Anlatılan aslında bizim hikâyemiz

Türkiye, maalesef I. Dünya Savaşı tarihini hiç ama hiç yazamadı. Bizden koparılan devletlerin, bizden sonra ne yaptıklarını, yollarına nasıl devam ettiklerini bilmeyiz. Çevremizdeki ülkelerin 1918 sonrası tarihi, bizim için alacakaranlıktadır. Bu bakımdan Ali A. Allawi'nin Faysal’ı anlattığı ''Irak Kralı I. Faysal'' kitabı, bilhassa güneyimizdeki İslam ülkeleri tarihine iyi bir giriş olabilir.

Anlatılan aslında bizim hikâyemiz

Türkiye’den kopartılarak bağımsızlaşan Irak’ın ilk kralı Faysal’ın hayatını anlatan kitap, Bugünkü Irak ve Suriye’yi değerlendirmek ve I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı arasında Türkiye’den kopan devletlerin şekillenmesini anlamak için iyi bir başlangıç eseri.

I. Dünya Savaşı’nda bizden koparılan Irak’ın ilk Kralı I. Faysal’ın hayatını yazan Ali A. Allawi, 1947 Bağdat doğumlu bir iktisatçı ve siyasetçi. Eylül 2003’ten 2004’e kadar Geçici Irak Yönetim Konseyi tarafından atanan kabinede Ticaret Bakanı ve Savunma Bakanı ve ardından 2005 ile 2006 yılları arasında Celal Talabani’nin Devlet Başkanlığı esnasında Caferi hükümetinde Maliye Bakanı olarak görev yaptı.

Ali A. Allawi, Irak’lı şii bir aileye mensup. Aile, 14 Temmuz 1958 askeri darbesinden sonra Irak’tan ayrılmak zorunda kalır. Allawi, eğitimini Londra ve Amerika’da tamamlar. Memleketinden kopmaz; İngiltere’deki “Iraklı Sürgün Toplumu”nun tam anlamı ile bir parçası olarak gelişmeleri takip eder; düşünür, yazar, konuşur. İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde profesör olur; Amerika’da Princeton Üniversitesi’nde kıdemli ziyaretçi olarak dersler verir. 2013-2014 yılları arasında Singapur Ulusal Üniversitesi’ne Ziyaret Araştırma Profesörü olarak atanır.

Pek çok kitap ve makaleye imza atan iktisatçı siyasetçi yazar, doğduğu ülkeye ve ailesinin sonuna kadar bağlı kaldığı Şerif ailesine borcunu ödemek için belki de, I. Faysal’ı yazar. Allawi’nin kaleme aldığı, Irak Kralı I. Faysal’ın biyografisi, Yale Üniversitesi Yayınları tarafından Mart 2014’te basıldı. Eseri İngilizceden dilimize Hakan Abacı çevirdi ve İş Bankası Kültür Yayınları Biyografi serisinden 33. kitabı olarak yayınlandı. Ciltli ve güzel bir baskı, 764 sayfa. Hakan Abacı’nın Türkçesi, dilimizin güzelliklerini ve imkânlarını gösterecek kıvamda; nefis bir Türkçe. Eline, diline sağlık. I. Faysal’ın hayatını okumak, bizim için, öncelikle son çeyrek asırda “yeniden” ve “ölümüne” yüzleşmek zorunda kaldığımız, son yıllarda ve bilhassa “şu anda” bütün güncelliğiyle başımızı ağrıtan eski sorunları okumaktır. Hâlâ sızlayan eski bir yürek yarasını, I. Dünya Savaşında bazı kardeşlerimiz tarafından arkamızdan hançerlenmemizle açılan bir yarayı hatırlamaktır. Arap İsyanı, Osmanlı’nın bir türlü kabul edemediği ve anlayamadığı bir gaflettir. Faysal da bu gafletin içindedir.

Faysal, 1916 yılında yedi düvele karşı canı pahasına İslam’ın şeref ve izzetini savunan Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanan Mekke Şerifi Hüseyin’in oğlu ve aynı zamanda muharip Aşiret kuvvetlerinin komutanıydı. İngilizlerin desteğiyle güneyimizdeki Müslüman toprakların Sykes-Picot Anlaşmasına uygun olarak “pay edilmesinde” katkısı olan adamdır. I. Dünya Savaşı’nda Arabistan, Ürdün, Filistin, Suriye ve Irak’ta cephe gerisinde faaliyetlerde bulunarak ordumuzun bozguna uğratılmasında düşmanlarımıza maalesef destek vermiştir.

