Nedir bizi telaşa sürükleyen? Zaman mı? Önyargılarımız mı?

Derya gönüllü olmak bazılarının zannettiği gibi sadece insanın şahsi nezaketini ilgilendiren bir mesele değildir. Bu bir bilinç meselesidir. İnsanın varlığın anlamını idrak etmesiyle bağlantılıdır. Önyargısız insan bilgedir, yiğittir, ölçülüdür ve adaletlidir. Zira erdemlidir. Bilgeliği akla ve bilgiye dayanarak doğru kararlar almayı sağlayan bir yeti olarak değerlendirir. Kısır davranışların çok uzağındadır.

Nedir bizi telaşa sürükleyen? Zaman mı? Önyargılarımız mı?

“Tencerenin yavaş yavaş kaynaması lazımdır. Birden delice kaynayan yemekten hayır gelmez.

Cenab-ı Hakk, şüphesiz ‘Ol!’ diye bir anda kâinatı yaratmağa kâdir iken niçin altı günde yarattı? Ki her bir gün de bin yıl kadardı.

Çocuğun da yaratılışı dokuz aydır. Çünkü yavaş yavaş oluş Cenâb-ı Hakk’ın hikmetidir.

Âdem’in yaratılışı da kırk gün sürdü. O çamur yavaş yavaş kemâl buldu.”

(Mesnevî, VI:1232-1237)

Kimin için?

Bazen ne çok acele ediyoruz… İnsanlar konusunda ne kadar çabuk karar veriyoruz ve bir anda bir renge boyayıp bir köşeye dayıyoruz. Aslında en önyargılı, en kör olandır. Bu konuda en hassas olan da kendisinin önyargılı olduğunu peşin kabul edip kendini sürekli kontrol etmeye çalışandır. Pek çoğumuz önyargılıyız çünkü bize bir radyasyon gibi görünmez bir şekilde çevrenin değerleri ve önyargıları sirayet etmektedir. İnsanoğlu muhakkak, bir çevrede, yani toplum içinde küçük yaştan başlayarak kimlik ve inançlarını belirler. İnsanoğlunun yaşadığı çevre itibariyle bilinci etkilenir ve biz doğal olarak bunu kendimize ait bir bilinç olarak içselleştiririz. Aynı coğrafya ve kültür havzasında yaşayan insanların birbirlerine benzemeleri, diğer coğrafyalarda ve kültür havzalarında yaşayanlara benzememeleri bu sebepledir. Daha dar manada, sadece olumlu olarak değil olumsuz olarak da aile, yetiştiğimiz çevre, içinde bulunduğumuz siyasi ortam ve daha pek çok unsur önyargılarımızın temelini de oluşturur.

Ne güzel söylemiş oysa Mevlana Hazretleri: “İnsanları iyi tanıyın, her insanı fena bilip kötülemeyin, her insanı da iyi bilip övmeyin.”

Nedir bizi telaşa sürükleyen?

Zaman mı?

Önyargılarımız mı?

Kısır düşünceler mi?

Kimin için acele ediyoruz?

Kendimiz için mi?

Bir soralım bakalım, bir an düşünelim.

“Dövene elsiz gerek,

Sövene dilsiz gerek,

Sen derviş olmazsın,

Derviş gönülsüz gerek”

Neden böyle gani gönüllü bu insanlar hiç düşündün mü dostum? Onları bu denli dingin ve bir dağ gibi yüce yapan ne?

Derya gönüllü olmak bazılarının zannettiği gibi sadece insanın şahsi nezaketini ilgilendiren bir mesele değildir. Bu bir bilinç meselesidir. İnsanın varlığın anlamını idrak etmesiyle bağlantılıdır. Üst bir bilinç hâlidir. İnsanın nefsini tanıması ve bilmesi buradan yola çıkarak bütün kâinatın sahibini bilmesiyle alakalı bir tavırdır. Doğal olarak üstün bir iradeyi barındırır içinde. İmam Gazzalî’nin nefsi “İnsanın kendisi, insandaki bilen ve algılayan latife, manevi bir cevher” olarak tanımlaması boşuna değildir.

Allah’ın kullarından bazıları var ki okyanus gibi.

Her gördüğü kötülüğe iyilikle karşılık veriyorlar.

Sürekli uyarmak yerine susuyor, hatta gülümsemeyi tercih ediyorlar.

Neden acele etmiyorlar?

Dışlamayıp kucaklıyorlar?

Davranışlarımız salt duyusal algıya dayanmış olsaydı, kişiden kişiye göre değişirdi. Bu sebeple günümüzde önyargılar ile boğuşuyoruz. Önyargılı insan doğru bilgi ya da erdem sahibi olamaz zira başkalarına karşı davranışları gelip geçici bir temele dayanmaktadır. Bu nedenle erdem sağlam, sürekli, kalıcı ve değişmeyen bir alanda aranmalıdır. Duyuların sağladığı bilgi, mükemmellikten yoksun olacağından, hak ve adalet kavramlarından da giderek uzaklaşır.

Önyargısız insan bilgedir, yiğittir, ölçülüdür ve adaletlidir. Zira erdemlidir. Bilgeliği akla ve bilgiye dayanarak doğru kararlar almayı sağlayan bir yeti olarak değerlendirir. Kısır davranışların çok uzağındadır.

