Nasıl sığar koca deniz küçük bir pencereye?

Halil Cibran genellikle 'Ermiş' kitabı ile tanınır. Lâkin öyle bir kitabı vardır ki insanı cân evinden yakalar, sarıp sarmalar, zihinsel olarak nice seferlere çıkmaya zorlar. O da 'Gönül Sırları' kitabıdır. Büşra Burcu Arslan yazdı.

Nasıl sığar koca deniz küçük bir pencereye?

Halil Cibran, ruhu fırtınalarla yüklü kısacık ömrüne uzunca bir bilgeliği sığdırmış, Lübnan asıllı bir felsefeci, romancı, şair ve ressam. Orta ve Uzakdoğu’nun geleneksel öğretileriyle Batı düşüncesini karşılaştırmış, bireysel ve toplumsal olgulara çeşitli sentezler getirmiştir. Yapıtlarında şiirsel bir anlatım kullanır ve onun şiirlerini okurken bir hikâyenin içine çekilirsiniz. Doğa, toplum ve insanoğlu, onun eserlerinde bir bütün içinde ele alınır. Bilhassa doğa, eserlerindeki temel “Öğreten”dir; çünkü doğa, insanın öz kimliğini sembolize eder.

Halil Cibran genellikle “Ermiş” kitabı ile tanınır. Lâkin öyle bir kitabı vardır ki insanı cân evinden yakalar, sarıp sarmalar, zihinsel olarak nice seferlere çıkmaya zorlar. O da “Gönül Sırları” kitabıdır. Kitap, Anahtar Yayınevi’nden çıkıyor ve şu cümle ile başlıyor: “Gerçeğin ışığı insanın içinden doğar ve mutlu olup hayattan tat alması için gönül, sırlarını rûha açıklar.”

Peki, insanın içinde tezâhür eden sır neden rûha açıklanır da gayrıya değil? Ataullah İskenderi, “El-Hikemü’l Ataiyye” adlı eserinde, “İnsan, içindeki sırrın nûrlu kalmasına dikkat etmelidir.” der. O yüzdendir ki gönül, içinde zuhûr eden sırları yalnızca rûha açıklar; gayrıya açıklasa sırrı nûrlu kalmaz. Rûh ise sadece Allah’ın bildiğidir. Yani rûhun sırrı, tüm varlığa gölge, Allah’a âyân… Gönül ise Allah’ın evidir, büyüklerin kavli ile.

Hikmet ve bilgelik kokan bir şiir: “Sakin Ol Kalbim”

Kitabın başlığında dikkati çeken sırrın ne olduğuna gelirsek, işte o “sır”. Onu anlamak için Cibran ile aynı gökyüzünü paylaşmak, en azından o göğe yakın olmak gerekir. Cibran, gökyüzünün kapılarını aralarken sessiz çığlığı kendi göğünde donup kalandır. Kitaptaki tüm şiirler çok kıymetli ve dikkatli okunması gereken yapıtlardır. Özellikle “Kafile” şiirinin birçok dilde çevirisi yapılmıştır.

Yine hikmet ve bilgelik kokan bir diğer şiiri “Sakin Ol Kalbim”. Cibran, bu şiirde bir gemiyi anlatıyor; ama sıradan bir gemi değil. Aslında Cibran’ın sembol olarak kullandığı gemi, insanın ta kendisidir.

“Sakin ol kalbim, şafak sökene dek sakin ol.
Sakin ol, çünkü ölü şeylerin pis kokusuyla doludur uzay boşluğu ve bu yüzden içine çekemez senin nefesini.
Sakin ol kalbim ve kulak ver sesime.
Daha dün bir gemiye benziyordu düşüncelerim, denizin dalgaları arasında bir o yana bir bu yana sallanan ve rüzgârla beraber sahilden sahile sürüklenen.
İçi boştu gemimin, sadece yedi küçük şişe vardı, içleri yedi çeşit renkle, hem de gökkuşağının renkleriyle dolu.

Bıkmıştım denizin üzerinde oradan oraya sürüklenmekten ve bir ân geldi ki şöyle dedim kendi kendime: ‘Düşüncemin bu boş gemisiyle döneceğim doğduğum kente.’
Ve her iki yanını yedi renkle boyamaya başladım gemimin, dalgalar arasında seyrederken.
Aynen gün ışığı gibi parlıyordu renklerden sarısı, mavi de gökyüzüne benziyordu, kırmızı ise lalelere.

Sonra, insana keyif veren büyüleyici resimler çizdim gemimin yelkenleri ile dümenine,
Ve ermişlerin rüyalarına benzedi sonunda düşüncemin gemisi,
İki sonsuzluğun, deniz ile göğün arasını seyreden.

Kentteki tüm insanlar karşılamaya gelmişlerdi beni, gemim limana vardığında,
Sevinç çığlıklarıyla selamladılar ve kent merkezine kadar bana eşlik ettiler,
Tef ve ney çalıyorlardı bir yandan da,
Çünkü gemim gayet etkileyici gelmişti onlara.
Ama ne bir kimse bindi gemime aralarından,
Ne de fark eden oldu onun boş olduğunu.

