Dünyabizim ailesine, imkânlar el verdiğince okumaktan büyük bir keyif aldığım bir ismi tanıtmaktan onur ve şeref duyarım: Fatma Bayram. Ve tam olarak bu noktada ufak bir anekdot eklemek isterim. Biraz sonra, söyleşinin devamında da okuyabileceğiniz üzre Fatma Bayram’ı yazdığı ve Kaknüs Yayınları’ndan çıkan Bir Vaizenin Günlüğü adlı kitabından ve annemin derslerine iştiraki sonucunda aldığı notlar ve onun derslerini ballandıra ballandıra anlatması sonucunda tanıdım. Üsküdar’da, hemen yakınımda bir hoca İhya okuyor ve bunun üzerine konuşmalar yapıyordu. Annem de eve geldiğinde bunu, Gazâlî’ye olan hayranlığımı misliyle arttıracak bir biçimde anlatıyordu. İşte onunla, Fatma Bayram Hanımefendi’yle konuştuk..
İlk olarak şu klasik soruyla başlayalım. Fatma Bayram kimdir, nerede doğdu, eğitimini nerede tamamladı ve şu aralar hangi görevlerle meşgul?
İstanbul, Üsküdar doğumluyum. Kadıköy İHL'yi dışarıdan bitirdim. İlim ve Fazilet Vakfı Fıstıkağacı Kız Kur'an Kursu'nda dört yıl harika bir eğitim aldım. “Harika” tabirinden kastım, hocalarımız ve müfredatımız idi. Yoksa bugünün bir köy okulu şartlarından farksız, odun sobalarıyla ısınmaya çalışan bir binada, ibtidai şartlarda bir dört yıldı. Bu kurumda Ali Fikri Yavuz, Hüseyin Erdoğan, İbrahim Tanrıkulu, Mahmut Bayram, Nedim Urhan, Fahrettin Dinçkol -ve adını burada sayamadığım- pek çok hocadan unutulmaz dersler aldık. Sonrasında hafızlık yaptım, Kıraat-ı Aşere okudum, kısa dönem Kur'an kurslarında dersler verdikten sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne girdim. 1989 mezunuyum. 90'dan beri de Diyanet İşleri Başkanlığı'nda vaize olarak vazifeliyim.
Vaazlarınızı çoğunlukla nerelerde veriyorsunuz? Sizi dinlemek isteyen hanım kardeşlerimiz sizinle nerelerde buluşabilir? Buna ek olarak, erkeklerin (biz öğrencilerin) de faydalanabileceği dersler yapıyor musunuz?
Vaazlarımızı, kurumumuzun da onayıyla kamusal niteliği olan her mekânda verebiliyoruz. Bunların başında elbette camilerimiz geliyor. Camiler dışında kültür merkezleri, gençlik merkezleri, kadın sığınma evleri gibi belediyelere ait mekânlara da talepler doğrultusunda gidebiliyoruz.
Bayan vaizelerimizin genç olsun, yetişkin olsun erkeklerin de yararlanabileceği sürekli çalışmaları olduğunu duymadım. Zaman zaman sempozyum ve konferanslarda elbette kadın-erkek karışık topluluklara hitap ediyorlar fakat bir vaaz formatında bir bayan vaizenin karışık bir topluluğa hitap ettiğine şahit olmadım. Zaten -öğrenciler- diye daraltarak sorduğunuz için ayrıca belirteyim ki dinî hayatı yaşamada öncülük rolü açısından bunu çok da sağlıklı bulmuyorum.
Kur’an ve hadislerin yanında hangi âlimlerden ve eserlerinden faydalanıyorsunuz? Bu isimleri tercih etmenizde ne gibi sebepler var? Mesela, Gazâlî’den İhya Sohbetlerine başlarken, sizi bu sohbetleri yapmaya iten hikmet ne oldu?
