Kazancı Bedih… Bedih Yoluk… Urfalı bir kazancı. Bakır döverdi kazancılar çarşısında. Bakıra şekil veren çekicinin sesiyle çınlardı yüzlerce yıllık çarşı. Alnına kadim yorgunluğun çizgileri çekilmiş çarşıda bir hüznü döverdi Kazancı. Bir hüznü, rengi sarıdan… Bir derin tarihe dayardı sırtını. Bir derin yorgunluğa… Bir sonsuz özleme…
Kazancı Bedih… Gazelhan… Pir… Nasırlı elleriyle bakırın hüznüne dokunurdu. Sesiyle ruhumuza… Kederden bir zamanı demlerdi bakır demliklerde. Sesinin tenhalarında upuzun bir muhabbete otururdu insan olmaklığımız. Sesinin uçsuz bucaksız kıvrımlarında gurbetliğimiz, sılamız, kalabalığımız, kadim yalnızlığımız, koyup gittiklerimiz, bizi koyup gidenler, yokluğumuz, yoksulluğumuz…
Gazelhanların Piri söze başlayınca, dudaklarından bir gazel, bir hoyrat, bir uzun hava yüreğimizin göğüne doğru savruldukça içimizi yakıp kavuran bir özlem, bir hasret sökün eylevirerir. Turnalar kanat vurur hüzün coğrafyalarından. Gözlerine ayrılık mili çekilmiş, Yusuf’unu yitirmiş Yakup’un ağıdı çınlar tarihin duvarlarında. Hasretten çağlayanlar… Fırat suyu akar durur Kerbela’ya… Gözyaşları Huseyn’e… Gözyaşları pınarından su içmeye iner ürkek serçeler. Fırat kenarında bir ince duman. Bir ince duman yaslanır gamdan muhkem dağlara. Urfa dağlarında dolaşan ceylanların toynakları değer gönlümüzün en ıssız yerlerine. Uzun ince bir keder yürür ağır aksak. Seke seke yol eyler keklikler tenha cılgaları. Tenha cılgalarda yitip gitmiş çocukluğumuz. Tenha cılgalarda yaralarımız. Gölbaşında güller. Göllerde yeşil ördekler…
Dinleyeni varlık deryasında gezdiren Kazancı Bedih ümmi
Nar-ı Aşkla korlanmış sözler düşer ocağımıza. Meclisimize hüzün… Bahtımıza yanmak… Yanmanın, kavrulmanın burçlarından seslenir Kazancı. Bizi biz yapan o büyük iklimin rüzgârıyla… Varlığımızın en otantik, en samimi, en dolaysız, en sade haliyle… Sözü merkeze alan, sözü namus bilen bir anlam dünyasının içinden gelir söyledikleri. Bir geleneğin, kadim bilgeliğin dünyasından tevarüs ederek… Terekesinde inançlarımızın yüce sırları, dilimizin enginliği…
Kara trenlere yüklenmiş ayrılıklar… Kara trenlerle gelen vuslatlar… Metruk istasyonlarda unutulmuş denk gibi mahzun ve mahcup duranlar… Atını gül dalına bağlayan yolcular… Leylasını bulmuş Mecnunlar, Mecnununu yitirmiş âşıklar… Uzaklardan ucu yanmış mektup bekleyen gözleri ufuklara dalmışlar… Bağrı yanıklar, yüreği tar u mar olmuşlar… Dicle kıyılarında paramparça bir ayın altında sonsuz düşe dalanlar… Aşk vadisinde düşeyazanlar… Biz olanlar, bizim olanlar…
Dinleyeni varlık deryasında gezdiren Kazancı Bedih ümmi. Herhangi bir diploması, akademik titri yok. Âşkın ummanından seslenenlere ne gerek ki şan, şöhret… Gönül makamından konuşmak ister mi diploma?... Ümmi bir gazelhan Kazancı Fuzuli’den Nâbi’ye, Urfalı Abdi’den Ahmet Paşa’ya, Yaşar Nezihe Hanım’dan Ziya Paşa’ya, Rasih’ten Leyla Hanım’a, Şem-i’den Kuddusi’ye, Furigi’den Necâti’ye büyük birikim ve terkibin seslendiricisi oldu. Tamburun içli sesi, cümbüşün ağır aksak ritmi ruhumuza akıp durur.
