Boynuz kulağı geçmeli: Türk mimarisinde usta-çırak ilişkisi

Sanatı ileriye taşıyan, çırağın bilgisinin üzerine geliştirdiği fikir ve eylemlerdir. Bu sebeple ustanın vizyonu ne kadar genişse, çırağın kazancı o kadar fazla olur. Boynuz kulağı geçer/geçmeli. Ancak bu şekilde bir gelişimden söz edebiliriz. Banu Beyza Er yazdı.

Boynuz kulağı geçmeli: Türk mimarisinde usta-çırak ilişkisi

Usta-çırak ilişkisinde eğitim, uygulamalı olarak kademe kademe elde edilen bir öğrenme biçimidir. Bu teknikte çırak, ustayı taklit ederek yetişmez/yetişmemelidir. Çırak yöntem, teknik ve detay bilgisini uygularken beceri kazanır. Ortaya çıkabilecek sorunları çözmeyi öğrenir ve püf noktalarını belleğine kaydeder. Sanatı ileriye taşıyan çırağın bilgisinin üzerine geliştirdiği fikir ve eylemlerdir. Bu sebeple ustanın vizyonu ne kadar genişse, çırağın kazancı o kadar fazla olur. Boynuz kulağı geçer/geçmeli. Ancak bu şekilde bir gelişimden söz edebiliriz.

Örneğin Kübizm öncülüğünde ilerleyerek bu akımı doruklara çıkaran Pablo Picasso, güzel sanatlar akademisinde aldığı eğitim üzerine yorumunu katarak sanatını oluşturmuştur. Sanatçının Klasisizm sanatında da önemli eserleri vardır.

Geleneksel sanatlarda kullanılan bu metodun mimarlık dalında da önemli bir yeri vardır. Çünkü imar etmek yalnızca okuyarak değil, deneyimlenerek öğrenilmesi gereken bir sahadır. Günümüzde mimarlık fakültelerinde uygulanan stüdyo dersleri ile hocayla birebir muhatap olarak proje kritik edilir; teşekkül ile tekâmüle erer.

Mimaride tekâmül

Osmanlı’da “Hassa” kelimesi saraya ve padişaha bağlı anlamında kullanılırdı. Yapılacak olan eserlerin tasarım, proje ve inşaatı, mevcut eserlerin bakım ve onarım işleri Hassa Mimarlar Ocağı tarafından yapılırdı. Yeniçeri Ocağı, saray sanatçıları ve dışarıdaki gençler sınanır ve belli aşamalardan geçtikten sonra ocağa alınırdı. Burada hem teorik dersler alır, hem de uygulama içinde bulunarak tecrübe kazanırlardı.

Günümüzdeki güzel sanatlar akademisini 16. yüzyılda Gülhane Parkı’nda kurulan atölyeler oluşturmaktaydı. Topkapı Sarayı Has Bahçesi’nde mimarlık, sedefkârlık, hendese, musiki vb. dersler veren çeşitli atölyeler bulunurdu. Hatta bazı dönemlerde açık havada takım halinde eğitimler yapılırdı.

Hassa Mimarlar Ocağı’na okul özelliğini kazandıran bilhassa Mimar Sinan’dır. Mühendislik yönünün de güçlü olduğu bilinen Sinan, Süleymaniye Medreselerinde geometri dersleri verirdi. Mimari bilgisi, yapı malzemesi ve teknolojisi tecrübesiyle döneminin mimarlık-mühendislik okulunu oluşturmuştu.

Mimar Davut, Dalgıç Ahmet Çavuş, Mimar Mustafa Ağa, Mimar Süleyman Ağa, Mimar Kara Şaban Ağa, Mimar Hayreddin Ağa, Muslihiddin Ağa ve Mimar Hüseyin Ağa Mimar Sinan’ın talebeleri olan yetenekli mimarlardır. İsimleri yaygın olmasa da ortaya koydukları eserler kalıcı izler bırakmıştır.

