Ulu Cami'de o hattaki ayrıntı ne?

Bursa’da Ulu Cami’nin hatlarında, hattat Şefik Bey’in incelikli bir düşüncenin ürünü bir imzası var..

Ulu Cami'de o hattaki ayrıntı ne?

Artık kırk kat yabancı bile bilmektedir ki İslam medeniyeti isyankâr kentler değil, doğayla, insanla ve Allah’la uyumlu şehirler inşa etmiştir. Her iki medeniyeti de yerleşim yeri inşa etme bakımından karşılaştırırsak eğer, rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Batı medeniyeti, yerleşim yerlerinin merkezine büyük meydanları alır, Doğu ise camiyi. O halde isimlendirmeyi de şu şekilde yapabiliriz: Meydanı merkeze alarak inşa edilen ve Batı medeniyetinin ürünü olan yerler kent, camiyi merkeze alarak inşa edilen yerleşim yerleri ise Doğu medeniyetinin ürünü olan şehirdir. Şehir bizim, kent onlarındır. Biz şehiriz, onlar kent.

Bunun nedeni biraz da metafizik olanla kurulan ilişkide aranmalıdır. Batı, metafizik olana karşı bir kuşku beslemekte ve dünyayı öncelemektedir. Bu yüzden kentlerin nirengi noktası alanlar ve büyük meydanlardır. Büyük meydanlardır çünkü meydanlar hem kendini haykırarak göstermeye hem de isyana en müsait yerlerdir. İslam şehrinin kurucu unsuru, şehrin kalbi ise, müdavimlerinden diğergâm olmayı, mütevazı olmayı bekleyen camilerdir.

Bir yanda yükselme iştihası, diğer yanda derinleşme çabasıBursa Ulu Cami

Bu sebeple kent Batı’nın, şehir ise Doğu’nun ürünüdür. Bir yanda göğe inat, yüksek binalar dikme çabası varken diğer tarafta kalbî olana doğru derinleşme çabası vardır. Hristiyanî düşüncenin yeryüzündeki en belirgin tecellisi olan kent, göğe yükselen sivri yapılarıyla “Ben buradayım ve ben muhteşemim!” diye kibirli kibirli haykırır. Bu kibri göstermek için de gökleri pervasızca yarmak isteyen gökdelenler diker hükümran olduğu yerlere. Amaç, gücünü ve üstünlüğünü bu şekilde gösterip başkalarını etkilemektir.

Bu haykırıştan etkilenmemek de, kabul etmeli ki dünyada yaşayan bizler için çok zordur. Niceleri, kulaklarına çarpan bu sarsıcı ve iğva edici haykırışın etkisiyle gözünü kente dikmiş, gördüğü şaşaa karşısında da kente teslim olmayı yeğlemiştir. Kente teslim olmuştur çünkü bu dünyevî ihtişamı gözüyle görmüştür. Göz ise bizim dünyaya açılan naif penceremizdir ve o, ancak dış dünyada gördüğünü bilir, dış dünyada gördüğünden etkilenerek önce şaşakalır,  sonra teslim olur.

Bir de şu unutulmamalı: Bazı insanlar da ısrarla ve inatla dünyayı istemektedir. Dünya da, kendisini isteyenlere istediğini vermekten imtina etmemektedir sonuçta.

Her şey, insanın kendiyle ve kalbiyle baş başa kalmasına ayarlı

Kent ne kadar görünür olmaya meraklıysa, şehir de o kadar gözlerden yitip gitmek istemektedir. Kent, göğe yükselen gökdelenlerle varlığını belli eder. Şehir ise, en büyüğü/en uzunu minareler olan yapılarla kendini gösterir. Biri ne kadar kibirle gözlere görünmek isterse, diğeri de o kadar gözlerden yitmek istemektedir.

Kentin gözleri dışa dönüktür, şehrin gözleri içe. Biri görünür âlemde yolculuk yapmak isterken diğeri de görünmez âlemdeki yolculuğun peşindedir. Biri merdivenlerle göğe tırmanmak ister, diğeri ise kalbe doğru derinleşmek ister.

Bursa Ulu CamiAslında bunu ibadethanelerin iç süslemelerinde de görmek mümkün. Kentlerin ibadethaneleri de kentler gibi kendini gösteren bir havai tavır içinde rengârenk ve alabildiğine göz alıcı. O kadar göz alıcı ki, insan kendini unutuyor. Oysa şehrin mabetleri öyle mi? Şehrin mabetlerinde her şey, insanın kendiyle ve kalbiyle baş başa kalmasına ayarlı.

