“Muhabbet dilinden kim anlar/ Perdeyi ko akıl mı kalır/ Aşk-ı muhabbet hırkası giy/ Varsın bize deli desinler” Var Eşrefoğlu Rumi'nin yanına, bir vakit namaz kıl, Davud el Kayseri'ye Fatiha oku, çınarlı yoldan yürü, Gazi Süleyman Paşa Medresesi'nde Osmanlı medeniyetini tefekkür et, gölün kenarında yeşil mavi arası demli bir çay iç... Özeti bu olan İznik şehrini temaşa ettikten sonraki hedefim Allah dostlarını ziyaret etmek; Osmanlı medreselerini mayalayan ilk akıl Davud el Kayseri, şehrin manevi sahibi Eşrefoğlu Rumi ve diğer hazirun ile muhabbetleşmek niyetindeyim. İyi adamların farklı dönemlerde yaşamış olması bizi aldatmasın, onlar Osmanlı medeniyetini omuzlayan ve yükselten akıl-kalp birlikteliğini temsil ediyorlar. Bu işin sırrını tefekkür etmek, o güzel insanların hayatlarını, eserlerini okumak, izlerine basmak bizleri yeni bir iklime sokacaktır. En azından benim için durum böyle.
Yolculuk Pendik Sahil Camii'nde öğle namazı ile başladı. Cami bahçesinde vapur saatine kadar çayımı içtim. Yol güzergâhına yakın vapur imkânı varsa planı buna göre yapmaya gayret ediyorum. Üç tarafı deniz ile çevrili ülkemizde mümkün olsa da her yere vapurla ulaşabilsek. İmkan var, sefer yok! Yalova'dan İznik'e dolmuşla gitmek mümkün. Çok geçtiğimiz; fakat soluklanma fırsatı bulamadığımız Yalova'da Rüstempaşa Camii'ni ziyaret ediyorum. İkindi namazını kıldığım cami doluydu. Yan masada bir âlim, masadaki gruba takdim ediliyordu; "Arapçası çok iyidir." Vaktim olsa müsaade isteyip masanın kenarına ilişirdim.
“Madem selam vermeye geldin, böyle vermelisin”
Yalova'dan akşam üzeri bindiğim İznik dolmuşu gün batarken şehre giriş yaptı. Yolculuk boyunca göl manzaralı bir çok köyün içinden geçtik. Zeytinlikler ve diğer tarım ürünleri, bu münbit toprakların bizlere hediyesi; değerini ve şükretmesini bilirsek. Böyle tatlı su gölü kaç tane var? Kalacağım yeri zorlanmadan buldum, hemen yatsı namazı için dışarı çıktım. Yatsıyı Eşrefoğlu Rumi Camii'nde kılmaya niyet ettim, şehrin manevi sahibine selam vererek beldeye giriş izni almış olacağım inşallah. Namaz bitti, cami yanındaki üzeri açık türbenin tam karşısındaki banka oturdum. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Bir adam yanıma geldi, selamdan sonra başladı anlatmaya: "Bu ağaçlara bak, bir de muhteremin hizasında olan ağaca bak, diğerlerinde hafif kıvrım var; fakat bu dosdoğru." Mecazen bana diyor ki orada oturmak nasip oldu, o zaman ağaç kadar senin de nasibin olsun inşaallah.