Kazancı Bedih Urfa gazel geleneğinden yetişti. Mevlitlerde, gezmelerde, sıra gecelerinde, Anzelha Bahçesinde, Mecmelbahrda… Bir büyük geleneğin talim ve terbiyesinde… Urfa’nın gazelhanları esnaf ve zanaatkârlıkla meşguldüler. Kimi müezzin kimi hafız. Kazancı Bedih, kahvelerde, meclislerde, toplantılarda Tenekeci Mahmut’u, Bekçi Bakır’ı, Mıkım Tahir’i, Kel Hamza’yı dinledi. Onların dizinin dibine oturdu. Bir yanda bülbül gibi şakıyan gazelhanlar, suyun insanı alıp götüren sesi diğer yanda tarihin ve talihin coşkun sesi…
Bir kış günü eşiyle birlikte katalitik sobasından zehirlendi
Sessiz, nümayişsiz, mütevazı bir yaşamdı Kazancı Bedih’in ki. Sahici bir hayat. Aynı medeniyetimiz gibi. Şanın, şöhretin, paranın, neonların kirletemediği bir temizlikti. Olgundu, kemale ermiş… Bir bardak çayda eriyip giderken zaman, zamanı sonsuz kılmanın gayretiydi. Sonsuzluğu hatırlatan, sonsuzluğun sahibine şükreden… Kazancı bütün ciddiyetiyle gerçek sanatın ne olduğunu gösterdi. Şu an ne yazık ki sanat kopyalarıyla, geleneğin müsveddeleriyle dolu bir kültür dünyamız var. Paranın, şatafatın şımarttığı, kimliksizleştirdiği bir ortam. Her şeyi gösterişe döken sığlık. Büyük bir sosyal ve kültürel anlama sahip sıra gecelerinin baş döndüren bir eğlence nesnesi haline getirilmesi. Kadim geleneğinse bir aksesuar olması…
Pirin trajik sayılacak bir biçimde ölmesi de bizim için acı bir örneklik. Gerçek değerlerimizin bir köşede yok olup gitmesi… Bir kış günü eşiyle birlikte katalitik sobasından zehirlendi Kazancı aynı Enver Demirbağ gibi. Enver Demirbağ da Harput musikisinin büyüklerindendi. Kazancı Bedih belki isteseydi büyük otellerde ruhundan arındırılmış sıra geceleri yapıp çok paralar kazanabilirdi. O, bütün bu sahtelikleri bir yana itti. Nitekim kendisiyle yapılmış bir röportajda, “Kazancılık mesleğini özledim. Gençlerin de önünün açılması gerektiğini inanıyorum. 70 yaşından sonra yakaladığım şöhret benim için önemli değil” demişti. Evet, herkesin peşinde koştuğu, yakaladığında yapışıp kaldığı şöhreti önemsememişti.
Kazancı Bedih’ten şimdinin kültürüne baktığımızda görünen gerilik, kültürün gerileşmesi. Kazancı Bedih gibi bir pirin bir daha çıkmaması… Magazinel bir dilin kullanımına sunulan ve nesneleşen bir kültür, sanat… Ayrıca Pirin sıra gecelerinde dekoratif bir malzemeye dönüşmesi ve temsil ettiği değerlerin yok olması büyük sorun.
Ne demişti Fuzuli. Ne de güzel okumuştu Pir: “Hâsılım yok ser-i kûyunda belâdan gayrı/
Garazım yok reh-i aşkında fenâdan gayrı// Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge/ Ne açar kimse kapım bâd-ı sabadan gayrı”
Selam olsun Kazancı Bedih’e… Selam olsun Pir’e…
Muaz Ergü yazdı
ALLAH RAHMET EYLESİN, MEDENİYET DEĞERLERİNİ TEMSİL EDEN AŞIKLARA selam olsun... onlar HAKİKAT i gösteren canlı yaşam örnekleri ile yön levhaları dir... Garib dirler, garip yaşar lar, Garipler tarafından bilinirler ..