Mimarbaşı Sedefkâr Mehmet Ağa

Rumeli’den devşirme olarak getirtilen Mehmet, bir yıl bahçe bekçiliği yapmıştır. Ardından has bahçeye girmiş, müziğe heves ederek bir yıla yakın müzik dersi almıştır. Fakat gördüğü bir rüyadan dolayı üzerine eğildiği musikiden vazgeçmiştir. Sedefkârlık atölyesinde dinlediği bir hendese dersi onun hayat çizgisini değiştirmiştir. Bu dersten sonra mimarlık ve sedefkârlık alanına yönelen Mehmet, sedefkârlık halifesi Üstad Mehmet tarafından başarılı görülerek eğitimlere başlatılmıştır.

Mimar Sinan, Üstad Mehmet ve devrin büyük mimarları yanında yirmi yıla yakın yetişmiş ve çalışmıştır. Mimar Sinan Mehmet Ağa ile oldukça ilgilidir. Onu III. Murat’a bir rahle işlemesi için teşvik eder. Geometrik şekiller kullanarak işlediği rahleyi padişaha hediye eder ve sarayın kapıcıbaşılığına terfi edilerek ödüllendirilir. Bu olay ona mimarbaşılık yolunu açan önemli bir fırsattır.

Birçok eseri olan Mehmet Ağa’nın en bilinen eseri 17. yüzyılın şaheseri kabul edilen Sultan Ahmet Külliyesi’dir. Çini, kalem işleri, taş işçiliği gibi sanatlarla hayranlık uyandıran eserde, kapı, pencere ve dolap kapaklarındaki sedefkâri süsleme elamanlarını bizzat kendisi yapmıştır.

Mimar Hayreddin Paşa

Eser bir ülkenin kimliğidir. Medeniyetin sembolüdür. Şehre baktığımızda gördüğümüz manzara toplumun ruhunu yansıtır. Bazen de ortaya öyle bir eser koyarsınız ki şehre ismini verir: Mostar. Boşnakça’da “Most” köprü, “Stari Most” eski köprü, “Mastar” ise köprü tutan anlamına gelmektedir. Avrupalı seyyahlar “Taştan dondurulmuş bir hilal” diye aktarırken, Âşık Çelebi “Kudret Kemeri” olarak adlandırır bu eseri. Evliya Çelebi ise “Kavs-i Kuzah” yani gökkuşağı olarak tanımlar. Bu eserin sahibi, hakkında çok fazla bilgiye sahip olmadığımız Mimar Sinan’ın talebesi olan Mimar Hayreddin Paşa’dır.

Evliya Çelebi Seyahatname'de Mostar Köprüsü'nü Mimar Sinan'ın inşa ettiğini yazsa da Ahmet Refik Altınay'ın yayınladığı bir belge sayesinde köprüyü Mimar Hayreddin Paşa’nın yaptığını öğreniyoruz. Bu belgede Bosna’da inşası tasarlanan kale yapımı için bir mimar istenmekte olup Davut Ağa vasıtasıyla Mimar Sinan’a mektup gönderiliyor. Cevaben geçen ifadede “…Ferman olunan kale binası için mimar lazım olup ve bundan akdem Mostar Köprüsü'nü bina eden Hayreddin için bina ilminde mehareti olup…” yazmaktadır.

Rivayete göre halk Neretva Nehri’nden geçerken zorlandıkları için bir köprü olsun istemiş ve bu istekleri İstanbul’a ulaşmış. Kanuni Sultan Süleyman’ın fermanı ve Mimar Sinan’ın tavsiyesiyle işin başına geçirilen Mimar Hayreddin, sağlam olması için şehre 14 kilometre uzaktaki bir ocaktan suyla buluşunca garip kıvama gelen kuvvetli topraklar getirmiş. 456 kalıp taş kullanılan köprüde Allah’ın 99 ismine işaret eden 99 merdiven koyulmuş.

Tamamlanması dokuz yıl süren köprüde olası tüm taşma ve kabarmaları hesap edercesine kilit taşı alt kotunu 58.77 olarak belirlemiştir.1986 yılında Ağa Han Dünya Mimarlık ödülünü alan aynı zamanda “UNESCO Dünya Mirası” Listesi’nde yer alan Mostar Köprüsü, 1993 yılında savaş nedeniyle yıkılsa da orijinaline sadık kalınarak tekrar inşa edilmiştir.

Banu Beyza Er

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi-MİMARLIK

YORUM EKLE