Sonra birkaç şey daha anlattı ve hazirenin kapısını açıp, üstü açık, baş tarafında âlimliğin işareti sarıklı mermer taş olan mezarın yanına yaklaştı. Eşrefoğlu Rumi'ye selam verdi, sonra bana dönerek "Gel" dedi. “Madem selam vermeye geldin, böyle vermelisin” der gibi usulü gösterdi. Mezarın baş tarafındaki sarıklı baş kısımla adeta yaşıyor gibi selamlaştık. Önce sağ, sonra sol, sonra tekrar sağ. Tam son selamı verirken "Kokla" dedi. Kokladım, taştan tarifsiz bir rahiya yükseldi. Akıl peşimizde ya, dedim ki "Biri mis sürmüştür." Oysa açıkta bulunan taşa mis mi dayanır, sabah namazı da aynı kokuyu alınca aklı kenara bırakıp “buna mis dayanmaz, bu koku başka koku” dedim. Her neyse aklı fazla yormayalım, muhterem oradan geçen birine seslendi: "Kokuyu aldı" Hazret burada! Biraz ayaküstü sohbet, sonra Hazret'e en yakın çay ocağında demli bir muhabbet. Büyük organizasyon yapsak, her şeyi planlasak bu muhabbet olur mu? İşte, seyyahın işi zuhurata tâbi olmaktır. Bir yolcu gibi yaşa, sadece menzilini unutma! Elhamdulillah. Dervişe dedim, bak ben yazan biriyim, seni meşhur ederim. Dedi "Bizi etkilemez, adım Kamil Okkalı, hatta fotoğrafımı da çek." Biz Kamil Ağabeyi İznik'ten iyi adamlar defterimize kaydettik. Sizin de bir gün yolunuz Eşrefoğlu Rumi'nin yanına düşerse o sizi bulur.
Sabah namazı, yatsı vakti bereketinin pekişmesine vesile oldu. Namaz sonrası kuşluk vakti Eşrefoğlu Divanı'nı açtım ve onunla muhabbet ettim.
"Yine Dost'un kokusu geldi câne
Yine can mest olup oldu revâne
Erüp aşk leşkeri taraş edüben
Yıkıp gönlüm evin kıldı virane
Beni benden giderdi kendi geldi
Kamu mülkümü aşk tuttu şehane
Verip bu akl ü cânı aldım
Gözün assı erer mi bu ziyâne
Din ü dünya kamusun Dost yoluna
Virem aldanmayam küfre imane
Diseler aşkı ko al ne dilersen
Diyem aşksız cihan değmez samane
Bu aşk ağır bahalı gevher olur
Bu aşkın kıymeti yokluk olur bil
Beha yetürmediler yok olane
Çü aşkın misli yok sen dahi yok ol
Ki sana aşk ola genc-i nihane
Gözüm açtı bu aşk gösterdi yolum
Bana aşk oldu mürşid-i yegâne
Nikabın götürdüm gördüm cemalin
Vücud imiş nikap olan hemâne
Çü aşk oduna varlık yandı küllî
Dahi kalmadı ayruk hiç bahane
Deme bu râzı Eşrefoğlu Rûmi
Bu sırra mahrem bîgane
Bulunmaz bu cihanda doğru bir yâr
Acep olmuşdürür şimdi zemâne"
“Neyim varsa aldı götürdü”
Beyitlerden de hoş rahiyalar yükseliyor. Medrese tahsili Eşrefoğlu Rumi'yi doyurmaz. Abdal Mehemmed Hazretleri adlı meczubun huzuruna varır, muhterem Eşrefoğlu'ndan köfteli çorba ister. Eşrefoğlu bulamaz; meczup, toprağı çorbaya karıştırıp köfteli çorba yapar ve keramet gösterir. Talibi de Emir Sultan'a gönderir. Emir Sultan, Hacı Bayram Veli Hazretleri'ni işaret eder. Yaşları yakın olmasına, Eşrefoğlu'nun itibar beklemesine karşın Bayram-ı Veli onun nefsini ezerek terbiye eder. Bu zor eğitim sonunda Eşrefoğlu'nu kendine damat alır. İznik'e dönen Eşrefoğlu hâlâ tatmin olmamıştır. İçindeki aşk ateşi dinmek bilmez. Şeyhine sorar; "Yol bu kadar mıdır?" Hacı Bayram Veli: "Bir velinin bin sene ömrü olsa, envâ-ı mücahedat ve riyazat eylese, henüz enbiyadan bir nebinin kademi vardığı yere velinin başı varmak muhaldir." (Bursalı Mehmed Veliyyüddin, Eşrefoğlu Rûmi Hayatı ve Menkıbeleri, Bedir Yayınevi, İstanbul-1976, s 16)
Hacı Bayram Veli hepimizin kulağına küpe olması gereken bu konuşmadan sonra Eşrefoğlu'nu Hama'da oturan Kadiri şeyhi Hüseyin Hamevi'ye gönderir. Eğitim açısından o kadar çok incelik var ki hepsi ayrı incelemesi gereken konular. Sadece şuna dikkat çekelim. İstanbul'un manevi fatihleri Akşemseddin, Akbıyık Sultan gibi nicelerini yetiştiren Bayram-ı Veli damadını yetiştiremiyor mu? İşte bu noktada incelik şu: Eğitim kişiseldir, fıtrata göre olmalıdır. Bugün bu işler böyle yürümüyor, tefekkür edenlere bu kadar söz yeter. Hamevi Hazretleri, Eşrefoğlu’nun arkasından “neyim varsa aldı götürdü” diyecektir. Rabbim cümlesinden razı olsun. Talip olanları Eşrefoğlu Rumi Hazretleri'nin divanı ve hayatı ile ilgili çalışmalarla baş başa bırakıp henüz hareketlenmemiş İznik sokaklarında yürüyelim.
