Varoluşundan itibaren iyi hissediyor olmayı anlamlandırmaya gayret eden insan, temelde sağlıklı bir ruh hâline sahip olma ve işlevsel bir eylem döngüsüyle hareket etmeyi hedeflemektedir. Postmodern dönemde salt klinik bulgulardan sıyrılarak insan doğasının önemini vurgulamak suretiyle öne çıkan pozitif psikoloji akımı, kişinin ulaşmak istediği doruk noktasını ‘psikolojik iyi oluş’ olarak nitelemekte ve bu durumu bireyin öz benliği ile barışarak yaşamla uyum hâlinde ilerleyebilme yeteneği olarak kabul etmektedir. Bu itibarla insanın sınırlarını fark etmesi ve güçlü yönlerini keşfederek hareket etmesi, özüne dair farkındalığın kapılarını aralayan etmenlerin önde gelenleri arasında yer almaktadır.
Psikolojik iyi oluş, insanı bütüncül bakış açısıyla inceleyerek çok yönlü bir hayat tarzını vurgulamaktadır. Kişinin geçmişinin geleceğine söylediklerinin, dış dünya ile kurduğu ilişkilerinin, sosyal örüntülerinin keyfiyetinin ve hayata dair anlamlandırmalarının psikolojik karşılıklarının ele alındığı bu tarz; insanın olumlu tarafına odaklanmayı benimsemekte olup varoluşsal dengeye erişilmesinin altını çizmektedir. Öte yandan psikolojik iyi oluş hâli, yalnızca ruhsal bir hastalığa sahip olmamaktan ziyade yaşamdan doyum elde etme, kendini yeterli hissetme, karar alma noktasında iradî davranabilme ve bireyin varlığından hoşnutluk sahibi olması gibi deruni hususları barındırmaktadır. Kavrama 1940’lı yıllarda atfedilen manasının “herhangi bir hastalık belirtisi barındırmamak” tanımının, sonraki yıllarda esaslı bir paradigmasal değişim geçirerek “kişinin fiziksel, duygusal, bilişsel ve sosyal olarak tam anlamıyla sağlıklı/iyi hissetmesi hâli” olarak yenilenmesi, bütüncül bir yaklaşımın daha makul görüldüğünü ortaya koymaktadır. Özünü bilme yolculuğuna yaşamı boyunca karşılaştığı zorluklardan beslenerek devam eden insanın kendini keşfetmesiyle başlayan hikâyesi, potansiyelini fark etmesinin akabinde hayata dair beklentilerine kulak vererek içgörü kabiliyeti edinmesinden geçmektedir.
Peki ama nasıl?
Psikolojik iyi oluşa dair en kapsamlı modellerden birini sunan psikolog Carol Ryff, bireyin işlevsel bir hayat sürebilmesi için altı özellik sahibi olması gerektiğini öne sürmektedir. Bunlardan ilki kişinin kendini hatalarıyla, eksikleriyle, zaaflarıyla kabul etmesinden geçmektedir. Zira kendini kabul etme eşiği yüksek olan insan, özsaygısını, öz şefkatini ve özgüvenini geliştirerek noksanlıklarını tamamlayabilecektir. İkinci madde insanlar arası doyurucu bir iletişime işaret etmekte olup başkalarıyla sağlıklı ve istikrarlı etkileşimde bulunan insanların yaşam kalitelerinin yükseldiği düşünülmektedir. İyi hissetmenin formülü olarak zikredilen bir diğer bir nitelik, özerk karar verebilme gücüdür. Öyle ki yüksek bir otonomiye sahip olan birey, sosyal baskıdan arınabilme, eleştirileri olumluya çevirebilme, fikir özgürlüğünü deneyimleyebilme gibi noktalarda kendi değer yargılarıyla hareket edebilmekte ve de prensiplerine uygun yaşam sürebilmektedir. Dördüncü madde ise özellikle hümanist düşünürler tarafından sıklıkla vurgulanan, yaşama dair bir amaç edinmektir.
Zira belli bir hedef doğrultusunda ilerlemeyen insan geçmişe takılı, geleceğe inançsız, şimdiye dargın yaşamaktadır. Bu çıkarımların yanı sıra Ryff’e göre bir diğer önemli kilit nokta ise gelişime açık olmaktır. Kişisel gelişimin zayıf olduğu hususlarda bireylerin sınırları keskindir, yeni tutum ve davranış geliştirmek zorlayıcı olduğu kadar zaman zaman sıkılmışlık hissi de uyandırabilmektedir. Gelişime önem vermenin bir diğer müspet tarafı da kişinin eksiklerini fark ederek tabiri caizse oyunda kalmaya devam etmesidir zira esas yaşlılık, öğrenme sona erdiğinde kendini gösterir. Altıncı ve son öneri maddesi zorluklarla mücadele edebilme yetisi kazanmaktır. Burada esas maksat herhangi bir güçlükle karşılaşıldığında mutlak biçimde devrilmemek değil, düştüğü yerden tutunarak yeniden filizlenebilmektir.
İyi hissetmenin kaynağına dair
Gerek bireysel gerekse toplumsal düzeyde etkileri gözlenen iyi hissetmenin beslendiği birtakım içsel motivatörler bulunmaktadır. Şükran duyma, anı yaşama, azimli olma, çaba gösterme, entelektüel birikim kazanma gibi emosyonel ve bilişsel edinimlerin yanı sıra kişinin özünü destekleyici kaynaklar arasında inanç olgusu da köklü bir yer sahibidir. Kişinin varlığına ve âlemle ilişkisine dair benimsediği inanç sistemlerinin en önemlisi dindir. Psikolog G. Allport’a göre bireyin din anlayışı, fiziksel ve zihinsel sağlığını büyük ölçüde etkilemektedir. Hayata dair benimsenen temel kabuller arasında köklü bir yere sahip olan din, iyi hissetme hâlinin mühim yapı taşlarından biridir. Bu bağlamda bireylerin hayatlarını din gibi büyük ölçüde şekillendiren unsurların, doğrudan doğruya iyi oluş hâlleri arasındaki pozitif korelasyon göz ardı edilmemelidir. Hülasa iyi oluş hâli yalnızca fiziksel sağlamlıktan ibaret olmamakla birlikte kişinin zihinsel, sosyal, duygusal, biyolojik hatta kelamî birçok yönünden etkilenerek bütüncül bir yapıda kendini göstermektedir. İyi hissetmenin şahane hafifliği adını verdiğim bu anahtar, insanın kendi özünü bulma serüveninde ona eşlik edecek ipuçlarından oluşmakta ve de modern insanın omuzlarına yüklenen kasvetli kimliklerin hafiflemesini vadetmektedir.
Şifa vesilesi olması umuduyla…