Lawrens ve Bell arasındaki gerilim

Faysal İngiliz casusları, Lawrens ve Gertrude Bell’in en iyi anlaştıkları kişiydi. Allawi’nin kitabında Lawrens ve Bell arasındaki gerilim doğrusu çok iyi işlenmiş. Lawrens’in hayalci savrukluğu ve Bell’in entrikacı İngiliz soğukkanlılığı bizim tarihimiz açısından da can yakıcı neticelere ulaşmada nasıl etkili olmuşlarsa, o “nasıl”ı okuyoruz ve satırlar boyunca içimiz acıyor. Vay! Benim milletim…! Memleketim…! Hayıflanmasından kendimizi alamıyoruz.

Allawi’nin çalışmasında kulis bilgileri ve barış konferanslarının mutfak hazırlıkları hakkında verilen malumât, bugünkü diplomasiyi de anlamamıza yardım edecek türden. Savaştan sonra Osmanlı Arabistanı’nı birden fazla sözde devletin hâkimiyetine taksim eden ama gerçekte Fransa ile paylaşan İngiltere, Faysal’a ve Şerif ailesine verdikleri hiçbir sözü tutmadığı gibi aileyi kendi çıkarları istikametinde kullanmaya da devam ediyor. Kitap, bu hazin, acı ve ibretlerle dolu hikâyeyi anlatıyor.

Yazar Allawi, bir tarihçi, yer yer gazeteci ama çoğunlukla bir bürokrat-siyasetçi üslubuyla konuşuyor. Zaman zaman keşke bir romancı yazsaymış bunları dediğiniz olmuyor değil lakin Allawi’nin akıcı üslubu okuyucuyu dönemin atmosferine ve Faysal’ın naif, idealist ve gerçekleri kabule yanaşmayan aristokrat dünyasına götürüyor. Kitap, Faysal’ın İsviçre’de şüpheli ölümüyle başlıyor. “Şekspirvari” bir girişle, bir trajediye hazırlıyorsunuz kendinizi. Ve tam da bir trajedi hatta trajediler dünyasına giriyorsunuz. Peş peşe ve büyük felaketler… Dünyanın en büyük devletlerinden biri, Osmanlı parçalanıyor… Ve her bir parçanın çevresinde günümüze kadar devam edecek kıyametler kopuyor.

Trajediyi öznesi ve faili belli olmayan felaket diye tarif ederler. Herkesin gördüğü ama hiç kimsenin engel olamadığı felaket… (Bu yüzden İslamî bilinç trajediyi kavrayamaz; kavrasa da benimseyemez denir. Çünkü öznesiz ve failsiz hiçbir şey yoktur; tarihin faili insandır; bu yüzden imtihana çekilecektir.)

Şerif ailesinin trajik sonu

Türkiye, maalesef I. Dünya Savaşı tarihini hiç ama hiç yazamadı. Bizden koparılan devletlerin, bizden sonra ne yaptıklarını, yollarına nasıl devam ettiklerini bilmeyiz. Çevremizdeki ülkelerin 1918 sonrası tarihi, bizim için alacakaranlıktadır. I ve II. Dünya Savaşları arasında bu çevre ülkelerin ne yaptığı ve nasıl şekillendiği bizim tarihçiliğimiz ve güncel popüler siyasi-tarihi anlayışımız için uzmanlık gerektirecek kadar bilinmezlik içindedir. Bu bakımdan Faysal’ı anlatan bu güzel eser, bilhassa güneyimizdeki İslam ülkeleri tarihine iyi bir giriş olabilir.

Arap ayaklanması ve sonrası da Faysal çerçevesinde çok etraflıca ve bence olabildiğince gerekçi, tarafsız bir bakış açısıyla anlatılıyor. Osmanlı’ya isyan eden Şerif ailesi, yani başta Faysal’ın babası Şerif Hüseyin, oğulları Abdullah ve Faysal kitapta bütün dramlarıyla anlatılıyor.

Şerif Hüseyin’in krallığı çok sürmüyor; 1924’te İbn-üs Suud’a mağlup oluyor, Hicaz ve çevresini yani bugünkü Arabistan’ı kaybediyor ve İngilizlerce Kıbrıs’ta zorunlu ikamete maruz bırakılıyor yani sürülüyor ve mahpus olarak ölüyor. Oğlu Abdullah’a Ürdün “emirliği” veriliyor ve sonunda Hazret-i Ömer Camii’nin kapısında bir fedai tarafından hançerlenerek öldürülüyor. Fedainin cebinde Şeriflerin isyanına ihanet diyen Osmanlı Bâb-ı Meşihat dairesinin fetvası çıkıyor. Ve nihayet Faysal, Bern’de zehirlenerek katlediliyor. İç içe trajediler.

Sonuç olarak bu kıymetli eseri bilhassa bugünkü Irak ve Suriye’de olup bitenleri anlamak isteyen herkesin okuması çok iyi bir başlangıç olacaktır.

Cengiz Aydoğdu

YORUM EKLE