Kur'an ve hadisler dışında en çok başvurduğum kitaplar başta tefsirler olmak üzere (onların içinde de Elmalılı ve Kur'an Yolu tefsiri önde gelir) İslam Ansiklopedisi, Kur'an kavramları üzerine yapılmış çalışmalar, hadis şerhleri, çağdaş siyer müellifleri, tasavvuf üzerine yazılanlar, güncel dinî problemlere dair eserler ve bir de dediğiniz gibi İhya. Dinî kaynaklar dışında sosyal bilimlere dair kaynaklardan da çok istifade ettiğimi belirtmeliyim. Tabii takdir edersiniz ki ben bir akademik araştırmacı olmadığımdan bu kitaplar genellikle ikincil kaynaklardır. İlahiyatla ilgili birincil kaynaklar üzerine zaman zaman bir iki arkadaşla birlikte okumalar yapıyoruz. Fakat şahsen ben zaman kazanma açısından akademisyenlerimizin ve âlimlerimizin yaptığı araştırmaların sonucu olan ikincil kaynakları okumayı daha çok tercih ediyorum.
İhya'ya ilgim Kur'an kursu talebesi olduğum yıllarda başlamıştı. O yıllar, yaşımız itibariyle aynı zamanda kimlik oluşumu dönemiydi ve biz kendimize harıl harıl modeller ararken rahmetli Hasan el-Benna'nın hayatı ve çalışmaları üzerine birkaç kitap okumuştum. Orada onların arkadaşlarıyla birlikte baştan sona, döne döne İhya okuduklarını (bir nevi İhya hatimleri) öğrenince bir grup arkadaşımızla biz de başlamıştık okumaya. Bitirdik de. Sonrasında İhya hep elimiz altında bulunmuş ve sık sık yararlanmışımdır. Son bir iki senedir de vaazlarımdan birini İhya dersine ayırdım. Satır satır okumuyorum tabii. Ama gelenler hangi tercümeden okuduğumuzu, hangi bölümde olduğumuzu biliyorlar ve ona göre takip ederek sorularını sorabiliyorlar. Gazali merhumun dinî meseleleri, insan ruhunun ve toplumsal etkileşimlerin en girift noktalarına kadar nüfuz ederek açıklamasını ve yazdıklarındaki büyük manevi gücü çok etkileyici buluyor ve bu güce dayanmak istiyorum belki…
Başta siz olmak üzere bir vaizin, vaizenin kitaplarla arası nasıl olmalı? Günümüz ve yakın tarih yazarlarından kimleri severek okuyorsunuz ve kimleri tavsiye edersiniz?
Bana göre bir vaiz, ilim dünyası ile halk arasında kitaplardan oluşan bir köprü kurabilen insandır. Bu köprüyü her iki tarafın etkili bir şekilde kullanabilmesi için de sözün gücünden yararlanmalıdır. Bu köprü sadece ilim dünyasından halka doğru işleyen bir köprü olmamalıdır. Yani bir taraftan -dinî olsun olmasın- ilim dünyasının ürettiği ilmî bilgiyi halka götürürken halkı da ilim dünyasını merak etmeye, incelemeye, katılmaya ve kitaplardan oluşan bu köprüyü geçmeye teşvik eden bir tutum içinde olmalıdır. Okumayı ve anlatmayı seven biri olarak bu konuda avantajlı olduğumu düşünüyorum. Şükürler olsun Rabbime.
Severek okuduğum pek çok yazar var. Bunlardan bir ikisini saysam diğerlerine haksızlık etmiş olur muyum bilemiyorum. Ama sanırım hiç isim vermemek de uygun olmaz. Hiç olmazsa eserlerinin birçoğunu okumuş olduklarımdan ilk aklıma gelenleri sayayım. Elmalılı Hamdi Yazır, Muhammed Hamidullah, Hayrettin Karaman, Ali Şeriati, Seyyid Kutub, Seyyid Hüseyin Nasr, Süleyman Uludağ, Kemal Sayar, İsmet Özel, Alberto Manguel, Engin Geçtan, Erich Fromm, Umberto Eco, Amin Maalouf, Salah Birsel, Ahmet Turan Alkan, Sezai Karakoç, Nevzat Tarhan ilk aklıma gelen isimler.
