Şule Yüksel Şenler'in 'İdeal Gençlik' mefkûresi

Ve böyle bir devirde yaşama mazhariyetine erişmiş, bugünkülerin mutlu diye bahsettikleri bahtiyar ve mesud bir gençlik... Ben, elimde olmadan hayatım boyunca kıskanıp durmuşumdur bu bahtiyar gençliği... Yani gençliğini.

Şule Yüksel Şenler'in 'İdeal Gençlik' mefkûresi

Ve böyle bir devirde yaşama mazhariyetine erişmiş, bugünkülerin mutlu diye bahsettikleri bahtiyar ve mesud bir gençlik... Ben, elimde olmadan hayatım boyunca kıskanıp durmuşumdur bu bahtiyar gençliği... Yani gençliğini.

Bugün canlı birer tarih gibi aramızda yaşayan ak pak saçlı, iyice yaşlanmış malûmatlı büyüklerimi­zin bazılarının dillerinden dinle­mişim, dinlemişimdir de dünkü gençliğin vasıflarını, inanmamı­şımdır bir türlü anlatılanlara...

Fakat dünkü gençliği görmüş ve bizatihi dünkü gençliğin için­den kopup gelmiş bu muhterem zatların hepsi de hiçbir tereddüt ve şüpheye mahal bırakmaya­cak şekilde aynı hakikatleri dile getirmekte, aynı gerçekleri ifade etmekteydiler.

Ve bunun içindir ki ideal gençlik denildi mi, benim aklıma dünün gençliği gelir. Zira bütün yüksek vasıfları üzerinde topla­mıştır bu gençlik... Her şeyden evvel genç, gençliğini bilir, yaşlı ve tecrübeli büyüklerinin işlerine burnunu sokmaya kalkışamazdı o devirlerde…

Dünün gençleri umu­miyetle anneye ve babaya saygı duyarlar, onlara karşı son derece itaatli davranır­lar, hocalarına karşı korkuyla karışık bir hür­met beslerler, büyüklerinin karşısında edebe aykırı en ufak bir hareket­ten dahi kaçınırlardı. Esasen bu gençlerin edebe aykırı hemen hemen hiçbir hareketleri yoktu denilebilir...

Nasıl olsundu ki?

Edep ve ahlâkı âdeta bir ilim olarak tahsil etmektey­diler bu gençler.

Kahvehane vesair havaiyata1 meylettirecek yerlerde bir tek gence rastlamak kabil olmazdı... Gençler gündüzleri ciddiyetle derslerine çalışırlar, geceleri ise yaşlı ve malûmatlı zatların bir araya geldikleri evlerde sohbet toplantılarına, ilim meclislerine katılırlardı. Ağırlık merkezini İslâmî ve imanî meselelerin teşkil ettiği bu meclislerde tarihî, felsefî, iktisadî ve çeşitli içtimaî mevzula­rın yanında şiir ve musiki ­leri de yer alır, edebiyat ve sanatayüksek bir değer verilirdi...

Bugün içlerinde devlet adam­ları, âlimler, şairler, edipler ve bestekârların da bulunduğu tari­he mal olmuş büyük şahsiyetlerin hepsi işte bu ilim meclislerinin kıymettar meyveleridir.

O zamanın tahsil görmemiş kabadayı gençlerinde bile bir baş­ka asalet mevcuttu... Bu kabadayı gençler, mahallelerinin namus ve asayiş inzibatlarıydı âdeta... Komşu kızına veya hanımına yan gözle bakmayı en büyük alçaklık olarak gören bu dürüst ve mert kabadayılar, böyle bir harekete kendileri asla tevessül etmedikleri gibi, başkalarının da tevessülüne imkân vermezler, icap ederse mahallenin namusu uğruna seve seve hayatlarını verirlerdi.

Hâsılı dinine, maneviyatına, vatanına ve milletine sıdk ile bağlı, dindar, vatanperver, örf, âdet ve ananelerine son derece riayetkâr, edepli, terbiyeli, fazilet­li, manevi değerlere karşı saygılı, yüksek seciyye ve ahlâk sahibi, çalışkan, asil ve nezih bir gençlikti dünün gençliği...

Tek kelime ile ifade etmek icap ederse evet; ideal gençlik!

Bugün bu gençliği anlatanları, âdeta tatlı bir hikâye, renkli, ef­sunlayıcı bir masal dinliyormuş­çasına dinliyorum...