Duvarlardaki hatlar mesela… Bir hatta baktığında insan, kendini ister istemez yola koyulmuş bir yalnız yolcu gibi hissediyor. Ve bu yol naif kıvrımlarla uzayıp gidiyor. Uzayıp giden yolu andıran hatlar öyle ince bir duyarlılıkla yazılmış ki, bu yolculuğa başlayan biri, çıktığı bu yolculuğa kalbinde devam ediyor ister istemez.

İşin en güzel tarafı da, insanları bu yolculuğa çıkartan bu hatların hattatları da, başkalarının çıkmasını diledikleri bu yolculuğa önce kendileri çıkıp derinlere, taa en derinlere inip gözlerden yitmişlerdir.

İç âlemin yolcusu bir hattat ve o hattatın yardımcısı

1855 depremi, Bursa’yı nerdeyse taş üstünde taş bırakmamacasına yıkar. Yıkılan sadece evler değildir. Camiler de nasibini almıştır bu depremden. Bursa Ulu Camii’nin birçok kubbesi çöker, duvarları çatlar, yıkılır. Bu afetten duvar süslemeleri ve hatlar da nasibini alır.

Bursa Ulu Camii’nin yıkıldığını duyan Sultan Abdülmecid, caminin onarılmasını emreder ve onarım için İstanbul’dan hem para hem de personel gönderir. Caminin kubbelerinin ve duvarlarının onarımının bitmesinden sonra, sıra hatlara gelmiştir. Hatların yazılışı için gönderilen kişilerden biri de Şefik Bey’dir. Yardımcısı da, Mücellidbaşı Mehmet Efendi’dir.

Yaklaşık üç buçuk sene devam eden hüsn-i hat çalışmaları bittiğinde ortaya çıkan eserler, Ulu Cami’nin bir “Hat müzesi” sıfatını almasıyla sonuçlanan eserlerdir.Bursa Ulu Cami

İbnülemin Mahmud Kemal neye sitem etmişti?

Hüsn-i hat çalışmaları biter ve hattat Şefik Bey, kendisi ile kendisine yardımcı olan Mücellidbaşı Mehmet Efendi’nin isminin geçtiği bir beyitle bunu tescil eder. Bu beyti okuyup yanlış yorumlayan İbnülemin Mahmud Kemal İnal, hattat Şefik Bey’i, kendi ismini geçirdiği bir beyit yazdığı için kınar. İbnülemin, “eseri, sanatçıyı anlatmaya yeter” gerekçesine sığınarak bu eleştiriyi yapar ama gözden kaçırdığı bir şey vardır: Beyitte geçen Mehmed Şefik ibaresini o, tek kişi olarak yorumlamaktadır. Oysa beyitte Mehmed Bey ve Şefik Bey olmak üzere iki farklı kişiden söz edilmektedir. Bir bilgi eksikliği, İbnülemin’in olayı yanlış anlamasına ve sonuçta da yanlış yorumlamasına yol açmıştır.

Beyitteki incelik…

Oysa gerçek bir hat ustası olan Şefik Bey, yazmış olduğu hatların kendisine ait olduğunu gizlemiş,  yardımcısı Mücellidbaşı Mehmet Efendi’nin adını öne çıkarmıştır. Şefik Bey, kendisine yardım eden Mücellidbaşı Mehmet Efendi’nin adını kendi adından önce yazdığı gibi, kendisine de “güçsüz, aciz” anlamlarına gelen “natüvan” sıfatını uygun görerek kendisini iyice gözlerden ırak kılmış, kendi iç dünyasındaki yolculuğa devam etmeyi yeğlemiştir.

Ahmet Serin, bir ayrıntıdan yola çıkarak bir dünyayı anlamaya çalıştı

YORUM EKLE
YORUMLAR
mert
mert - 6 yıl Önce

şehir ve kent arasındaki fark yorumunuza katılmıyorum. avrupada 30 şehir gezdim. hiçbirinin merkezi meydan değildir. aksine en görkemli duamo dedikleri klişelerdir.şehir merkezlerinde elbette büyük alanlar vardır bu sosyalleşmenin olgusudur. siz meydan gördüğünüzde isyan anlayabilirsiniz, ama adamlar böyle anlamıyor. Keza Camilerde başlayan çok isyan vardır tarihte. çünkü bizde toplanma yeridir... şehir ve kent arsındaki fark cami meydan değil, içindeki insanın kafa zihniyetinden geçer.