği yoktur” diyerek bir kez daha dimdik durdu. Dimdik yürüdü ölüme. 16 Eylül 1931 tarihinde binlerce hemşerisinin gözü önünde idam edildi. Binlerce hemşerisinin gönlünde yeniden doğdu. Bir daha hiç ölmemek üzere…
Ömer Muhtar’ın bu uyduruk mahkemede hâkimle arasında geçen şahane bir diyaloga değinmeden geçmek sanırım çok yanlış olur.
-İtalyanlara karşı neden bu kadar şiddetle karşı durdun?
-İmanım için.
-Bu kadar az kuvvetle bizi buralardan atabileceğine inanıyor muydun?
-Hayır.
-O halde ne kazanmayı ümit ediyordun?
-Hiçbir şey. Ben, imanım için dövüşüyordum ve bu yetiyordu. Geri kalan Allah’ın elinde…
Plastik devrimcilerin, eyyamcı muhaliflerin, kapitalist tezgâhın maskarası anarşistlerin üzerimize boca edildiği günümüzde Ömer Muhtar’ı çokça hatırlamak gerekir. Gerçek kahramanların kim olduğunu anlamak, tanımak hususunda en güzel örnekliktir O. Libya’nın Müslüman ve vatansever önderleri “Böyle on tane Ömer Muhtar olsa bize yeter” diyerek Muhtar’ın büyüklüğünü ikrar etmişlerdi. Şerif Hüseyin’in krallık hevesiyle kandırılıp ihanet ettiği, birçok kabile şeyhinin, önderinin İtalyan altınlarına tav olduğu o zor günlerde önüne serilen bütün dünyevi teklifleri elinin tersiyle iterek özgürlüğün izinde çetin bir yolu yürüdü.
İlerlemiş yaşına rağmen imkânsızlıklar içinde, yaklaşık yirmi yıl İtalyanların her türlü donanıma sahip ordularına karşı vuruştu kardeşimiz Ömer Muhtar. Yüreğimizin başköşesinde yerini aldı. Bu kahpeliklerle dolu dünyamızda adı anıldıkça, hatıra geldikçe namütenahi rüzgârlar eser gönlümüzde. Umudu kuşanırız yeniden. İmanın yüceliğini…
Selam olsun Ömer Muhtar’a! Selam olsun Çöl Aslanı’na!...
Muaz Ergü yazdı
Kaleminize ve gönlünüze Rabbim inşirah versin. Ömer Muhtar gibi mübarek, muazzez bir şehidin adı yüreklerimize işlemeli. Örnek olmalı ve yüreklerimizdeki kiri pası silip atmalı. Hazreti Allah, ona ikram ve ihsanını bol eylesin.