Güngörmüş, tarih yaşamış, dünün gençliği içinde gençliğini sürdürmüş bir büyüğümü gör­düm mü, aynen küçük çocukların bir masalı kırkıncı defa dinleyiş­lerinden sonra kırk birincisini dinlemek için “bir daha anlat” diye yalvarma huylarına benzer bir heyecan içinde, aynı şeyleri bir daha, bir daha anlattırmaktan zevk duyar ve her seferinde de âdeta yeni dinliyormuşçasına de­rin bir hayranlık ve heyecan dal­gasının içinde bulurum kendimi.

Evet, dünün gençliğine dair dinlediklerim, gerçekten birmasal gibi gelir bana. Ve her an­latılışında, başına bütün masal­larda âdet olan “Bir varmış, bir yokmuş” sözünü konduruveririm kendiliğimden.

Zira dünün gençliği, bu asil ideal gençlik bugün ancak “Bir varmış, bir yokmuş” diye anlatı­lan tatlı bir masaldır dillerde...

Ya bugün?..

Şimdi bir de bütün hâl ve hareketleri ile el’an gözlerimizin önünde bulunan bugünkü gençli­ğimizin hâl-i hazırdaki durumuna kısaca göz gezdirelim.

Bugün anneye ve babaya saygılı, itaatli ve hürmetli olan gençlerin sayısı yok denecek kadar azdır... Gençlerin bir kısmı, babasına “moruk”, annesine “ko­cakarı” diye hitap etmekte. Diğer bir kısmı ise bu derece ileri gitme­mekle beraber velinimeti olan anne ve babasının hemen hiçbir sözüne itaat etmemekte, hatta çok zaman onlara âsi gelmektedirler.

Bugünkü gençlerde öğret­men korkusu diye bir şey yoktur. Hocalara saygısızca biçimsiz adlar takmak ve bu adlarla onları alaya almak, daha orta mektep sırala­rından başlar.

Lisede küstahlık derecelerine yükselen ve talebelerin dilinde “matrak geçme”, “gırgıra alma” şeklinde tabir edilen bu, öğret­menlerle alay meselesi, en yüksek tahsil kademesi olan üniversite­lerde had safhasına ulaşır.

Artık gençler, öğretmenleriyle matrak geçmek, onları gırgıra almaktan başka, şimdi hocalarını rahatlıkla yuhalamakta, onları başına gözüne domates, çürük yumurta, taş ve sopalar fırlatarak kovalamakta, hatta üniversitenin içinde kıstırıp hapsedebilmekte, dövebilmekte, daha da ileri gide­rek (Teknik Üniversite Rektörü Saffet Müftüoğlu’na yapıldığı gibi) bir bıçak darbesiyle öldüre­bilmektedir de.

Anlayacağınız, tahsil kademe­leri yükseldikçe gençlerin kültür, terbiye, edep ve ahlâkları da buna muvazi2 olarak yükseleceği yerde, tamamen aksi bir tecelli ile gençlik, tahsil kademelerinin ba­samaklarında yükseldiği nispetçe cehalet, terbiyesizlik, edepsizlik, anarşi ve küstahlık da ilerlemek­tedir.

Ki bu da bize, bugünkü maarif sisteminin gençliği ilim, terbiye ve ahlâk yerine ne derece küstah­lık, kötü ahlâk ve çirkin terbiyeye sahip kıldığını göstermektedir…

Bugün artık üniversite gençli­ği denilince, ister istemez eli taşlı, sopalı vahşi bir ilk çağ insanı, bir cebinde tabanca, kama, diğerinde Molotof kokteyli denilen patlayıcı bomba bulunan azılı bir haydut tipi canlanıyor insanın gözünde…

Hele bir de ana avrat küfre­den, hocaya, dekana yuh çeken, hocasına, rektörüne bıçak salla­yan, kendi okuduğu okula kırk haramiler gibi baskın yapan bu gözü dönmüş, işgalci, boykotçu ve astığı astık, kestiği kestik şıma­rık ve küstah kişilerin bir gün istikbalde bu milletin idarecileri olacağını, bu milletin kaderi­ni ellerinde bulunduracağını düşününce kanınızın beyninize sıçradığını hissedersiniz.

Ne var ki bütün bu uygunsuz davranış ve hareketlerine rağmen bugünkü gençliği, bu davranış ve hareketlerinden dolayı fazla suçlu görmemek lâzım. Zira malûmdu

ki bir ağaca hangi meyvenin aşısı yapılırsa, ağaç o meyveyi verir... Şu halde gençlik­ten, verilen aşının aksine bir netice beklemek de hakkı­mız değildir...

Bize bugün masal gibi gelen dünkü asil gençlik, acaba sahip bulunduğu yüksek vasıflara neyle ulaşmıştı? Acaba o devirde de gençler bugünkü şart­lar altında yetişselerdi o kıymetli ve yüksek vasıflara erişebilirler miydi?

