Üsküdar, Yahya Kemal’in ifadesiyle feth-i İstanbul’un rüyasını gören şehirdir. Fethin rüyasını görmek nasip işidir. Neticede fetih nebevî bir müjdedir. Yahya Kemal bunu Üsküdar’a yakıştırır. Yine Yahya Kemal Üsküdar’ın ışıklarını dost olarak bilir ve görür. Tutamadığı oruçların verdiği elemi, Atik-Valde’ye inen sokakta dolaşırken yüreğinde hisseder. Üsküdar Kâbe toprağıdır, eskilerin tabiriyle. Ayrılık Çeşmesi’ne kadar uğurlanır hacca gidenler…
Tarihimiz ve kültürümüzde Üsküdar için nice yazılar, makaleler yazılmış, şiirler söylenmiş, şarkılar ve türküler yakılmıştır. Üsküdar maneviyat dolu bir şehirdir. Ali Haydar Haksal’ın tabiriyle bir ruh denizidir; Selim İleri’nin ifadesiyle kadınların saltanat sürdüğü bir şehirdir. O yüzden naiftir Üsküdar.
Üsküdar’ı Üsküdar yapan en önemli özellik, burada yaşamış, ölmüş ve orada medfun olan maneviyat yolunun büyükleridir. İşte Aziz Mahmud Hüdayi, Şeyh Mustafa Devatî, Karaca Ahmet Sultan, şair Nabi, Şeyh Cemaleddin-i Kumukî, velî-siret Gülnuş Emetullah Sultan, Süleyman Hilmi Tunahan ve Karaca Ahmet Mezarlığı’ndaki nice büyükler…
“Nasuhî Gülü” nedir?
Üsküdar’ı Üsküdar yapanlardan biri de Şeyh Mehmed Nasuhî Efendi’dir. O, Üsküdar’da doğmuş, büyümüş, ilim irfan yolculuğuna Üsküdar’dan çıkmış, Üsküdar’da Karabaş-ı Veli’ye intisap ederek seyrü sülukunu tamamlamış ve halife olarak Mudurnu’ya gönderilmiş, bir müddet şeyhinin sürgün gittiği Limni’de bulunmuş, orada Niyazî-i Mısrî ile tanışmış, şeyhinin vefatından sonra yeniden Üsküdar’a gelmiştir. Ardından Kastamonu’ya sürgün gönderilmiş ve Üsküdar’da vefat etmiştir. Doğancılar Yokuşu’nun manevi bekçisi, Üsküdar’ın gülüdür o. Gülüdür diyoruz, zira Nasuhi Efendi tekkesinin bahçesinde gül yetiştirmiş ve yetiştirdiği güller kendi adıyla “Nasuhi Gülü” olarak anılmıştır.
Şeyh Mehmed Nasuhi Efendi (1648-1718) tasavvuf tarihinin en yaygın tarikatlarından biri olan Halvetilik’in kollarından Şa’bânilik’in şubesi Karabaşîlik’e mensuptur. Hazret, Karabaş-ı Velî, İsmail Kudsî Çorumî, Ömer Fuâdî vasıtasıyla Şeyh Şabân-ı Velî’ye bağlanır. Nasuhi Efendi’nin tarikat usûl ve âdâbı, daha sonra kendisine nisbetle Nasuhiyye/Nasuhîlik diye adlandırılmıştır. Böylece Halvetilik daha da dallanmış ve budaklanmış, Anadolu coğrafyasına kök salmıştır.
Hazret ilim ve irşat vazifesi görmüş ve bunun yanında tasavvufî risaleler telif etmiştir. Henüz bütün eserleri gün yüzüne çıkartılmamış olan Nasuhi Efendi’nin hakkındaki ilk çalışma, Kemal Edip Kürkçüoğlu tarafından Şeyh Muhammed Nasuhi Hayatı, Eserleri, Divanı, Mektupları adıyla yapılmıştır. Hazretin yeni bir eseri, Üsküdar merkezli bir yayınevi olan ve Halvetilik-Şa’banîlik kültürünü ortaya çıkarmak için çaba gösteren H Yayınları tarafından gün yüzüne çıkarıldı. Risaletü’r-Rüşdiyye adını taşıyan eser yayınevi tarafından Tasavvuf Eğitiminde Nefs, Tevhid, Zat adıyla basıldı. Mustafa Tatcı ve Musa Yıldız tarafından hazırlanan eser, bir âdâb kitabı. Yani dervişlerin bağlandıkları ve yolcusu oldukları yolda nasıl hareket edeceklerini anlatan bir eser. Bu tarz eserlere sülukname, tarikatname, âdâb-ı tarik, usûl-i tarik, mi’yar-ı tarik, kavaid-i tarik gibi isimler de verilmiştir.
