Doktora tezleri ne işe yarar?
Bu sorunun değişik cevapları var.
Üniversitelerin ‘bilimler yurdu’ olarak kabul edildiği zamanlarda doktora, bir görüşün (tez) bir bilim adamı tarafından bilimsel dil ve kanıtlarla ilan edilmesi idi. Bu tür doktoralardan sonra bilim adamları “artık bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözünü söyleyebilirlerdi.
Doktora sadece bilimsel bir tez ispatlama sadedinde değil, doğru bilinen yanlışların yanlışlığını göstermek için de yapılmıştır.
Doktora yapanların Batı dillerinden birini ana dili gibi bilme şartı bundan dolayı vardı. Çünkü bilim adamı, iddiası konusunda Batı’daki literatürü de taramak zorunda olduğu gibi, buluşunu (tezini) yine Batı bilim âlemine duyurmalıydı.
Doktora tezinin uzunluğu önemli değildir burada. Bir makale bile bir doktora olabilir. Nitekim Ömer Lütfi Barkan’ın “Kolonizatör Türk Dervişleri” adlı risalesi bir makaledir ve fakat yüzlerce doktoraya bedeldir.
Üniversitede derse girebilmek için bir araç bu tür doktoralar
Üniversitelerin alan olarak kendilerini bilimsel olanla sınırlamayıp günlük politikaya alet olmalarından sonra, doktoralar da hem cesametini hem önemini kaybetti. Bir alfabeden diğer bir alfabeye çevrim yazı yapmak doktora için yeterli bulundu ki buna ayrıca değineceğiz. Bir yazarın hayatını, yaşadığı dönemi, bir eserini veya eserlerinden bazılarını bir konu çevresinde incelemek doktora konusu oldu. “Filancanın eserlerinde kadın”, “feşmekancanın eserlerinde çocuk”, “filan şairin şiirlerinde geniş zaman ekinin kullanımı” gibi hiçbir derde ilaç olmayan, ne akar ne kokardoktoralar bunlar.
Bu tür doktoralar, ilgili yazarın eserlerinin doktora talebesi tarafından okunup fişlenmesine yarıyor. Üniversitede derse girebilmek için bir araç bu tür doktoralar. Doktorası başka, verdiği ders başka akademisyenler olduğu gibi; kendi doktora konusunu ders olarak okutanlar da var.
Lisans tezlerini tezden saymıyoruz. Çünkü günümüzde lisans tezleri sunuma indirgendi. Üniversiteden mezun olan bir talebeye; “başlık nasıl atılır, dipnot nedir, nasıl gösterilir, APA nedir, özet nasıl çıkarılır, giriş gelişme sonuç, anahtar kavramlar nasıl hazırlanır” gibi konuları öğretme pratiği lisans ve yüksek lisans tezleri.
Ancak doktora öyle değil. Çünkü biri, adının önüne “Dr.” yazdırdı mı artık “otorite” oluyor, bilim adamı payesi kazanıyor, üniversitelerde ders verme yetkisi alıyor ve iddiasına karşı çıkanlara açıkça “sen bilime karşı mı çıkıyorsun?” sözünü kullanma hakkı ve cesaretini kazanıyor. Özelikle pozitif bilim adamlarının sığınağı bu. Doktoranızı verdiniz mi bilim cüppesini de giyiyorsunuz. Artık siz de vaizler ve hakimler gibi cüppelilerden oluyorsunuz. Bilginiz, kisveye bürünüyor.
60’lı yıllara kadar doktorası olmayan ve fakat bilgi, tecrübe, birikim ve yayınları bakımından doktoradan daha önemli çalışmalara imza atmış kişiler, Milli Eğitim Bakanı’nın teklifi ile üniversitede ders verebiliyordu. Üstad Necip Fazıl, Hasan Âli Yücel’in teklifi ile “Profesör” unvanı ile ders veren kişilerdendir ki o zamanlar birçok kişi bu sıfatla ders vermiştir üniversitede.
Artık ne doktorluk bilimsel bir kariyerdir ne de doktoralar bilimsel bir doküman
Üniversitelerin yani profesörlerin, doçentlerin, doktoralı öğretmenlerin görev yaptığı öğretim kurumlarının çoğaldığı bir dönemdeyiz artık.
