İslami tavır ve Konfüçyüs'ün Sözler'i

Konfüçyüs, bir ahlâk yekûnu ortaya koymuştur ve bunu sadece sözle değil eylemle itmam etmiştir. Konfüçyüs’ün ortaya koyduğu öğreti, takipçilerini doğruya, güzele, iyiye, ahlâkî olana götürür. Konfüçyüs’ün söylediği pek çok şey Allah katında tek din olan İslam’a uygun, Allah’ın emrettikleriyle ve nehyettikleriyle örtüşüyor, bunun ötesinde tasavvufla da benzeşiyor Ömer Yüceller, Konfüçyüs'ün 'Sözler'ini yazdı.

İslami tavır ve Konfüçyüs'ün Sözler'i

Bazı hadis ve rivayetlere göre dünyaya 124.000 peygamber gönderilmiştir. Bu hadis ve rivayetlerin güvenilirliği elbette şüphelidir. Zaten Kur’an-ı Kerim bize yalnızca 25 peygamber ismi bildirmektedir. Yine de zaman içerisinde insanlar spekülasyon yapmadan duramamış; hadis ve rivayetlere dayanarak çeşitli filozofların, hâkimlerin peygamber olduğunu öne sürmüştür. Çin’in bilge devlet adamı Konfüçyüs de bunlardan biridir. Konfüçyüs, tıpkı peygamber olduğu öne sürülen diğer isimler gibi bir ahlâk yekûnu ortaya koymuştur ve bunu sadece sözle değil eylemle itmam etmiştir. Konfüçyüs’ün ortaya koyduğu öğreti, takipçilerini doğruya, güzele, iyiye, ahlâkî olana götürür.

Konfüçyüs’ün dilden dile yayılan meşhur sözleri, Lun-yu, öğrencilerine ve başkalarına söylediklerinden derlenmiştir. Ötüken Neşriyat da bu derlemeyi “Sözler” ismiyle dilimize kazandırdı. Daha önce “Sözler” farklı yayınevlerinden çıkmasına rağmen “dilimize kazandırdı” tabirini kullanıyorum çünkü kitabın tercümesini takdir ettim. Bu vesileyle mütercim Birdal Akar’a da teşekkür edelim.

Sözler’i okurken, Konfüçyüs’ün peygamber olduğu iddialarına hak vermemek elde değil. Söylediği pek çok şey Allah katında tek din olan İslam’a uygun, Allah’ın emrettikleriyle ve nehyettikleriyle örtüşüyor, bunun ötesinde tasavvufla da benzeşiyor. Örneğin “kâmil insan” diye tercüme edilen “junzi”, tam anlamıyla “asil genç efendi” anlamına geliyor. Bu da aklımıza “Fetâ” ve “fütüvvet” kavramını getiriyor. Konfüçyüs’ün “Asil adam hiçbir işte alelade bir araç olmayandır.”, “Asil adam her şeyi kucaklayandır, hiçbir şeye yandaş değildir. Küçük adama gelince, tek bir şeyin yandaşıdır ve her şeyi kucaklayamaz.” sözlerini Celaleddin Rumî’nin “Fütüvvet sebepsiz olarak vermektir, bağışlamaktır. Her şeyi verip arınmaktır.” sözüyle yan yana düşünebiliriz. Celaleddin Rumî’ye mi, Peygamber Efendimize mi yoksa Hazreti İsa’ya mı ait olduğunu bir türlü belirleyemediğim bir cümle olan “Domuzun boynuna inci kolye takılmaz”; Konfüçyüs’ün “Yüce meseleleri ortalama kavrayışlı insanlara anlatabilirsiniz; ama onlardan daha az kavrayışlı olanlara hiçbir zaman duyurmayın.” sözüne ne kadar da benzemektedir. Keza Konfüçyüs bildiklerini öğretmek için yalnızca yetenekli olanları seçmiştir. O öğrenci değil, talebe aramaktadır. Sırrı layık olana aktarmıştır. Bu yüzden der ki; “Öğrenmeye gerçekten aç olmayan hiç kimseye kapımı açmayacağım; hakikati görmek için çırpınmayan hiç kimseye hakikati göstermeyeceğim. Meselenin bir tarafını açtığım kişi öteki üç tarafını ortaya çıkaramazsa, ona bir daha hiçbir şey anlatmayacağım.”