Tasavvuf Eğitiminde Nefs, Tevhid, Zat adlı eser, Nasuhi Efendi’nin, halifelerinden Fahreddin Efendi’nin sorularından yola çıkarak kaleme aldığı bir risaledir. Risale, Nasuhi Efendi’nin tarikat usûl ve âdâbını anlatması bakımından önemlidir. Tarikatın şeriatı anlamına gelen tarikat usûl ve âdâbı, müridin uyması gereken ve marifetullah yolunda kendisine ışık olup önünü, ardını aydınlatacak birer kandil mesabesindeki kurallar bütünüdür. İşte Nasuhi Efendi hilafet verdiği müritlerinden Fahreddin Efendi’ye seyru sülukun nasıl olacağını Risaletü’r-Rüşdiyye fi Tarikati’l-Ahmediyye adını verdiği bu kısa mektupvari eserinde dile getirmiştir.
Nasuhîlik’in Âdâb Risalesi
Eser, bir mektup değil. Ancak halife Fahreddin Efendi’nin merak edip sorduğu sorulara Nasuhi Efendi’nin verdiği cevaplardan oluştuğundan ve ilk muhatabı da Fahreddin Efendi olduğundan eser mektup kabul edilebilir. Zira metin içinde hazret, “Fahri” diyerek Fahreddin Efendi’ye hitap etmektedir. Bizzat Nasuhi Efendi’nin ifadesiyle eser, bir mukaddime, üç fasıl ve bir hatimeden meydana gelmiştir. Mukaddime bölümünde, nebi, veli, nebi-veli münasebeti, bey’at (intisap), zikir, halvet, sükût, oruç, uykuyu terk, tövbe, taharet, doğruluk, tecrit gibi konulara değinilmektedir. Ki bu konular âdâb kitaplarının ana başlıklarıdır. İşin ilginç tarafı Nasuhi Efendi eserinin/risalenin mukaddime bölümünde bu meseleleri Fahreddin Efendi şahsında cümle ihvana izah ederken, Hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden beyitler nakil yoluyla istifade etmektedir. Bu durum eseri daha bir kıymetlendirmektedir. Nasuhi Efendi’nin Mevlânâ ile bağı ve ilişkisi sadece bu eserle kayıtlı kalmamış, o Mevlânâ’nın bir kasidesini de şerh etmiştir. Şerh-i Kaside-i Mevlânâ adındaki bu risale henüz yazma halinde kütüphanelerdedir.
Kitap mukaddimeden sonra, nefsi bilme (marifet-i nefs) bölümünde nefis mertebelerini ve bu mertebelerdeki nefsin özelliklerini dile getirir ve bunu ayetler, hadislerle ve Mevlânâ’nın Mesnevi’sinden yaptığı beyit alıntılarıyla destekler. İkinci bölümde tevhidi ve tevhidin bölümleri olan, sıfatî tevhid, ef’âlî tevhid ve zatî tevhidi anlatır ve böylece vahdet-i vücud neş’esi terennüm ettiğini izhar eder. Tevhidi dile getirirken “hulul”, “ittihat” gibi anlayışların İslam’a aykırı olduğunu, bu iddia sahiplerinin de münkir olduğunu belirtir. Üçüncü bölüm ise ilahî nesebin bilinmesi başlığını taşır. Yani Zât’ın bilinmesi. Bu bölümde Zât eğitimini, Allah’ın selbî ve subutî sıfatlarını dile getirerek anlatır. Hazret bu son bölümü, “Ey Fahri! Sana söylediklerimi anladıysan, ilahî nesep hakkında sana sorulanları kavradın. Eğer anlamadıysan, bu konuyu açmak caiz değildir. Çünkü bu konu acayip ve ehli için kolay bir sırdır.” ifadeleriyle sonlandırır.
Sonuç bölümü vasiyet gibi
Sonuç/hatime bölümünde ise, nasihat ve öğütlerle Fahreddin Efendi’ye adeta vasiyet eder. Şeriat, tarikat ve marifet yollarındaki yankesicilerden bahseder. Şeyh olup posta oturup dervişleri irşat edecek kişide bulunması gereken on beş özelliğin neler olduğunu anlatır.
Hazretin bu esere benzer, aynı konuları ihtiva eden ve yine bir diğer halifesinin sorularına cevap niteliği taşıyan eserinin adı ise er-Risaletü’r-Rüşdiyye fi’t-Tarikati’l-Muhammediyye’dir. Hazret bu eseri de Mudurnulu Abdullah Rüşdi için kaleme almıştır.
Yazımı kitabın şu cümleleri, daha doğrusu Mehmed Nasuhi Efendi’nin Fahreddin Efendi’ye yaptığı şu tavsiyelerle bitirmek istiyorum: “Eğer vuslata erememişsen, mutasavvıfların kitaplarını okumamalısın ve onların kemâlâtlarını tefekkür etmemelisin. Bu sana zarar verir, fayda vermez. Sen Kitap ve Sünnet ahkâmıyla, ehlisünnetin gittiği yolu öğrenmelisin. Vuslata ermiş kâmil bir insanın, Allah’ın resulüne indirdiklerine ve Peygamberin Allah katından getirdiklerine inanması gerekir. Vuslata eren kişiden sadır olan kelimeler, elbette Kitap ve Sünnetle çelişmez. Ancak kusurlu kimseler, onları tam olarak anlayamaz.”
İsmail Demirel