Ahmed Yüksel Özemresiz Üsküdar çok daha az Üsküdar'dır

Herkes Ahmed Yüksel Özemre'yi irfanı kadar tanıdı. Bilim camiası bilim insanı olarak tanısa da o hâzâ bir insan-ı kâmil ve İstanbul beyefendisi idi. Onun kâmil bir mutasavvıf olma yoluna yönelmesine vesile olan ise çocuk yaştan beri tasavvuf neşvesine sahib muhitlerde bulunmuş olmasıydı. Mikail Türker Bal yazdı.

Ahmed Yüksel Özemresiz Üsküdar çok daha az Üsküdar'dır

Adı 28 Şubat olarak kalan, ülkemizin ve inanan insanların üzerinde kara bulutların toplandığı karanlık günlerde imam hatip ortaokulunda bir öğrenciydim. İmam hatip ve meslek liselerinin ortaokul kısımlarının kapanması ve önümüze çıkan katsayı sorunu ile tam bir kargaşanın hâkim olduğu o yıl devam edebileceğim bir lise aramaya başlamıştık. İmam hatip ortaokulunun son mezunlarından biri olarak tam da o günlerde tevafuk eseri tanıştığımız okul müdürü rahmetli Hüseyin Keskin hocamız vasıtası ile kendimizi Üsküdar’da İlim ve Fazilet Vakfı Fazilet Erkek Lisesi’nde bulduk.

1998-99 eğitim-öğretim yılıydı. İngilizce hazırlık okumaya başlamıştım. Yoğun bir İngilizce ders programının içine öğrencilerin zevk-i selîm sahibi olmaları için ikişer saatlik iki ders eklenmişti. Okulun vefakâr ve fedakâr iki efsane hocasından Ressam Bünyamin Kara Hocamız resim dersi, müzisyen Ömer Engin Özdeş Hocamız da müzik dersi veriyordu. Bu dersler benim ve birçok arkadaşımızın hayatında büyük önem arz eder. Tıpkı o günlerdeki okulumuz gibi. Resim derslerinde gelenekli sanatlarımızı tanıdık, sevdik, zevk edindik. Koca bir medeniyetin varlığından haberdar olduk. Müzik derslerinde ise; Ömer Engin Özdeş hocamızın yetiştirdiği öğrencilerden oluşan hem sanat müziği hem de halk müziği korosu ve orkestrası ile müzik kulağımız gelişti. Halk müziğimizi ve sanat müziğimizi sevmemiz yine o günlere dayanıyor. Bugün sanmıyorum ki değme özel okullarda öğrencilerden oluşan orkestrası ve korosu iyi yetiştirilmiş bir müzik topluluğu olsun.

Üsküdar demek Özemre demek, Özemre demek Üsküdar demek idi

Bu kadar ön bilgiyi verme sebebim; bizlerin güzelce yetiştiği bu okulda Üsküdarlı mümtaz bir şahsiyet olan Ahmed Yüksel Özemre hocanın bir eğitim-öğretim yılı kadar idari müdürlük yapmasıdır. Benim okula gelmemden birkaç sene evvel görevli imiş. Fakat, daha o yıllarda kulağımızdan demlenmeye başladığımız, her hafta birbirinden kıymetli konuşmacıların davet edildiği konferanslardan birkaçında bizzat Özemre’yi yakından dinleme lütfuna erdim. Ve bu tarihten sonra Üsküdar demek Özemre demek, Özemre demek Üsküdar demek oldu benim için. Kim bilir kaç gönle akıttığı Hasretini Çektiğim Üsküdar mayasını bizim de gönlümüze akıtan yine kendileridir. Vefatına kadar birkaç vesile ile sohbetlerinde bulunmak ve tanıdığım günden beri kitapları ile haşır neşir olmak da ayrı bir lütuftur.

Üsküdarlı bir sanat: Ebru

Ressam Bünyamin Kara Hocamız ile, atölyenin ve sınıfımızın olduğu 3. kattaki koridorda nöbetçi olduğu Perşembe günleri hemen hemen her teneffüs yaptığımız sohbetleri hiç unutamam. Yine bu sohbetlerden birinde ebru sanatı üzerine konuşuyorduk. “Mikail, dostum, Ahmed Yüksel Özemre’nin Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı isimli kitabını muhakkak okuman gerekiyor.” dedi. Üsküdarlı bir sanat olan ebruya gönülden bağlılığım o günlere ve bu kitapla tanışmama dayanır.