Ne demek bu? Doktoralar, hazırlayanlara üniversitelerde ders verme hakkı veren yazılı belgelerdir. Ancak bilimsel mevkuteler değildir çoğu. Artık ne doktorluk ve doçentlik bilimsel bir kariyerdir, unvandır; ne de doktoralar bilimsel bir doküman. Doktoraları sadece hazırlayan kişi ve jüri üyeleri biliyor, sonra da raflara kaldırılıyor. Jüri üyeleri doktorayı satır satır okuyor, inceliyor, eksiklikleri, yanlışlıkları buluyor, demiyoruz; dikkat. Ne diyoruz? Jüri doktoranın adını ve hazırlayanını biliyor. Jüriyi esas danışman bilgilendiriyor. Sonra gelsin “Dr.” İmzası ve cüppe. Tabii yemek ve baklava da.
Sosyal bilimlerde bazıları bastırmaya cesaret ediyor da kamuoyu doktoraların seviyesi hakkında bilgi ve görüş sahibi olabiliyor.
Bu zamana kadar, saymadım ama, hikayelerimi doktorasında ele alan akademisyenler dahil olmak üzere, onlarca yüksek lisans ve doktora tezi okudum. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Vatandaş, konusuyla ilgili olduğunu düşündüğü eserimizi eline almış ve fakat eserin hepsini okumamış. Özetle yetinmiş. Fakat o özet de kendisine ait değil.
Anladım ki sosyal bilimler alanında yapılan doktora çalışmaları sadece “Dr.” unvanını kullanabilmek için hazırlanıyor. Jüri de hakim değil konusuna, hazırlayan da.
Bundan dolayı olsa gerek, sosyal alanın akademisyenleri “sen bilime karşı mı çıkıyorsun” otoriter dilini kullanmıyor, kullanamıyor. Çünkü sosyal bilimler tak takıştır, yap yapıştır mantığı ile oluşturuluyor.
“Dünyada bilim adamı unvanını en kolay siz alıyorsunuz”
Bir harften başka bir harfe çevrim yazı yaparak doktor, doçent ve profesör olanlar daha bir kıymete bindi gözümde. Bu bahsi biraz açalım.
Ülkemizde Tarih, Edebiyat, İlahiyat alanında profesör unvanlı yüzlerce kişi, bu unvanını Harf İnkılabı’na borçlu. Adını biliyorum fakat söylemem. Öyle demiş ODTÜ’de görev yapan yabancı bir profesör: “Yatın kalkın M. Kemal’e teşekkür edin. Harflerinizi değiştirdi, sizleri profesör unvanlı bilim adamı yaptı. Dünyada bilim adamı unvanını en kolay siz alıyorsunuz. Bir eseri transkript ediyorsunuz, doktor oluyorsunuz; birkaçını karşılaştırıyorsunuz doçent oluyorsunuz. Profesörlük zaten yıl ile ilgili bir şey.”
İlahiyatçılar, Kur’an-ı Kerim’i, Sünnet’i bilimin nesnesi haline getirdi. Sosyolojik çalışmalar topluma yine nesne gözüyle bakıyor. Bu nesneleşmeden yazarlar ve şairler de nasibini alıyor artık. Bırakın eserlerini incelemeyi, adının bile zikredilmediği zamanlarda, bir sahip çıkma ve körlüğe meydan okuma babında Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç hakkında doktora çalışmasının bir anlamı yoksa da bir değeri vardı. Nitekim merhum Ahmet Nedim Çeker’in, Erzurum’da Sezai Karakoç hakkında hazırladığı bir mezuniyet tezi, bu anlamda değerli bulunmuştur. Biz de fakültemize bölüm başkanı olarak gelen bir Doç. Dr.’un girişimi sonucu bitirme tezi hazırladık. Bir arkadaşımız Sezai Karakoç’un şiirlerini almak istemişti de o zaman açık yüreklilikle şöyle demişti Doç. Dr.: “Ben bile anlamıyorum Sezai Karakoç’u, sen nasıl yapacaksın?”
Bir örnek üzerinden doktora anlayışı
Siz hiç İkinci Yeni şiirlerini çözümlemeye yönelik bir doktora biliyor musunuz? Bilmiyoruz. Çünkü yok. İkinci Yeni, anlamdan kopuk kabul edildiği için kimse o riske girmiyor.
Bizim elimizde bu lafları etmeye vesile olan bir doktora tezi var. Mevzumuz söz konusu üniversite ve akademisyen değil. Önemli olan doktora anlayışı ve uygulamasının nerelere geldiği.