Elbette heyhat!

Gençliğin, gençlik olarak “ideal gençlik” vasfına haiz olduğu günlerde, okullarda ehil, hocalar tarafından verilen köklü din derslerinin yanında, hususi surette ahlâk ve terbiye dersleri de verilmekteydi. Dinin insan ahlâk ve karakteri üzerinde en yapıcı tesir kaynağı olduğu inkârı kabil olmayan bir hakikattir...

İşte dünün maarifçileri, bu hakikati bir prensip olarak kabul etmişler ve gençliği daha pek küçük yaştan itibaren diğer derslerin yanında sıkı bir dini eğitime tâbi tutmuşlardı. Ve işte bundan dolayıdır ki dünün genç­liği yüksek ahlâk, karakter, ilim, edep ve terbiyeye sahip ideal bir gençlikti...

Bugünkü maarif sisteminde ise okullarda din derslerine en küçük bir değer verilmemekte, hatta halkın direnmesi olmasa esasen son derece kifayetsiz ve gayr-i mecburi olan din dersle­ri dahi tedrisattan kaldırılmak istenmektedir.

Halkın ve dine, maneviyata susamış gençliğin haklı feryat ve tazyikleri karşısında son seneler­de liselere konulan din dersleri de istenilenin zıddına mecburi olmadığından ve ehil hocalar tarafından okutulmadığından, görüldüğü gibi hiçbir müspet ne­ticeye medar olamamaktadır.

Bütün bu hakikatler bize gös­termektedir ki dininden bihaber bir nesil ve hırçın, haşarı, küstah; terbiye, edep ve ahlâk kaidelerini hiçe sayan bir gençlik yetiştiren böylesine sakat bir maarif sistemi karşısında zavallı ve biçare genç­liğimiz, kendi acı kaderi ile baş başa kalmak zaruretindedir.

İşte bu zarurettir ki gençliği, nihayet kendi derdinin çaresine bakmak mecburiyetine sevk etmiş ve nitekim maneviyat ihtiyacı içinde bunalmış, elem ve ızdırap içinde kıvranan biçare gençliği­miz, bugün görülmemiş bir azim ve hamle ile kendi kurtuluş yolla­rını, kendisi aramaya çıkmıştır.

Mecburiyetler, birçok hayırla­rın doğumuna vesiledir...

Gençlik de nihayet mecburi­yetlere kafa tutmasını bilmiş ve çekilen doğum sancıları bir anda sona ermiştir. Yeni doğan gürbüz, sıhhatli ve imanlı bir yeni nesle en münasip isim olarak “ideal gençlik” ismi verildi.

Bu yeni doğan ve fakat doğ­masıyla birlikte bir anda gelişen, palazlaşan imanlı gençlik, artık kendisine lazım olanı kendisi arıyor, buluyor, hakikatleri öğrenmek ve muhtaç olan­lara da öğret­mek gayesiyle yılmadan çalı­şıyor, çırpını­yor, kendisine faydalı olacak dini eserle­ri ve mukaddesatçı gazeteleri okuyor, okutuyor ve hâsılı “ideal gençlik” ismine layık olabilmek için elinden gelen bütün imkân­ları âdeta insanüstü bir gayretle kullanıyor.

İdeal gençlik, bugün milleti­mizin yegâne ümit kaynağıdır.

Bu vatan, onunla kurtulacak­tır...

Bu milletin yüzünü güldüre­cek olan odur. Şanlı milletimizi, yerli düşmanların istilasından o kurtaracaktır.

O, gençliğin ızdırabını dindi­recek, ona yepyeni, ışıklı ve nurlu bir hayat hazırlayacaktır.

Bugünün teminatı, yarının garantisi odur.

Seher vakti, bizlere böyle bir gençliğin sesini duyurmak gibi büyük bir hizmet duygusuyla ne­şir hayatına atılmakla şüphesiz bu gençliğin büyük sevgi ve mazhari­yetini kazanacaktır.

Seher vakti’nde ideal gençliği görmek, ideal gençlikte ise Seher Vakti’nin sevgi ve muhabbetini müşahede etmek en büyük dileğimizdir.

Seher Vakti neşir ve hizmet hayatında Cenab-ı Erhamurra­himinden üstün muvaffakiyetler niyaz eder, en iyi dilekler ve sonsuz ümitlerimle şahsında ideal gençliği selamlarım.

Şule Yüksel Şenler’in Seher Vakti Dergisi’ndeki 15 Kasım 1969 tarihli yazısı


Dipnot:

1 Havadan sudan sözler, ciddi bir değer taşımayan işler

2 Aynı nitelik ve özelliklere sahip olan, benzer, denk, eş

YORUM EKLE