Tabi o tarihte lise hazırlık öğrencisi olan ben ne kitapçının yolunu bilirim ne de kitaba ulaşmak bugünkü kadar kolay. Sanırım hocam bunları düşünmüş ve içimdeki şevki hissetmiş olacak ki, ertesi gün elinde kitapla geldi. “Bu, hocanın benim adıma imzaladığı kitap. Sen oku, sonra bana iade edersin. Hem de üzerinde konuşuruz.” dedi. Sanıyorum iki gün içinde kitabı bitirdim. Bitirdim ama içi bir hazine sandığı gibi. Birçok isim ve hatıra dolu. Bir kez daha okudum. Kitabı iade ettim ama bu kitaptan hemen bir tane edinmem gerekiyordu.

"Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı var mı?"

Hocamla ertesi haftanın nöbet gününün uzun öğlen teneffüsünde kitap üzerine konuşurken Bilal Yamak Ağabey karşı merdivenlerden dönüp koridorda yanımıza doğru gelmekteydi. Hocamın elinde kitabı görünce birbirlerine bakarak kahkaha ile gülmeye başladılar. Biraz sonra hocanın işareti ile Bilal Ağabeyim başından geçen şu hadiseyi anlattı: Bilal Ağabey, kitabı almak için Üsküdar’da o tarihte var olan birkaç kitapçıyı gezer, kitabı bulamaz. Bakmadığı son bir kitapçı kalmıştır. Ümitsizce başını kapıdan uzatır: “Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı var mı?” diye kitabı kastederek sorar. Satıcının verdiği cevap yıllar geçmesine rağmen unutulmaz bir mizah öğesi olarak hâlâ hafızalarımızda kalmış ve aklımıza geldikçe bizi gülümsetmektedir: “Evet, şu karşı sokakta bir tane olacak.”

Atom profesörünün radyasyonla mücadelesi

Ahmed Yüksel Özemre Hocamız, emeklilik yıllarında hem velûd bir yazar olarak birçok eser kaleme almış hem de fırsat buldukça davet edildiği birçok konferansa katılmıştır. O yıllarda okulumuzun bir geleneği de her hafta bir konuşmacıyı davet ederek sohbet kültürü ile yetişmemizi sağlamaktı. İleriki yıllarda bizim ve bizden önceki birçok mezunun bugün bile hâlâ nerde bir dost meclisi duysa katılmak için iştiyak duyması da yine o günlere dayanır.

Bir hafta denildi ki, bu hafta Türkiye’nin ilk atom profesörü Ahmed Yüksel Özemre gelecek. Tabii ben daha önce kitabını okumuş ve hakkında az da olsa bilgi sahibi olduğum için heyecanla konferans gününü bekledim. Pamuk gibi sakalları ve zarîf duruşu ile Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı kitabının içinden çıkmış bir başka zamanın beyefendisi olan bu güzel insan karşımızda idi. Bu zarîf insan yıllarca mücadele ettiği radyasyon ve zararlarına dair birçok bilgiyi o kadar heyecanla anlatıyordu ki, unutamadığım bir hadise şöyledir: Hoca’nın Ankara’da bir diş hekimi ahbabı varmış. Hastalarının diş röntgenini çekerken hastanın dişine yerleştirilen aparatın düğmesine yine hastanın kendisinin basması gerekirken bizim doktor hastalarına kıyamaz ve yıllarca röntgen cihazının düğmesine kendisi basar. Aradan yıllar geçer ve aşırı radyasyona maruz kalmaktan adamcağızın parmaklarını keserler.

Yine hocanın önemle üzerinde durduğu bir mevzu ise kanserli hastalarda radyasyonla tedaviye başvurulması idi ki buna şiddetle karşı çıkardı. Radyasyonun eğlence olmadığını, her hastalığa uygulanmayacağını sık sık vurgulardı. Eşi Gülsen Hanım Teyze’den dinlediğim bir hadise ile hocanın ömrü boyu başına dert açan radyasyon meselesini kapatalım. Ailece katıldıkları ilmî bir toplantıda bir başka aile ile tanışırlar. Tanıştıkları ailenin hanımefendisinin göğüs kanseri neticesinde göğsünün alındığını fakat yarasının bir türlü kapanmadığını öğrenir ve çok üzülürler. Sebebi ise, yaraya aşırı radyasyon verilmesi imiş.

