Edirne, Osmanlı Devleti’nin doksan iki yıllık başkenti. En görünür yanı, Mimar Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Camii. “Şehir” sözcüğünü dolduran bir geçmiş öyleyse; zira bizde medenilik kubbenin altından taşar ve bir selâtin cami bir şehri inşa eder.
Şehir ansiklopedileri günümüzde sık rastlar hale geldiğimiz çalışmalar. Yanısıra küreselleştiği söylenen dünyamızda sanki bir olumlu karşı çıkış yahut belki de sade bir gereklilik olarak çeşitli alanlarda yerel çalışmalar artıyor. Demek ki “büyük resme bakmayı!” öğrenen dünyamızda bir de akıp giden zaman ve insana yakından bakma gereği duyuluyor. Peki ya geçmişe gidip şehir çalışmalarını ve Edirne’yi bağlarsak birbirine? O zaman Ahmed Bâdî Efendi’nin Riyâz-ı Belde-i Edirne’si ile karşılaşırız. Şahsım adına hoş bir tanışma olduğundan arz etmek istedim.
Ahmed Bâdî Efendi: Tarihçi, divan şairi, hattat, vergi müdürü
Kimdir Ahmed Bâdî Efendi? Tarihçi, divan şairi, hattat ve vergi müdürüdür. 1255 (1839) yılında Edirne’de dünyaya gelmiş. Evvela bir Edirneli. Babası Kaltakkıran Mehmed Ağa, dedesi Müstecâbî Osman Çelebi. İlk tahsilini Kirişhâne’de Taş Mektep’te tamamlamış ve hat icazeti de almış. Sonrasında Selimiye Camii hocalarından, Molla Fenâri’ye kadar Arapça, Divan-ı Hâfız’a kadar Farsça ve Mültekâ’ya kadar da Arapça okuyup özel olarak da matematik dersleri alarak memuriyete başlamış. 24 yaşında (1862-63) başladığı memuriyeti boyunca yükselmiş, seyahatler ve sürgün görmüş, hizmetlerinden ötürü birçok Osmanlı nişanı alıp 1323’te (1908) emekliye ayrılmış. Bu yıl içinde de vefat etmiş. Kabri, Eyüp’te Merdivenli Mezarlıkta imiş. Ancak mezarlığın bugünkü durumu nedeniyle ne kadar aranıldı ise de tespit olunamamış. Bahsini ettiğimiz eseri dışındaki eserleri ise şöyle: Armağan, Divan, Tavzîhü’l Ebvâb alâ Teshîli’l Hisâb. Ruhu, tanıtmaya gayret edeceğim eserinin günümüze kazandırılması vesilesi ile şad olsun.
Ahmed Bâdî Efendi, on altı yıllık çalışmasının neticesi olan bu eserde 17. yy tarihçilerinden Abdurrahman Hıbrî’nin 1359-1633 yıllarının Edirne’sini anlattığı Enisü’l Müsâmirîn isimli tarihini tashih edip tamamlayarak, üzerine 267 yıllık (1633-1900) bir tarihi de ekleyerek kaleme almış. Eser üç ciltten mürekkep olup eserin başında kaynak olarak istifade ettiği doksan sekiz eseri sıralamış Ahmed Bâdî Efendi. Bu eserler arasında Osmanlı kitap dünyasının nadide pek çok örneği de yer alıyor. Konu çeşitliliği ve zenginliği ile şaşırtan ve takdir edilesi, örnek alınası bir kaynakça doğrusu. Eserde lisanı genelde sanat kaygısı taşımayan, tarihçi kalemi öne çıkan ancak kendisi de bir şair olan Ahmed Bâdî Efendi “Şairler” kısmında dilini sanatlı hali ile sergiliyor. Edirne sandığında Osmanlı Devleti’nin tarihine, kültür ve sanatına, önde gelen siyasi, dini, medeni şahsiyetlerine, mevcut ve namevcut mimari eserlerine, dillere emanetken yazıya geçirilmiş büyük olaylara, şenliklere olabildiğince ayrıntısıyla ve sağlam kaynaklara dayalı bilgilerle değinen müellifin eseri büyük bir armağan gerçekten.
Selimiye Camii kubbesi Ayasofya Camii kubbesinden büyüktür
![]() |
Bu denli bir girişten sonra eserin gözüme çarpan bir bölümünü kısaca nakletmek herhalde isabet olur. Bu bölümse yazının başında geçen Selimiye Camii ile ilgili bölüm olup 11. ciltte Ravzatü’l Cevâmi’i’ş Şerîfe’de baş tarafta geçiyor. (Özetleyerek ve lisanını sadeleştirerek naklediyorum.)
Müellif, (zamanında) Edirne’de altmış bir cami olduğunu söyleyip bunların on altısı sultanların yaptırdığı yahut tamir ettirdiği camilerdir diyor. “Herhalde zamanındaki adresle Taşodalar Mahallesi Sultan Selim Caddesi 100 Numarada” diyerek de Selimiye Camii’ni tanıtıyor. Cami, Eski Saray’dan ayrılan bir arsa üzerine bina olunmuş. Bu sebeple cami yakınındaki Sultan Selim Hamamı’na Saray Hamamı denildiği de olurmuş.
