Edebiyat bir can sıkıntısı alanına dönüştürüldü

Bütün kültürlerin aynileştiği, ideallerin ve politik hayallerin geri çekildiği, anlamın silikleştiği günümüzde Müslüman öykücüler ne yapmalı? Cemal Şakar 'Edebiyat Ne Söyler'de bu soruya da cevap arıyor. Muaz Ergü yazdı.

Edebiyat bir can sıkıntısı alanına dönüştürüldü

Cemal Şakar, öykücülüğümüzün velud kalemlerinden. Hem velud hem de kaliteli… Edebiyatı içinde yitip gidilen bir mecra, öyküyü bütün gayriahlaki tavır ve davranışları meşrulaştırıcı bir araç olarak görenlerden değil. Derdi olan, başkalarının derdiyle dertlenen ve bu yanını öykülerine, yazılarına yansıtabilen biri. Çevremizdeki acılara, kıyımlara, gözyaşlarına duyarsız değil. Bir vicdanı var. Bir Müslüman vicdan...

Öykücülüğümüzün önemli isimlerinden demek onu kısıtlamak anlamına gelir aynı zamanda. Sadece öykü yazıp köşesine çekilmiyor. Öykünün, öykücülüğün teorisiyle de uğraşıyor. Edebiyatımızda öyküye dair sorunlara kafa yoruyor. Düşünen bir öykücü… Edebiyatın düşünceyle, inançla, siyasi ve kültürel olgularla bağını ve bağlantısını anlamak, anlatmak gayretinde. Günümüzde her şeyi eşitleyen, hiyerarşik hiçbir varlık düzlemi bırakmayan postmodern paradigmada nasıl bir edebiyat dili oluşturulabilir ve oluşmuş olan edebiyat dillerinin sahip olduğu özellikler nelerdir gibi sorulara cevap arıyor. Tabii ki bu soruları sorarken ve yanıtını ararken bir merkezde durmayı önemsiyor. O merkezin sınırları İslami öğretilerce çizilmiş. Boşlukta duran, her rüzgâra yelken bir yapısı yok. Cemal Şakar bir öykücü ama bu öykücü kimliği Müslümanlığından sonra geliyor. İşte bu birincil kimliği onu modernist edebiyatçılardan ayrı kılıyor ve bu imkânla hem modernist hem de onun devamı postmodern edebiyatı, öyküyü eleştirebilme gücüne kavuşuyor.

Sanat ve edebiyat bir can sıkıntısı alanına dönüştürüldü

2014’de İz Yayıncılık tarafından yayınlanan Edebiyat Ne Söyler kitabıyla Cemal Şakar bizleri bir kez daha edebiyatın ne'liği üzerinde düşündürtüyor. Kafa konforlarımız sarsılıyor. Çünkü kitaptaki metinler hakikatli metinler. Topu taca gönderme niyeti taşımıyorlar. Adına modern zamanlar, postmodern zamanlar denilen ve hakikatten kopuk olarak kurgulanan ve zihinlerimize özgürlük, özgünlük, bireylik, özerklik gibi yaldızlı kavramları boca eden günümüzde sanat, edebiyat bizim neyimiz olur ya da neyimiz olmalı, nasıl ve ne şekilde bir edebi dil kurabiliriz gibi derin konular mütalaa ediliyor. İslam estetiğinin dünü ve bugünü kafa yorduğu mevzuların başında. Şakar’ın da altını çizdiği gibi İslam estetiği, sanatı alanındaki çalışmalar genelde Müslümanların siyaseten üstün oldukları dönemleri kapsıyor. İslami ilkelerin hayatı kuşattığı zamanlar. Bu ilkelerin, İslam estetiğine dair genel kabullerin bugün modern estetik ve sanat anlayışlarıyla, telakkileriyle örtüşmediği bir vakıa. İşte yazarın bütün kaygısı ve döktüğü alın teri böylesi bir ortamda İslami ilkelere mugayir olmayan bir edebiyatı inşa etmek. Modernleşmeyle birlikte yıkılan Müslüman tasavvurun inşası…