Bir hakikat kavuşması

İnsan şunu demeli: Hükümette payım olmasın, dert değil; toprakta köküm sağlam olsun, bu kâfi. Hiç kimsenin işitmediği bir adam olayım, dert değil; sesim işitilmeye layık olsun, bu kâfi.” Bunu sanki bir 13. yüzyıl sufîsi söylüyor ve biz de şerh ediyoruz: İktidardan ve muktedirlerden kaçmak/kaçınmak her sufînin tavsiyesidir. Toprağı bir metafor olarak kullanıp “toprak gibi olmak” tavsiye edilir, Yunus Emre’nin “Hor görmeyin toprağı/ Toprakta neler yatur/ Nice nice evliyâ/ Yüzbin peygamber yatur” şiiri gelir akla. Toprağı gerçek anlamıyla kullanıp ekip biçmek, emeğiyle kazanmak ve helalinden maişet sağlamak da hangi sufînin tavsiye etmeyeceği bir şeydir? Çok konuşmamak, boş konuşmamak, hele ki sözün kıymetinin bilinmediği ortamlarda hiç konuşmamak tavsiye edilmez mi? Mamafih konuşunca da “Ya hayır konuş ya da sus” mucibince hayırlı, kıymetli, yani kulak kabartılacak ve gönül coşturacak şekilde konuşmak gerekmez mi? Konfüçyüs’ün yukarıdaki sözü bize hem bunları anlatıyor hem de işitilmeye layık bir söz oluyor.

“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.” (Diyanet İşleri Meali) ayetini özellikle gençler annelerinden pek sık duyabilirler. Peki Konfüçyüs bu konuda ne diyor? “Belki hizmetini gördüğünüz ana babanızla küçük meselelerde ayrı düşersiniz. Böyle zamanlarda sözünüze kulak asmazlarsa, hürmetinizi arttırmaktan başka bir şey yapmayın. Sizi paylasalar bile onlara karşı bir söz söylemeyin.” “Halk içinde Kral ve onun nâzırlarına hizmet etmek; evdeyse anne ve babama hizmet etmek; ölülerime karşı vazifemde elimden geleni yapmak ve aklımın şarapla uçup gitmesine müsaade etmemek. İşte bunlardır beni türlü belalardan uzak tutan.” sözü de bir hayli ilgi çekicidir. Çünkü burada anne ve babaya itaatin yanında, “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de.” ve “Ey Muhammed! Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.” ayetlerinin de gereği vardır. Dinimizde ölülere vazifenin ne kadar mühim olduğundan bahsetmeye gerek bile yok zaten. Defin işlemleri, cenaze namazı, bidat de sayılsa dualar, mevlidler, kabir ziyareti…

Ana babası hayatta olan kişi onları bırakıp uzaklara gitmesin. Eğer gitmeye mecbursa, güzergahı belli olsun ve dönüp geleceğinden şüphe ettirmesin.” sözü de akla Veysel Karanî’yi ya da Bağdat’a giderken annesinden izin alan Abdülkadir Geylani’yi getiriyor. Konfüçyüs’ün bu sözünün imkânlar ve ihtimaller dâhilinde yüz yıllar sonra bu iki er kişi tarafından duyulmuş olduğunu kabul edersek, bu söze riayet etmelerinin bir sebebini de bulmalıyız. Yok eğer bu sözü duymamışlarsa, ki çok yüksek ihtimaldir, sergiledikleri bu İslâmi tavrın Konfüçyüs’ün va’zı ile kesişmesine bir hakikat kavuşması diyebiliriz.

“Asil adam konuşmakta ağır, harekete geçmekte çeviktir.”

Konfüçyüs toplumda hor görülen birini, toplumun taassubunu yok sayarak, belki de bu taassubu değiştirmek için kızı ile evlendirmiş. Talebesinin dilinden şöyle okuyoruz: “Efendi, Gong Ye Çang’ın evlenmeye müsait olduğunu söyledi. Bir zamanlar hapse atılmış olabilirdi ama hiçbir suçu yoktu. Efendi kızını ona eş olarak verdi.” Bu durum bana Peygamber Efendimiz’in halasının kızı Zeynep binti Cahş ile azatlı kölesi Zeyd bin Harise’yi evlendirmesini anımsattı. Cahiliye döneminde kölelere ve soyluluğa dair katı taassuba vurulmuş bir silleydi bu evlilik.