Zevk-i selîm sahibi bir insan-ı kâmil

Herkes onu irfanı kadar tanıdı. Bilim camiası bilim insanı olarak tanısa da o hâzâ bir insan-ı kâmil ve İstanbul beyefendisi idi. Onun kâmil bir mutasavvıf olma yoluna yönelmesine vesile olan ise çocuk yaştan beri tasavvuf neşvesine sahib muhitlerde bulunmuş olmasıydı. Ki, bunlardan en önemlisi Üsküdar’daki o meşhur attar dükkânıdır. Bu muhitlerde tanıdığı, birlikte olduğu nice sırlı zevâtı ise arasak da bulamayız artık. Neyzen Niyazi Sayın hocamız bir gün bu attar dükkânı ile alakalı kendisine şöyle demişti: “Yükselciğim; biz bu dükkândan geçmemiş olsaydık şimdi yedi dükkân süprüntüsünden (birkaç çeşit bitkinin karışımı) beter olurduk.”

Üsküdar’ın son dost ışıkları, eşi bulunmaz bir Üsküdar yâranı olan Özemre Üstadımızın hane-i saadetinde yanmakta idi. Memduh Cumhur’u tanımam onun sayesindedir. Hoca ile geçiremediğime hayıflandığım yılları vefatına kadar Memduh Beğ ile birlikte olarak telafi etmeye çalıştım.

Hocayı tanıdıktan sonra kendisine sıkça tesadüf edemesem de kitaplarını edinip okumaya, nasıl bir medeniyetten bahsettiğini anlamaya çalıştım. Yıllarca eserlerinde okuduğum bahsi geçen medeniyetin hayranı olarak, izinde adım adım giden karınca misali bugünlere geldik. Yıllar geçti, garip bir tevafuk ki onun yaşadığı ve nefes alıp verdiği Üsküdar sokaklarında izini sürmek, dost ve ahbapları ile birçok meclislerde buluşup hemdem olmak kısmet oldu.

Gel de çık işin içinden

2008 yılı öğretmenliğe başlayacağım ilk yıldı. Okul tatil olmuş, seminer dönemine girmiştik vefat haberini aldığımızda. Cenazesinin, kendi ifadesi ile sülalesinin tüm fertlerinin cenazelerinin kaldırıldığı Üsküdar Gülnûş Emetullah Valide Sultan Camii’nden kaldırılacağını okuduğumda hocanın Gel de Çık İşin İçinden kitabındaki minareden kendi cenazesini seyrettiği sahne aklıma gelince bir anda ürperdim. Hayatı boyunca sevdiği ve saygı ile andığı Üsküdar’ın sırlılarından bir zâtı, kıymetini bilemeden, maneviyatına agâh olamadan âlem-i cemâle uğurlayacaktık. Benim gibi bu hikâyesini okuyup hatırlayan Beşir Ayvazoğlu hocamızın “Özemre Hoca Kendi Cenazesini Nasıl Seyretti?” başlıklı yazısından şu cümleleriyle yazımı nihayete erdiriyorum:

Hoca'nın cenazesi, 26 Haziran Perşembe günü ikindi vakti, hikâyesinde sözünü ettiği Gülnuş Valide Sultan Camii'nden kaldırıldı. Avluda hakikaten mahşerî bir kalabalık vardı. Hikâyesinde isimlerini verdiği bazı dostlarını da gördüm. Keşke hafif bir de yağmur olsaydı. Bir ara başımı kaldırıp Hoca'nın sözünü ettiği minarenin şerefesine bakmadım değil! Kim bilir, belki de hikâyesinde tasvir ettiği gibi oradan ölüm meleğiyle birlikte bizi seyrediyordu. Evet, onsuz Üsküdar daha az Üsküdar'dır. Rahmet ve minnetle anıyor, bütün dostlarına ve yakınlarına başsağlığı diliyorum.”

Mikail Türker Bal

YORUM EKLE
YORUMLAR
mustafa naci murat
mustafa naci murat - 2 yıl Önce

Sporcu kişiliği ve dünya gerçekleri ile ilgili saatlerce fasılasız konuşabilecek entellektüel derinliği ile de tanıdık kendisini..
Rahmet olsun

A.Lütfiye Sert
A.Lütfiye Sert - 4 yıl Önce

Allahtan rahmet diliyorum.Kendisini kitaplarıyla tanıdım.

Mustafa Sinan Ümit
Mustafa Sinan Ümit - 1 ay Önce

Rabbim rahmet eylesin. Yazan ve yazdığını okutabilen bir usta idi.

Faruk Elgün
Faruk Elgün - 1 ay Önce

Allah rahmet eylesin