O an şöyle düşündüm içimden:
“Aldattım mı acaba bu insanları, renk şişelerini getirmekle aklen ve kalben yanılgıya düşmelerine mi sebep oldum onların?”

Aradan bir yıl geçti ki tekrar bindim düşüncemin gemisine ve denize açıldım.
Doğunun adalarına uğradım, sarı, sabır, ıtır ve sandal ağacı dallarından topladım.
Güneyin adalarına uğradım, altın, zümrüt, yeşim ve diğer değerli taşlardan aldım.
Kuzeyin adalarına uğradım, ipekler, kadifeler ve diğer değerli kumaşlardan aldım.
Batının adalarına uğradım, zırh, mızrak ve kılıç gibi çeşitli silahlar aldım.
Böylece dünyanın pahalı ve garip şeyleriyle doldurdum gemimi,
Ve yine doğduğum kente doğru çevirdim rotasını, bir yandan da şöyle geçiriyordum içimden:

“Halkım beni övgüye değer bulup övgüler sunacak mı acaba,
Yine eşlik edecekler mi bana yol boyunca ney çalıp şarkılar söyleyerek?”

Fakat limana vardığımda, halkımdan hiç kimse karşılayıp selamlamadı beni.
Tek başıma yürüdüm kentin sokaklarında, ama insanlar beni görmezden geldiler.
Pazar yerlerine gidip konuşmaya çalıştım onlarla, dünyanın iyi ve güzel mallarından bahsederek.
Ancak alaycı gülümsemelerle baktılar yüzüme ve alaycı sözler sarfettiler,
Ve başlarını çevirdiler sonra da.
Rahatsız oldum, üzüldüm bu yaşananlar karşısında ve tekrar limana döndüm.

Gemimi görür görmez kesin bir şeyin farkına vardım, kente dönüş yolculuğum sırasında hiç önemsemediğim bir şeyin,
Gemi tıpkı bir iskelete benziyor şimdi,
Halbuki dünyanın en kıymetli hazineleri yüklü
Ancak hiçbirisi aldırış etmedi bu saklı hazineye,
Meğerse dış görünüşe önem veriyorlarmış.”

Şiirden anlaşılacağı üzere gemi, yedi renk ile boyalı iken saygı ve hürmet görüyor; çünkü göze hitap ediyor. Sonra Cibran, düşünce gemisini çok değerli mücevherler ile dolduruyor. Bir nev’i, fikir denizine dalıyor, sefer ediyor, bu tefekkür âleminde nice hazineler elde ediyor; ama bunları elde ederken düşünce gemisi hırpalanıyor. İçi hazine ile dolu, görünüşü ise yıkık virâne bir gemi ile memleketine geri geliyor, O’nu hiçbir karşılayan bulunmuyor. Sonunda Cibran diyor ki; “Meğer dış görünüşe önem veriyorlarmış”. Cibran aslında içinde yaşadığımız modern çağa sesleniyor. Tüm değerleri tükettiğimiz, dillerimizde ve gönüllerimizde yok ettiğimiz hazineleri anlatıyor.

Nasıl sığar koca bir deniz küçücük pencerelere?

Hayâli’nin bir beyiti vardır: “Hakk’ı biz bulduk deyu zannitmesin ashâb-ı kâl/ Cûylar kim deryâyâ vâsıl olunca hâmuş olurlar.” Yani dereler okyanusa varınca sessiz olurlar, gerisi kîl u kâldir. Ve kolay değildir bir sırrı taşımak, bir gökyüzünü taşımak, bir denizi taşımak. Nasıl sığar koca bir deniz küçücük pencerelere?

Gönül sırrı, kenarı işlemeli, nakkaş elinden geçmiş, belki acı çekmiş ama nihâyetinde dantellenmiş ve tütsülenmiş, yılların büyüsü üzerine sinmiş ipek mendillere sarılıdır, sandıklar içinde.

Cibran ise şiirin sonunda kendisini şöyle teskin eder:
“İşte kalbim şafak söküyor,
Konuş o halde, sahipsen hala kelimelerin gücüne.
İşte kalbim başlıyor sabahın geçit töreni.
Sabahı selamlayacak bir şarkı kattı mı peki gecenin suskunluğu senin derinliklerine?

Haydi kalk kalbim. Kalk ve harekete geç şafakla beraber.
Gece sona erdi çünkü. Ve gecenin korkuları son buldu kara düşleri ile birlikte.
Haydi kalk kalbim ve şarkılar söyle yüksek sesle
Çünkü ancak karanlığın çocuklarıdır, şarkılarıyla eşlik etmeyenler şafağa.”

Harâbat ehlini hor görme şâkir/ Defineye mâlik vîrâneler var.” Vesselam…

Bir derin tefekkür insanı olan Halil Cibran’ı, “Bir insanın kalbinde yeni bir köşe açabilirsem, boşa yaşamamış olacağım.” diyen bu güzel insanı, sesi çağlar ardına gizlenmiş, anlaşılamamış ve ötelenmiş bu adamı anlamak ve gelecek nesillere aktarmak temennisi ile…

Büşra Burcu Arslan

YORUM EKLE