Konfüçyüs’ün “Asil adam konuşmakta ağır, harekete geçmekte çeviktir.” sözü de bir hadis-i şerifi hatırlattı bana. (Bu hadisi Ekrem Demirli’den duydum. Kaynağını bilmiyorum. Kaynak bulmak isteyenler kısa bir araştırmayla bulabilir) Peygamber Efendimiz öldürülmesini emrettiği bir kişiyi, sahabeyle birlikte Kâbe etrafında dolaşırken görür. Bir an duraksarlar. Bu duraksamadan yararlanan adam kaçar. Efendimiz sahabeye “Neden öldürmediniz?” der. Sahabe de “Senden bir hareket bekledik.” der. Efendimizin sözü “Peygamber kaş göz işareti yapmaz” olur. Yani Peygamber vakar ile konuşur. Peygamberi örnek alanlar, yani sünnet-i seniyyeye ittiba edenler de vakar ile konuşur. Mamafih iş yaparken çevik olmak gerekir.

İfrat ve tefrit her alanda bizi kemalden uzaklaştırır

Konfüçyüs töreye çok atıf yapar. Töreye sıkı sıkıya bağlıdır ve zaten ideal insan ve toplum için buna herkesin bağlı olması, riayet etmesi gereklidir. Küçük bir olayı bile töreye göre değerlendirir. Ji Ailesi için “Tapınak avlusunda sekiz dansçı tepinmekte. Bu bile hoş görülüyorsa, daha yapamayacakları ne vardır?” der. Töreler Kitabı’na göre Çin’de ataların tapınağında oynatılacak dansçı sayısı soyluluğa göre değişmektedir. Sekiz dansçıyı sadece hükümdar oynatabilmektedir. Ji Ailesi bu yüzden normalde sekiz dansçı kullanamaz. Fakat Çin’de o dönem bir başıbozukluk mevcuttur, belli ki Ji Ailesi de bundan istifade etmektedir. Bizim için basit, sıradan sayılabilecek bir olay Konfüçyüs için bambaşka bir işaret oluyor. O, geçmişte hükümdara ait olan bir imkânın başkaları tarafından istimalini, koca bir sistemin çöküşü olarak görebiliyor. İşte köklü medeniyetlerin köklü olmasının nedeni, siyasi ya da ahlâkî olarak sarsılma yaşanan dönemde bile Konfüçyüs gibi bilgelere sahip olabilmesidir.

Bireysel ve sosyal ilişkilerdeki doğallık ve kelam-ı kibardan pek çoğumuz muzdaribizdir. Doğallığın aşırısı kabalığa, nezaketin aşırısı yapaylığa ve kibre sebep olmaktadır. Konfüçyüs bu konudaki çizgiyi şöyle tespit etmiştir: “Bir kişide doğuştan gelen özellikler sonradan edindiği görgü ve terbiyeden fazlaysa, köylü kalır. Görgü ve terbiyesi doğuştan gelen özelliklerden fazlaysa, züppe bir devlet memuru olur. Bunlar arasında mükemmel bir eşitlik sağlarsa, işte o zaman ona asil adam denilir.” Bu sözden sonra önceleri köylülüğüyle övünen ve bir müddet sonra da şehirliliğini öne çıkaran bazı arkadaşlarım geldi gözümün önüne. Eziklik ve kibir arasındaki derin savruluş, ifrat ve tefrit her alanda bizi kemalden uzaklaştırır. Kemale ermek için ifrata ve tefrite eşit mesafede olmamız gerektir.

“Ben düşüncenin üreticisi değil, elçisiyim”

Konfüçyüs’ün kendisi hakkındaki birkaç sözü dikkatimi çekti. Muhtemelen bu sözler tartışılagelen peygamberliğine delil olarak gösteriliyordur: “Ben düşüncenin üreticisi değil, elçisiyim. Eskilere büyük inancım ve sevgim olduğu kadar, kendimi Peng’le kıyaslayacak cesaretim de vardır.” (Peng, Yin Hanedanı’nın önde gelen bilgelerindendir.) “Sükûnetini koruyarak her şeyi kavramak, öğrenmek ve buna rağmen yorulmamak; başkalarına cesaret vermek ve asla yılmamak. İşte benim yerine getirmekten usanmadığım vazifeler bunlardır.

Çinli bilge Konfüçyüs’ün (Kong-Fu-Zi yani Büyük Efendi Kong) peygamber olup olmadığı bir yana, kısa bir süre de olsa bir devlet adamı, idareci olduğunu biliyoruz. Bu devirde dünya üzerinde olduğu gibi Türkiye’de de bu cins insanların devlet adamı olması zordur fakat en azından devlet adamlarının Konfüçyüs’ün sözlerini okumasını temenni ederim. Devlet ve siyaset adamlarının haricindekilere de Konfüçyüs’ün tavsiyesini hatırlatırım: “Kendi vazifenizle alakalı olmayan hükümet ve siyaset meselelerini tartışmaktan uzak durun.”

Ömer Yüceller

YORUM EKLE