Doktoranın adı şöyle: “Ulus - Devlet ve Küreselleşme Bağlamında İsmet Özel'in Toplum, Millet ve Vatan Tasavvuru”
Akademisyen, tez konusu olarak belirlediği “İsmet Özel'in Toplum, Millet ve Vatan Tasavvuru”nu 63 sayfada işleyip sonuçlandırıyor. Pekiyi, tezin sayfalarında ne var?
Şunlar: "Ulus-Devletin Tanımlama Sorunu", "Ulus-Devletin Ortaya Çıkışı ve Kapitalizm", "Ulus-Devlet ve Modernleşme (Türkiye)", "Osmanlı-Türk modernleşmesi", "Ulus-devleti Ortaya Çıkaran Ekonomik Nedenler", "Ulus-Devlet ve Milliyetçilik İdeolojisi", "Cumhuriyet Döneminde Öne Çıkan Milliyetçilik Anlayışları", "Ulus-Devletin Miadını Doldurduğu Sorunu", "Küreselleşmenin Felsefi Temelleri", "Philosophia Perennis bir Kavram olarak Küreselleşme", "Modernite ve Küreselleşme", "Küreselleşme ve Sosyal Hareketlilik", "Teknolojik Altyapı ve Küresel İletişim", "Esnek Üretim ve Küresel Ekonomi", "Küreselleşme ve Kültürel Kimlikler", "Ulus-Devlet ve Küreselleşme Tartışmaları", "İsmet Özel Kronolojisi", "İsmet Özel'in Hayat Macerası ve Düşüncesinin Değişmezleri", "İsmet Özel Düşüncesinin Metodolojisi veya Diyalektik Çağrışımlar", "Anti Modern Bir Türk Şairi Olarak İsmet Özel", "İsmet Özel'de Dünya Sistemi veya Kapitalist Hegemonya Vurgusu" ve "İsmet Özel'de Toplum, Millet, Vatan Tasavvuru"
200 sayfalık bilimsel zemin, bu zemine oturtulan 130 sayfalık bir giriş-gelişme ve 60 sayfalık sonuç ile ana konu…
Fihrist çalışması ile doktora derecesi veren bir akademyada yine de iyi!
"İsmet Özel de şöyle diyor"
Sosyal bilimlerde olduğu gibi bu doktora tezinde de zemin şöyle oluşturuluyor. Batı’dan Wallerstein, Braudel Dilthey ve Weber; Gellner, Anderson, Hobsbawm, Giddens’in ilgili başlıklara ait görüşlerine ek olarak bizden Sarıbay, Mardin, Gökalp, Akay ve Topçu’nun görüşleri serdediliyor. Ek olarak da birkaç cümle ile “İsmet Özel de şöyle diyor”la başlayan cümlelerle ilgili konu hakkında iktibaslar yapılıyor.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İsmet Özel okurlarının; onun Batı, medeniyet, kültür, bilim, Türklük, Türkçe, vatan, millet, toplum gibi kavramlarla ilgili ne söylediği konusunda bu tezden öğrenecekleri “hiç bir şey” yok.
Akademik çalışma adı üzerinde “tez”dir. Tez ise bir başlığın içini iktibaslarla doldurmak şeklinde değil; yanılgıları, çelişkileri, eksiklikleri tespit etmeye yönelik olur. Doğrular pekiştirilir, yanlışlar doğrultulur. Bilinmeyen bir gerçek bilim dünyasına kazandırılır.
Mesela yazar, İsmet Özel’in düşünce bakımından hem hiçbir öncülü olmadığını söylüyor hem Batı fenninde onun kültürünün de bitişik olduğu yaklaşımıyla Nurettin Topçu gibi düşündüğünü iddia ediyor.
“Özel'in 2000'den sonra geliştirdiği; Türk kavramı etrafındaki düşünceleri, yani "millet" kavramı etrafında tartıştığı “biz kimiz? Nereye aidiz? Türk olduğun nereden belli?” gibi sorular çerçevesinde gelişen fikirlerinin büyük ölçüde, önce Nurettin Topçu'da savunulduğu, ama daha belirleyici olarak Mehmet Akif Ersoy'un istinat noktası olarak görüldüğü rahatlıkla söylenebilir.”