İznik’i sevmek için sebepler
Surlar ve şehir iç içe geçmiş, İznik sokaklarında yürürken bir ev bahçesinde kale duvarı karşınıza çıkabilir. Tarih ve şehir kol kola, kaldırımda bir sütun kalıntısına ayağınız takılabilir. İznik bu haliyle korunmalı, az katlı bahçeli evler muhafaza edilmeli. Diğer betona gömülen kadim şehirlerimiz düşünülürse İznik onlara göre biraz daha nasipli. İznik'i koruyan, ana yoldan içeride olması mı, göl yatağından korku mu, Bizans eserlerinin varlığı mı? Belki hepsinden bir parça var; iyi ki korunmuş, bahçeli ve az katlı evler insanı yormuyor. Sadece bu neden bile İznik'i sevmem için yeterli olur.
Osmanlı şehrinin belirgin öğeleri: Camiler, medreseler, türbeler, hamamlar, bahçeli az katlı birbirine saygısı olan evler, asmalı kahvehane ve çınarların süslediği yol. Sokak aralarında kabirler, tarihi yapılar kadim bir şehirde olduğumuzu her an hatırlatıyor. Fetih camii olarak düzenlenen Ayasofya Kilisesi, Orhan Gazi'nin hatırası. Sadece o değil tabii ki; hemen inşa ettirdiği medrese ve onun ilk hocası Davud el Kayseri. Nilüfer Hatun İmareti, hemen yanındaki Çandarlı imzası taşıyan Yeşil Cami. Orhan Gazi'nin oğlu Rumeli fatihi Gazi Süleyman Paşa’nın medresesi. Bir büyük gaziyi ve onun yolundan gidenleri işaret ediyor.
İznik yürüyerek gezilebilir. Çınarlı yoldan göl kenarına kadar tarihi şehre selam vererek yürüyebiliriz. Göl kenarında soluklanıp başka bir güzergahtan tekrar merkeze doğru yürümek kadim şehri tanımamızı kolaylaştırır.
Çok kanatlı bir âlim: Davud el Kayseri
Nilüfer Hatun İmareti civarında adını verdiği sokakta sırlı Davud el Kayseri'nin gölgesinde istirahat ettiği Osmanlı çınarının yanında da biraz soluklanayım. Osmanlı çınarı nasıl oldu da çok kısa sürede büyüdü ve kollarıyla cihanı şevkatli bir el gibi dirlik, düzen içinde adaletle muhafaza etti. Bunu iyi anlamak için eli kılınç tutan Orhan Gazi ve Süleyman Gazi'yi, Çandarlı gibi yöneticileri, eli kalem tutan Davud el Kayseri'yi, eli kalp tutan Eşrefoğlu Rumi’yi, eli iş tutan ahileri iyi tanımalıyız.