Mevlâna, insanları önyargıya sevk eden aceleciliğe dair ikazlar yanında; önyargının diğer çürük temeli olan bilgisizliğe ve zararına işaret eder sohbetlerinde.

Neden böyle gani gönüllü bu insanlar hiç düşündün mü dostum?

Onları bu denli dingin ve bir dağ gibi yüce yapan ne?

Onlar ki eylemlerinin karşılığını kimden almayı bekliyorlar?

Nedir onları bu denli güçlü kılan?

Mevlâna yetersiz bilgi ile hüküm vermenin veya kıyasta bulunmanın, insanı düşüreceği vahim veya gülünç durumu bir hikâye ile anlatır:

Bir sağıra “Komşun hasta oldu” derler. Sağır kendi kendisine; “Bu ağır kulaklarımla onun sözlerini nasıl duyarım? Üstelik hastanın sesi de zayıf çıkar. Lâkin gitmek de lâzım. En iyisi, o dudaklarını hareket ettirdikçe, ben de sözlerini tahmin ederim. “Nasılsın” derim, o da; “Hamdolsun, iyiyim” der. Şükrederim, sonra ne yiyip içtiğini sorunca; “Mercimek çorbası veya şerbet” der. “Âfiyet olsun” der ve hekiminin kim olduğunu sorarım. Komşu bana “Falan hekimdir” der. Ben de; “Onun ayağı mübarektir. Gittiği yerde hastalık yok olur. Biz onu denedik, çok iyidir. Nereye vardıysa maksat hâsıl olur” derim. Sağır adam bu cevapları ezberleyerek hasta komşusuna gider. Hâlini sorar. Hastanın, “Ölü gibiyim” demesine şükredince hasta üzülür, öfkelenir. Ne yediğini sorunca, hasta; “Yılan zehri” der. Sağır da; “Âfiyetler olsun” der. Sonra; “Acaba hekimlerden tedavi için gelen kimdir” deyince; hasta kızgınlıkla, “Azrail’dir!” der. Sağır da; “Onun 5 işi gâyet mübarektir” der ve hastanın yanından sevinçle çıkar, evine dönerken komşuluk hakkını yerine getirdiği şükreder. Hasta ise; “Bu adam bizim can düşmanımızmış, kötü niyetli bir komşu imiş” diyerek öfkelenir, hastalığı iyice artar. (Mesnevî, I:3466-3500)

Onlar acele ile verilmiş kararların zararını bilirler.

Çünkü onlar kendilerini yaratanı tanırlar.

Çünkü onlar gönül gözleriyle bakarlar.

Çünkü onlar bilirler ki Allah kendi için yapılan zerreyi ziyan etmeyen, gören, işleyen ve takdir edendir.

Fikirlerini körü körüne savunup değiştirmeyenler neyi değiştirip, dönüştüreceklerini sanıyorlar ki… Bu tavırla onlar hiçbir şeyi değiştiremezler. Önyargılarından kurtulmayanlar asla kendilerini anlayamazlar ve doğal olarak da hiçbir insanı anlayamazlar. Bu anlamsız garip cehalet ne acı ve karanlık bir yoldur.

İşte o kullar var ya, o kullar onların acele ve bilgisizlik üzerine kurulan önyargıdan kaçınmak konusundaki öğütlerine uymak büyük zenginliktir.

İnsanlarla iletişim kurduğumuz zaman olayların özünü bilmeden, insanları yakından tanımadan varılan peşin hükümlerin bizi yanıltacağını unutmamak gereklidir. Bu da ariflerin sesine kulak vermekle peklik kazanır.

“İnsan büyük bir şeydir ve içinde her şey yazılıdır. Fakat karanlıklar ve perdeler bırakmaz ki insan içindeki o ilmi okuyabilsin. Bu perdeler ve karanlıklar; bu dünyadaki türlü türlü meşguliyetler insanın dünya işlerinde aldığı çeşitli tedbirler ve gönlün sonsuz arzularıdır.” der Mevlana hazretleri.

O, bunu bilerek yaşayanlardır efendim.

O, Allah’tan başka kimseden bir şey beklemeyendir efendim.

“İnsan gözdür görüştür gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa değeri o kadardır” der Mevlana Hazretleri.

Dileyelim ki Rabbimiz ufkumuzu açsın efendim.

Bizler de onlar gibi mutlak güç sahibi Rabbi bilenlerden olalım dostum.

“İnsanı ateş değil kendi gafleti yakar; Herkeste kusur görür kendisine kör bakar. Neye nasıl bakarsan o sana öyle bakar” der Mevlana Hazretleri.

Önyargıların elinde tutsak olmayalım.

Acele ile kararlar verip zaman içinde utanıp kimsenin önünde eğilmeyelim.

“İnsanlar günahları ile övünüyor sevaplarıyla alay ediyorlarsa şeytan yüreklerinde tavaf ediyor demektir” der Mevlana Hazretleri.

Gelin efendim onun dediği gibi “İnsanları iyi tanıyın, her insanı fena bilip kötülemeyin, her insanı da iyi bilip övmeyin!”

Hadi şeytanı tavaf ettirmeyelim.

Bahadır Yenişehirlioğlu

Makas dergisi, Sayı: 6

YORUM EKLE
YORUMLAR
Cem munzur
Cem munzur - 1 ay Önce

Yaman dedeyi araştırırken sayfanızla karşılaştım.vermiş olduğunuz bilgilerden dolayı teşekkür ederim