Modern müslüman şiiri hakkında ne düşünüyorsunuz. Diğer kitapların yanında şiirlerin sizde yeri nasıl?
Bu alanda söz söylemeye haddim olduğunu sanmıyorum.
Bir Vaizenin Günlüğü adlı kitabınızın bir kısmında arkadaşınız Yüksel ile beraber uzun dinî tartışmalar yaptığınızı, bu tartışmalara elinizdeki Kur’an mealini de dâhil ettiğinizi yazmışsınız. Ve bölümün ilerleyen kısmında ‘80 öncesi nesil’ hakkında bir çözümlemeniz var. Size göre o kuşağın şimdikinden farklı bir heyecanı ve dinî yaşantısı vardı. Peki ne oldu da ‘80 öncesi ve ‘80 sonrası diye bir ayrım ortaya çıktı?
Ben orada yeni ve bilinmeyen bir şey söylemedim. Herkes bilir ki ‘80 sonrası kuşak daha apolitik, dünya meselelerine ve ideolojik tartışmalara daha az ilgili, daha çok kariyer ve kişisel haz odaklı bir nesildir. Böyle olmayı da onlar seçmemişlerdir ve bu bir tesadüf de değildir. Bu bir projedir. Karar verici mekanizmaların bilinçli bir şekilde ürettiği yeni dünya insanıdırlar. Bunda ekonomik refahın artmasının, dünyanın gidişatının ve küçülen dünyada kültürler arası etkileşimin kolaylaşmasının, eskinin mücahitleri olan bugünkü ana babaların geçirdiği dönüşümlerin ve daha benim bilemediğim pek çok faktörün de payı vardır elbet. Bizim, bütün dünyadan kendini sorumlu hisseden ve bu sorumluluğu kurgusal bir romantizm olarak değil, bir yaşam biçimi olarak benimseyen kuşağımızla bugünün pragmatist, konformist, hedonist yaşam tarzı arasında bir mukayeseydi herhalde o sözler. Bu ifadelerin yeni nesilden şikayet olarak değil, bu dönüşümü yönlendiren ve alet olan biz yetişkinler için bir özeleştiri olarak okunmasını dilerim.
İş hayatındaki bir kadın; evi, çocukları ve işleri arasında nasıl bir denge kurmalıdır? Yoğun hayat akışınızda çocuklarınızla ilgilenirken siz hangi konular üzerine hassasiyet gösteriyorsunuz?
Çok basit. Çocuklarınızın size bir anne olarak daha fazla ihtiyaç duydukları yaşlarda yoğun bir iş hayatı yaşamayarak… Bunu organize edebileceğiniz bir meslek seçerek. Bir çocuk dünyaya getirdiğinizde ona karşı sorumluluğunuzun birincilliğini içten benimseyerek. Ve bütün bunları kendinize acıyarak değil, gerçek bir işe yarama duygusu ve mutlulukla yaparak.
Verdiğiniz seminerlerde kadının dinî vazifelerinden bahsederken hangi konulara öncelik verirsiniz?
"Kadının Dini Vazifeleri" diye bir seminer vermiş miyim, hatırlayamadım şimdi. Sanırım alt başlık olarak bu konuyu nasıl ele aldığımı soruyorsunuz. Her insan hayatta çeşitli konumlarda, çeşitli sorumluluklar üstlenir. Bunların başta geleni ve herkes için geçerli olanı kulluk sorumluluğudur. Bundan sonra sırasıyla evlat olma, eş olma, akraba olma, ana-baba olma, çalışan olma gibi yakından uzağa bütün rollerimize dair sorumluluklar gelir ve bunlar da kişiden kişiye değişir. Evlenmemiş birinin sorumlulukları ile evli, çoluk çocuk sahibi birinin sorumlulukları bir olabilir mi? Bir de bu sorumluluklar birbirini etkiler. Benim kişisel tercihim öncelikle sorumluluk bilinci, hesap vereceğimiz gerçeğini hatırlatma ve rollerle vazifelerin ilahi taksimi ile sosyal gerçeklikler arasındaki dengeyi hatırlatmaya yöneliktir. Her türlü insan ilişkisinde zulmetmeme ve zulmü kabul etmeme prensibinin esas olması gerektiğine yürekten inanıyorum, ne kadar başarabilirsek artık.