Edebiyat Ne Söyler neoliberal politikaların hayatımızı kuşattığı, kötülüğün iyiliğe galebe çaldığı, çirkinin güzelleştiği, cemaat olmanın yerini bireyciliğin aldığı bir realitede İslami ilkelere göre konuşmanın, sanata dahil olmanın zorluğunu, omuzlara yüklediği sorumluluğun ağırlığını dile getiren makalelerden teşekkül ediyor. İslami tasavvurun şekillendirdiği sanat anlayışına göre her şey Allah’ın eşsiz yaratmasının delili. Âlemde bir uyum, birliktelik söz konusu. Böylesi bir uyumdan güzellik neşet ediyor. Allah’ın yarattığı her şey güzel. Yaratılanlar arasında abes, lüzumsuz hiçbir şey yok. İslam sanatı bu güzelliği hatırlatan bir içeriğe sahip. Modern sanat anlayışı ise yazarın da belirttiği gibi Baudelaire ile birlikte kötülüğü, çirkinliği içselleştirmiş ve artık bunlar iyinin ve güzelin yerine ikâme edilmiş. Modern kentlerin oluşumuyla birlikte yalnızlık, parçalanmışlık, sıkıntı, aşkın olandan kopma edebiyatın içine boca edilmiş. Daha önceleri yaratılmışlığın güzelliğinden neşet eden sanat doğayı, insanı, yaratılışı bütün kötülüğün kaynağı olarak gören sanatçıların düşünceleriyle dolu bir can sıkıntısı alanına dönüştürülmüş. Sanatın kaynağı artık bu kötülük olmuş ve bu kötülükten iyilik, çirkinlikten güzellik devşirme gayreti… Cemal Şakar böyle üç aşağı beş yukarı böyle bir perspektif koyuyor ortaya.

Kitaptaki makaleleri okurken aynı zamanda sosyolojik, felsefi metinler okur gibiyiz. Yazar dile getirdiği şeylerin içini dolduruyor. Aslında edebiyatın ya da öykünün alanına giren meseleler ele alınıyor ama bu meseleler yaşanan dönemlerle de derinden alakalı. Yazar bu bağı gözeterek ve literatürü geniş tutarak bir bakış açısı getiriyor. Çağa egemen olan kültürün kodlarından yeterince haberdar Şakar. “Sanal Medeniyet”, “Siret ve Suret Arasında”, “İmgelerin Sınırsız Özgürlüğü” makaleleri dikkatle okunduğunda ne dediğimiz daha iyi anlaşılacak.

Müslüman öykücülerin sınavı çetin

Hem öykü yazarı hem de öykü yazmanın sorunlarıyla uğraşan Cemal Şakar, “Öykücülerin Sınavı” adlı yazısında modernist sanatla gerçekçilik arasındaki gerilimli ilişkiye dikkat çekiyor. Modernist sanatın yüksek estetiği öncelediğini, gerçekçiliğin ise politik dogmatizmi savunduğunu söylüyor. Her iki bakış da hakikati ıskalıyor. Daha sonra ortaya çıkan postmodernizm ise ne estetiğe ne de politikaya yer veriyor. Hiyerarşi yok, kural yok, tahakküm yok. Tam bir karnaval başlıyor, çok sesli… Hazzı, eğlenceyi temel alan; politikayı içeriksizleştiren, sokağa düşüren bir yapı.

Bütün kültürlerin aynileştiği, ideallerin ve politik hayallerin geri çekildiği, anlamın silikleştiği günümüzde Müslüman öykücüler ne yapmalı? Şakar bu soruya yanıt verirken adı geçen makalede dikkat çekici şeyler söylüyor. Hakikati olmayan, merkezi olmayan günümüz egemen anlayışına rağmen Müslüman öykücünün hakikatinden kopmaması, insanın asla yeryüzünde başı boş bırakılmayacağı bilincini her daim kuşanması, kainatla ilişkisini anlamlı bir forma sokması, yaratan ve yaratılan ilişkisini unutmaması, yaratılan hiçbir şeyin boşu boşuna yaratılmamış olduğunu bilmesi, kıssadan hisse çıkarması ve en önemlisi tevhit bilincine sadık kalarak yaşaması gerektiğini anlatıyor. Şakar’a göre sonuçta öykücü de bir insan, bir Müslüman. O da diğer Müslümanlar gibi yaşadığı ve yaptığı her şeyden sorumlu. Yazdığı her şeyden de… Yazılanlar insanı bir yere götürüyor mu yoksa ifsada mı sürüklüyor? Bunun iyi hesap edilmesi gerekli. Yazıp çizilenler Allah’ın çizdiği sınırları ihlal eden bir içeriğe sahip mi? Bu sorular önemli.

Edebiyat Ne Söyler kitabında da dillendirildiği gibi hikâye anlatmak, anlatılan hikâyeyi dinlemek yaşamsal bir gereklilik. İnsan anlatarak, dilde varlık bulur. Anlatılar bir araya gelerek ortak bir anlatıya, ortak bir kadere dönüşür. Önemli olan hikâyede ve anlatılarda ana hikâyeden kopmamak. O hepimizin âdem olma hikâyesi. Âdem Baba’nın hikâyesinde hepimizin hikâyesi mündemiç. Bizim anlattıklarımızda ya da okuduklarımızda ne kadar bu hikâyeden bir pay var? Ya da kıssadan ne kadar hisse alıyoruz? Aslolan bunları düşünmek!...

Cemal Şakar, Edebiyat Ne Söyler'de bunları düşünmüş ve dile, kaleme gelmiş bütün bunlar!...

Muaz Ergü yazdı

YORUM EKLE