Bizim Ramazanlarımız

Ramazan ayı mağfiret, muhasebe, arınma ve müjde ayıdır. Hem ayetlerde hem de hadislerde ayrıntılarıyla anlatılan Ramazan ayının kutsiyetini hakkıyla ifa etmek milletimizin temel nişanelerinden biri olmuştur. Bu sebeple Türk-İslam coğrafyasında Ramazan ayına dair gelenek ve göreneklerin zenginliğini Müslüman dünyanın bir başka yerinde görmek zordur.

İbn Haldun Türk-İslam coğrafyasındaki bu manzarayı görse ne derdi acaba? Nitekim İbn Haldun’un “Mukaddime” isimli eserinde “asabiyyet” kavramına örnek gösterilen millet, “Göçebe-Savaşçı” olarak tanımlanan Türklerdir. O Türkler ki İbn Haldun’un bu satırları yazılırken bile yerleşik hayata geçmeye başlamışlardı. Nihayetinde Osmanlılarla zirveye ulaşan yeni Türk-İslam şehirleri “göçebe” bir kavimden beklenmeyecek ölçüde özgün mimari eserlerle ve birbirinden zengin sanatlarla, geleneklerle dolup taşmıştı.

Aslında göçebe olan atalarımızın estetikle, güzellikle olan ünsiyeti hiçbir zaman kopmamıştır. İslam’la tanıştıktan sonra atalarımız yeni bir ufka yelken açarak “göçebe” yaşamın dinamiklerini şehir hayatına uyarlayarak benzerine az rastlanır bir medeniyet inşa etmişlerdir.

Müslüman olan Türklerin çok bilinen savaşçı özelliklerinin yanı sıra estetik zevklerini de gün ışığına çıkarmaları bu yerleşik hayat sayesinde mümkün olmuştur. Çünkü daha öncesinde sürekli hareket halinde olmaları dolayısıyla kalıcı eserler bırakamıyorlardı. Bugün bile İslam öncesi Türklere dair kurgan, höyük veya az sayıdaki dikili taştan başka kalıcı eser bulmak oldukça zordur. Yazılı kaynaklar ise daha çok Çin ve Arap arşivlerinden elde edilen bilgilere dayanmaktadır.

Temel olarak Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve ardından da Osmanlılar kanalıyla gelişen ve dönüşen Türk-İslam medeniyetinin bin yıllık birikimi bugün de yaşatılmaya devam ediyor. Ramazan ayı bu kültür zenginliğinin yansıdığı kutsal zamanlardan en önemlisini temsil ediyor.

Her Türk-İslam şehrinin simgesi gelen sahabelerin, manevi büyüklerin, şehitlerin türbeleri adeta milletimizin kalbi mesabesindedir. Eyüp Sultan, Emir Sultan, Aziz Mahmud Hüdayi, Yunus Emre, Somuncu Baba, Mevlana, Veysel Karani, Padişah mezarları, Geyikli Baba, Abdal Musa, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Bektaş-ı Veli bunların en çok bilinenleridir. Müslüman olan Türkler “gaza” anlayışının yanı sıra kimi İslam öncesi geleneklerini de taşıdıkları yeni hayatlarına “güzellik” penceresinden bakmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Bu sebeple de İslam dininin kutsal kabul ettiği günleri, ayları, mevsimleri, ibadetleri, yapıları ve isimleri bambaşka yorumlarla zenginleştirmişlerdir.

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayına bakmak bunun için yeterli olacaktır. Türk-İslam medeniyetine özgü Ramazan geleneklerine birlikte bakalım: Ramazan davulu, mahya, tekne orucu, Ramazan pidesi, diş kirası, güllaç, meddah/gölge oyunları, sohbet meclisleri, teravih sohbetleri, geniş iftar sofraları, mukabele geleneği, Karagöz-Hacivat, bayram harçlığı, şeker toplamak, büyüklerin elini öpmek, gelen misafirlere çorap-mendil hediye etmek, türbe ve mezarlık ziyaretleri yapmak bize özgü Ramazan geleneklerinden birkaçıdır. İslam coğrafyasının diğer kesimlerinde bu denli zengin bir Ramazan kültürüne rastlayamıyoruz.

Evliya Çelebi için de Ramazan ayının ayrı bir önemi vardı. Evliya Çelebi ünlü eseri “Seyahatname”de Ramazan’ın gelişini birçok şehirden örneklerle anlatmıştır. Evliya Çelebi’ye göre Bursa’da Ramazan’ın gelişi, Uludağ’ın köşesinde yer alan Bakacak mevkiinden takip edilir, Ramazan ayına girildiğini müjdeleyen hilal görülünce ateş yakılır ve şehre haber verilir, şehirde de top atışları başlarmış. Aynı şekilde notları arasında donanmanın da hilali görünce top atışı yaptığını yazmış. Evliya Çelebi’ye göre Ramazan aylarında şehirlerde binlerce havai fişek atılırmış. Terk edilmiş yüksek kalelerde bile bu mübarek ayın gelişini haber verip müjdelemek için siyah barutlar saklanır; her yerde kandiller yakılır, etraf ışıl ışıl aydınlatılırmış. Ramazan pidesi ise üstü çörek otu, badem, safran, haşhaş gibi şeyler dökülerek kaplanmış beyaz undan bir katık olarak anlatılır. Geçmişi 15. yüzyıla kadar uzanan Ramazana özgü bu pidenin bugün için de aynı duyarlılıkla yaşatıldığını görüyoruz.

Ecdadımızın “göçebe ve savaşçı” olmasının yanı sıra ne denli ince bir zevk sahibi olduğunu, düşmanlarına karşı şecaatiyle bilindiği gibi dostlarına karşı, çocuklara ve yaşlılara karşı nasıl merhamet dolu olduğunu muhtelif kaynaklardan okuyabiliyoruz. Kurduğumuz şehirler ve yaşattığımız gelenekler de gösteriyor ki Türk milleti iliklerine sinmiş bir İslam sevgisiyle, Peygamber aşkıyla yoluna devam ediyor. Son iki asırdır bu geleneklerimizi yıkmaya teşebbüs edenler her seferinde milletimizin sağlam surlarına çarpıp geri dönüyor.

Ne mutlu ecdadın penceresinden Ramazan’a bakanlara. Ne mutlu şanlı tarihinin şuurunda olanlara. Ne mutlu Ramazanı hakkıyla yaşayanlara. Ramazan-ı Şerifimiz mübarek olsun.