Hz. Mevlânâ Efendimiz, şah eseri Mesnevi-i Şerif'i dolayısıyla bütün dünyaya mâl olmuş yüce bir velidir. Hayatı, eseri ve tesis ettiği Mevlevilik hakkında yüzyıllar boyunca birçok yayın yapıldı. Hz. Mevlânâ'yı, tarikatını ve yakınındaki zevat-ı kiramı anlatan ilk kitap, Hz. Pir'in müridlerinden Feridun İbn-i Ahmet Sipehsâlar tarafından telif edilmiş.
Feridun Sipehsâlar’ın eseri, Hazreti Mevlânâ’dan bizzat gördüklerini ve zamanında geçmiş olayları aktardığı için en sağlam belge olarak kabul edilir. Sipehsâlar Hazretleri, ataları gibi Selçuklu devletinin komutanlarındandır. Devrinde cesur, cömert, zarif, bilgili ve güzel ahlak sahibi değerli bir kimse olarak nam salmıştır. Gençliğinde Hz. Mevlânâ'nın peder-i muhteremi Sultan’ül Ülema Hazretleri’nin meclislerinde bulunurmuş.
Sipehsâlar babası öldükten sonra sultan Alaaddin Keykubat tarafından komutan tayin edilir. Savaşa gideceği zaman manevi yardımlarını dilemek için gidip elini öptüğünde Hz. Mevlânâ, savaşta olacak olayları kendisine bildirir, sonra aynen söylediği gibi olurmuş. Zaferle dönüp Hazreti Mevlânâ’nın ayaklarına yüz sürmeye geldiğinde Hazreti Mevlânâ seferdeki olayları bir bir kendisine anlatırmış.
Bundan sonra ahyar sancağını eline al
Mevlânâ Hazretleri bir gün kendisine; “Ey Feridun, bir müddet cihad-ı asgarın kumandanı oldun, bundan sonra da ahyar sancağını ele al, ebrar askerinin kumandanı ol!” buyurur. O da bu davete uyar ve Hz. Pir'e derviş olur. Yıllarca Hazreti Mevlânâ’ya hizmet eder ve mübarek nefeslerinin bereketine mazhar olur. Hz. Mevlânâ'nın ahirete irtihalinin ardından da müridlere çok yardımları dokunur, evliya âyini tertiplerinde hizmetlerde bulunur.
Çelebi Hüsameddin’in halifeliği zamanında, sema ayinine muarız olan inkârcılara karşı delillerle ayinin hak olduğunu savunur. Hiçbir kimse Mevlevî âyinine laf söylemeye cesaret edemez. Kendisinin bu gayretleri anıldığında, Çelebi Hüsameddin Hazretleri şöyle buyurur: “Elbette öyle olur; o her sabah iki meleğin hayır duasını almaktadır. Zira hadis-i şerifte buyurulmuştur ki Cenab-ı Hakk’ın iki meleği vardır; her gün sabah vaktinde ‘Yarab, Her infak edene dağıttıklarının karşılığını kat kat ver’ diye dua ederler.”
Sipehsâlar bunu duyunca çalışmalarının makbul olduğuna sevinerek bu haberi getirene mallarının hepsini verip yalnız kendisinin geçinmesine yetecek bir miktar alıkoyar ve dünya alakasından elini eteğini çeker. Hz. Mevlânâ'nın bizzat gördüğü ve işitip kesin olarak doğruluğuna emin olduğu hallerini ve kerametlerini toplamaya girişir. Sipehsalar Risalesi bu şekilde meydana gelir.
Senelerce Hz. Mevlânâ ile yaşamak saadetine eren Sipehsâlar, kitabında mürşidi Hz. Mevlânâ'nın ahlakını ve meşrebini de ele alır. Sipehsâlâr, Hazreti Mevlânâ'yı, Kur'ân-ı Kerim'in âyetlerini en güzel, en doğru şekilde açıklayan eşsiz varlık olarak anar.
Gerçekten de, Hazreti Mevlânâ'nın yeri geldikçe Mesnevi-i Şerif'te yaptığı tefsirler o güne kadar müfessirlerin bahsetmediği manalardan bahseder. Bu husus ariflerin en belirgin özelliğidir. Zira Kur'an-ı Kerim manalar ummanıdır. Bunun bir örneği Şeyh-i Ekber'dedir. Hazret bir gün attan düştüğünde, yerde bir süre durur. Kendisine yardımcı olmak isteyenlere bir süre beklemelerini emreder. O sırada attan düşeceğinin işaretini Kur'an-ı Kerim'de arar ve Fatiha suresinde bulur.
Senin adını ağzıma almaya kıyamadım
Sipehsâlar'ın sadık bendesi olduğu mürşidine olan muhabbeti şu ifadesinde tecessüm eder: “Ağzımı bin kere misk ile gül suyu ile yıkadım, temizledim, fakat hâlâ senin mübârek adını ağzıma almaya kıyamadım.”
Hz. Mevlânâ'nın, yüce vasıflarının bir çoğunu kendi gözleriyle müşahede etmiş Sipehsâlar. Anlattıklarının diğer kısmını ise güvendiği kaynaklardan duymuş. Duyduklarından gönlümde bulmadıklarını da eserine almamış. Gönülde bulamamak, gönle sinmemesi bugün çok kabul edilen şeyler olmasa da müminin gönlü en sağlam kaynaktır.
Sipehsalar, gerek gözüyle gördüklerini, gerekse gönül gözü ile idrak ettiklerinin tamamını aktaramayışından, “Ucu kesik kalem gibi noksan ve âciz olan dilimle nasıl açıklayabilirim? Çünkü her bilinen görülmez, her görülen söylenemez ve her söylenen de yazılamaz.” ifadeleriyle yakınır. Bu gibi ifade edemeyiş sorunları bazen müellifle alakalı, bazen de kitabı okuyacak olanların irfanlarıyla alakalıdır. Bir hazret hakkında bir yazı telif etmek için kalkıştığı halde, manevi engellerden ötürü, bir harf dahi yazamayanların örneği çoktur.
Gençliğinin ilk çağında Halep şehrinde tahsil-i ilim ederken, arkadaşları kendilerine güç gelen meseleyi, Hz. Mevlânâ'ya sorarlarmış. Hz. Mevlânâ da bu meselenin tahkiki hususunda farklı çözüm yolları yollar gösterirmiş. Bunları duyanlar, o anlaşılmaz gibi görünen konuyu anlama zevkinden ötürü heyecana kapılırlarmış. Bu çözümlerin tahsil ettikleri kitaplarda bulunmayışı da hayretlerini daha ziyade arttırırmış.
Sipehsalar, mürşidi Hazreti Mevlânâ'nın Arapça'nın künhüne vâkıf olduğunu ve Arap dilinin bütün inceliklerini ve lügatlerini bildiğini, bunun yanı sıra fıkıh, tefsir, hadis, aklî ve naklî ilimlerde de çağının başta gelenlerinden ve bütün fenlerde yüksek icâzet sahibi olduğunu ifade ediyor. Telif ettiği eserleri Hz. Mevlânâ'nın ne derece yüce bir âlim ve ârif olduğunun görebildiğimiz işaretleri. Yüce himmetleri ve şefaatleri üzerlerimize sayeban olsun.
Ahmed Sadreddin yazdı