Paranın insanların inancı haline geldiği günümüz modern toplumunda, özellikle her türlü sapkınlığın yaşandığı üniversitelerde Müslüman bir genç, imanını korumak ve ilmini artırmak için ne yapmalı?
Onlara, Müslüman arkadaşlardan ayrılmamayı, okumayı, okuduklarını paylaşmayı, inanç ve düşüncelerini bilgi üzerine inşa etmeyi ihmal etmemek ve eğer bunları kendi imkânlarıyla yapabilecek sosyal ve bilinçsel güce sahip değilse bu imkânları ona sağladığına inandığı Müslüman toplulukların çalışmalarından yararlanmalarını tavsiye ederim. Gençlerin din eğitimi konusundaki şahsi düşüncem, herkesin, kendi alanında derinleşmesi, dinî bilgileri de öğrenmesi, kendisine farz olanları önceleyip diğer üst bilgileri zamana yayarak çalışması gerektiğini düşünüyorum. Gençlerin bazı çelişkileri var. Hem ilahiyat okumayı tercih etmiyorlar hem de başka bir alanda okumaya başladıktan sonra kendi alanlarında yetkin bir mütehassıs olmak üzere derinleşmeye çalışacakları yerde başlıyorlar tefsir, hadis derslerinin detaylarıyla ilgilenmeye. Sonuçta her şeyden yarım yarım bilen, hiçbir konuda uzmanlığına güvenemediğimiz, işinin ehli olma konusunda zayıf ama coşku dolu bir sürü vasat insan çıkıyor ortaya. Bu insan tipini tehlikeli buluyorum âcizane. Her şeyden az az bilmek insana çok şey bildiği duygusunu verirse bir de “cehl-i mürekkep” dediğimiz “ne bildiğini ne bilmediğini bile bilmemek” hali çıkıyor ki ortaya gerisini siz düşünün. Bu tehlike herkes gibi biz vaizler için de söz konusudur. Allah zihnimize aydınlık, hedeflerimize isabet versin.
80’li yıllar vaizlerin yılları idi biraz da. Timurtaş Hoca, Şevki Yılmaz, Emrullah Hatipoğlu gibi bir kısım vaizler meşhur ve etkili idi. Günümüzde vaizlerin etkisi azaldı mı veya neden azaldı?
Ben bu değerlendirmeyi hakkıyla yapabilecek konumda değilim. Sadece saydığınız hocaefendileri düşününce kitleleri etkilemede ilim, ahlak, hitabet kudreti gibi olmazsa olmaz vasıflarına ilaveten hepsinde olumlu manada taşkın bir coşku halinin de var olduğunu görürüz. Ama bu coşku onları ilim dairesinin dışına taşıran bir coşku değildi. Tabir caizse ağırbaşlı bir coşkuydu. Kanaatimce bugünkü yeni nesil vaizlerde akademik duruş dediğimiz (kimse alınmasın ama) soğukluk ve donukluk ağır basıyor, ruh dediğimiz coşku eksildikçe etkinlik de azalıyor.
Sonpeygamber.info sayfasının kurulumuna öncülük ettiğinizi biliyoruz. Bu sayfayı açarken neyi hedeflediniz? Amacınız sadece Peygamber Efendimiz'i (s.a.v.) insanlara daha iyi anlatabilmek miydi, yoksa O'nun hakkında çıkan hakaret içerikli yayınlara bir tepki mi?
Çıkış olarak bir tepkiydi. Ama bu tepkinin yerel ve geçici olmasını istemedik. Hem evrensel bir araç kullanmak, hem de ilme dayalı soğukkanlı bir tepki vermek istedik. Büyük bir ekip işi olan bu çalışmanın bir zamanlar bir ucunda yer almış olmak hayatımın en mutlu hadiselerinden biridir.
Abdullah Said Can konuştu