Müellif sonra Mimar Sinan’ın anıları mahiyetinde olup bizzat söylediklerini de içeren Sâî Mustafa Çelebi tarafından kaleme alınmış Tezkiretü’l Ebniye kitabından Mimar Sinan’ın şu sözlerini nakletmiş: “Sultan 2. Selim Han’ın Edirne şehrine şefkatleri vesilesiyle burada, misli bulunmaz bir cami inşasına emr-i hümayun oldu. Bu hakir de halkın nazarına hazır olacak caminin hazırlığına giriştim. Dört minaresi kubbenin dört yanında olup üçer şerefelidir. Bu minareler kalın ancak hem nazik hem de üç yolludur ki bunun ne denli zor iş olduğu akıllı kimselere malumdur. Halk imkânı yoktur diye söyler dururdu ki: 'Ayasofya kubbesi gibi kubbe İslam devletinde bina olunmamış diye Hristiyan mimarlar bize bu hususta galip olduklarını söylerler.' Bu hakirin kalbinde şu mesele ukde kalmıştı. Himmet edip Allah’ın yardımı ve Sultan Selim Han’ın gölgesinde bütün kuvvetimi ortaya koyup bu kubbeyi Ayasofya kubbesinden boy olarak altı, derinlik olarak da dört zira büyük inşa ettim.” (1 zirâ= 54-91 cm arası)
Müellif daha sonra Nevîzâde Atâyî’nin Hadâyiku’l Hakâyık fî Tekmîleti’ş Şakâyık eserinden gayet şiirimsi lisanla kaleme alınmış satırları naklediyor. Bendeniz de buradan bazı bilgileri nakledip eserde gezintiyi nihayetlendireyim: “Selimiye Camii’nin yanında bir medrese, dârülhadis, dârulkurrâ, şifâhâne, tâbhâne ve dükkânlar dahi mevcuttur. Kubbe sekiz sütun üzerine oturtulmuş olup bu sütunlar duvarlara yakın olduğundan gören kubbenin bunlar üzerinde olduğunu hemen anlayamaz. Mihrabın sağında mükemmel bir kütüphane ve solunda ise hünkâr mahfili vardır. Müezzin mahfili altında hünkâr mahfili yönünde yer alan köşedeki mermer sütunda ters lale resmi vardır ki ziyaretçilerin pek alakasını çeker ancak niçin resmedildiği bilinmez. Caminin hatları Şemseddin lakaplı, Mevlana Ahmed Karahisârî talebesi Çerkez Hasan Çelebi ibn Ahmed’in eseri olduğu Hatt ve Hattatân isimli eserde geçer. Ancak zamanın geçmesi ile çoğu zarar görüp Edirne hattatlarından Nakşî Molla Mustafa ve sonra da Hacı Hayri Efendiler tarafından yenilenip tamir olunmuştur. Dört minaresi yüz yirmi zirâ uzunlukta olduğu halde gayet latiftir. Her minarede üç şerefe olup mihrap tarafındakiler birer, harem tarafındakiler üçer yolludur…”
Eser Trakya Üniversitesi Yayınları arasında çıkmış. Eseri hazırlayan isimler ise Yrd. Doç. Dr. Niyazi Adıgüzel ve Yrd. Doç. Dr. Raşit Gündoğdu. Eserin yayın yönetmenliğini üstlenen de kıymetli yayıncı Mustafa Kirenci olmuş. Eserin sonunda müellif ile ilgili arşiv belgelerine, eserin orijinal nüshasından sayfa örneklerine ve Edirneli olup sadece Edirne resimleri yapan ressam Tayyip Yılmaz’ın resimlerine yer verilmiş. Bu resimler perde sayfalarda da eser boyunca kullanılmış. Eserden haberdar olmam da bu kıymetli eseri Mustafa Ağabey’in hediye etmesiyle mümkün oldu. Eserin ciltlerinde ele alınan konuları cilt cilt belirtip yazıyı nihayete erdireyim.
Eser üç cilt olup yayına 11. , 12. , 21. , 22. ve 3. ciltler olarak hazırlanıp neşredilmiş. Buna göre her ciltte yer alan meseleler ise şöyle:
11. Cilt: Edirne’nin Fethi, Camiler, Mescitler, Tekkeler, Medreseler, İmaretler, Mektepler, Çarşılar, Hanlar, Hamamlar, Çeşmeler, Kilise ve Havralar, Köprüler
12. Cilt: Olaylar, Edirne Şiirleri, Hal Tercümeleri, Caddeler, Sokaklar, Köyler
21. Cilt: Padişahlar, Valiler, Vezirler, Şeyhülislamlar, Kadılar, Âlimler
22. Cilt: Mutasavvıflar, Yeniçeri Ağaları, Hattatlar, Şairler, Musikişinaslar, Defterdarlar, Vergi Müdürleri
3. Cilt: 19. Yy’ da Edirne Vilayetine Bağlı Sancaklar ve Buralardaki Âlimler, Mutasavvıflar, Şairler ve Devlet Adamları.
Hasan Burak Özkanlı yazdı