Davud el-Kayseri (1262-1350) hakkında yeterli çalışma olduğu söylenemez. Adına üniversite, kürsüler kurulması gereken bu büyük adamlar; eserlerini davetiye olarak sonraki nesillere bırakmış, kendilerine teveccüh gösterecek iyi adamları bekliyorlar. Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar'ın Dâvûd el-Kayserî hakkında yaptığı çalışma Kurtuba Kitap tarafından yayınlanmış. "Dâvûd el-Kayserî hem dinî hem de aklî ilimlerde derin bir vukufiyete sahip bir düşünürdür." ifadesiyle onun çok kanatlı bir âlim olduğunu hatırlatıyor. "Dâvûd el-Kayserî, geçmişte ve günümüzde onu vahdet-i vücûd düşüncesini anlamak için sınırlı bir açıdan ve özellikle Fusûs şerhi eseri ile okuyup değerlendirdiklerinden tam bir değerlendirmeye tâbi tutulamamıştır." cümlesi onu anlamaya çapımızın yetmediğini tarihe not düşüyor.
El-Kayseri nisbetinden büyük düşünürün Kayseri'de doğduğunu biliyoruz. Kaynaklardan aslının Sâvalı (Sâva/Savac) olduğunu öğreniyoruz. Hocaları Kadı Sıraceddin Urmevî (1198-1283), kendi döneminin Mısırlı, Konyalı âlimleri, Abdürrezzâk el-Kâşanî (öl. 1329), İbn Sertak... Bilinenler bunlar. Benim dikkatimi İbn Sertak'tan ders almış olmasının keşif serüveni çekti. Bilim tarihi üzerine kafa yoran ve elde ettiği bilgileri bugünün toplumunun istifadesine sunan değerli ilim adamı İhsan Fazlıoğlu’nun, Niksar'da Dâvûd el-Kayserî'nin İbn Sertak'ın iki eserini istinsah (1314-1316) ettiği bilgisinden hareketle matematik ve geometri dersi almış olabileceği düşüncesi bize çok önemli bakış açısı sunuyor.
Düşünelim, tüm kütüphanelerimiz elden geçse daha ne bilgiler ortaya çıkar, ilim haritamızın/ coğrafyamızın/ hafızamızın tarihi yeniden yazılır. Dâvûd el-Kayserî bu birikimle 1330'da eser yazmaya, 1336’da İznik Orhan Gazi Medresesi’nde talebe yetiştirmeye başlıyor. O güzel insanların eğitimi bitti mi? Hayır, talebe olursak bizi de okuturlar. Amel defterleri açık inşaallah. Rabbim rahmetiyle muamele eylesin. Amin. Biz kokuyu kaybetmeden yola devam edelim.
Eşrefoğlu'nun babasının kabrinin yerini öğrendim
Muhabbet yeni güzergahlar oluşturuyor. Eşrefoğlu Rumi ve Davud el Kayseri ile ilgili kitap bulmak ümidiyle girdiğim kitapçıda sadece kitap bulmadım; muhabbetleştik ve Eşrefoğlu'nun babasının kabrinin yerini öğrendim. Bu vesileyle şehirden ayrılma vaktini biraz tehir ettim. Sur dışındaki mezarlıkta Çandarlı ailesinin türbesini, Sarı Saltuk makamını, Eşrefoğlu'nun babasının türbesini ziyaret etmek nasip oldu. Araçla gidilmesi gereken tepedeki sancaktar Abdülvahap Gazi'ye uzaktan selam verdim.
Tekrar merkeze döndüm. En çok eser bırakan Şehzade Gazi Süleyman Paşa'nın medresesinde yorgunluk kahvesi ile seyahatimin bu bölümünü tamamladım. Yol kenarında birçok kabir ve türbe ile karşılaştım. Kimi Molla Fenari'nin hocası kimi talebesi. Kısaca ilim buradan Molla Fenari eliyle Bursa'ya taşınmış, Üftade Hazretleri eliyle de maneviyat Bursa'da derinleşmiş. Nasipse buradan Bursa'ya gideceğim. Molla Fenari ve Üftade Hazretleri'ne selam vermek, kokunun peşinden yola devam etmek niyetindeyim. Belki Eşrefoğlu'nun yaşayan torunu ile de karşılaşırım. Elhamdülillah yoldayız.
Cihad Meriç
Iznike bir cok defa gittim. Golunu, dagini, ilicasini gezdim. Hep yuzeyini gormusum. Sehrin ruh ve derinlik katan gonul ilim dostlari hakkinda bilgi edinmemistim tesekkur ederim.