İkinci olarak bilim adamının yaklaşımı öncelikle dilde belli olur. Aşağıdaki ifadeler bir bilimsel çalışma dili değildir. Bu tür ifadeler şairi konu edinen bir dergi dosyasında kullanılabilecek ifadelerdir.
“Dünya ve otorite ile imtihanı konusunda az entelektüele nasip olabilen "şiir gibi bir hayatı" veya "hayatı şiir gibi" yaşamaktadır.”
Tamamen sübjektif bir yaklaşım olan bu ifade esas konu ile ilgili olmadığı gibi meseleyi kişi üzerinde teksif etmektedir. Merak ediyorum, jüri bu ifadelere ne dedi acaba?
Tezin içinde ayrıksı duran ve tartışmaya açık ifadeler de yer almaktadır ki bu ifadeler, bilimsel metin olarak isimlendirilen bir tezin savunulmasında nasıl savunulmuştur merak ediyoruz.
“İsmet Özel'in herhangi bir sosyal mesele hakkında konuşmasını dinleyen sıradan vatandaş, gerilir, sinirlenir, çıldırır, eleştirileri karşısında küplere biner. İsmet Özel yazarken, konuşurken okuyucusundan ve dinleyicisinden büyük taleplerde bulunur, kendisinin yanında başka birçok şey bilmesini, onu anlamak için zorunlu görür.”
İsmet Özel “filozofça bir ses sahibi” tanımlamasını reddetmez ama bir bilim adamı bir tezde şu şekilde nasıl konuşabilir?
“Şu varlık dünyasında insan trajedisinin bütün uçlardaki imkânlarını metinlerinde yansıtacak kadar kavrulmuş, "kara kavruk" bir kalbin yarıklarından sızarak hayatın bütün alanlarına dair anlam tecrübelerini, vahiy almışçasına bir eda ile okuyucuya hissettirmektedir.”“O aynı zamanda eylem boyutu, ameli yönü ile farkını tebarüz ettiren çılgın bir yaşam filozofudur.”
En tartışmalı kısmı en sona sakladım. Acaba akademisyenimiz iktibas ettiğim bu cümlenin neresinde yer alıyor?
“Jürgen Habermas'ın dikkat çektiği gibi, "Türk milleti İsmet Özel'i anlayacak bir millet değildir" önermesini doğrulayan Özel, Frankfurt Okulu'nun filozofu da İsmet Özel de "kendi milletine lâf anlatacak dili henüz kuramamış" yargısında bulunmaktadır.”
Bu sözler bir övgü mü? Akademisyen kendine bir pay mı çıkarmak istiyor? Tezin ana konusu ile (bağlam) ilintili mi? Akademisyen bu tezi hazırlamakla İsmet Özel’i anlamayanlar grubundan çıkmış mı oluyor? Bu ifadeler özetle, doktora ifadesi değil.
Akademyanın İsmet Özel’i düşünce dünyası itibariyle konu edinmesi onu bilimin nesnesi haline getirmekten başka bir sonuç doğurmaz. Şiirleri üzerine yapılan lisans ve doktora tezleri, en azından okuduklarımız bağlamında söyleyebiliriz ki, onun şiir dünyasını açımlamaktan oldukça uzaktı.
İsmet Özel’in düşünce dünyasına dair hazırlanan ilk doktora tezi olarak takdim edilen bu çalışma, sahibini, televizyonlarda, bazı oturumlarda, İsmet Özel doktoru olarak takdime vesile olabilir: “Doktorasını İsmet Özel üzerine yaptı.”
Dergilerde, sosyal medyada İsmet Özel’den bahsetmek ilgi çekiyor. Bu yazı İsmet Özel’i savunmak için yazılmadı. İsmet Özel’i savunmak bize düşmez. İsmet Özel’in bu tür çalışmalara prim verdiğini de düşünmüyorum. Bizi ilgilendiren, yayımlanan bir eserin niteliği idi. Vah bize! Vah akademyaya!
Kâmil Yeşil
Yazıda çok fazla genellemeci ve indirgemeci yaklaşım söz konusu. Onun yerine belli bir dar alanda (edebiyat, felsefe vs.) yapılan tezlerde görülen sorunlar ve çözüm önerileri daha 'yapıcı' şekilde ortaya konulabilirdi. Mevcut haliyle yazıda son yıllarda yapılan doktora tezleri neredeyse toptan mahkum edilmiş, doktora yapmaya rağbeti kırıcı bir hal almış... Vuralım ama öldürmeyelim derim.