Camiden boş çıkanımız azdır. Hemen herkes kendi için bir şey bulur camide. Bazen de rastlanır bir şeylere. Başka yerde, başka zamanlarda dikkati celbetmeyecek şeyler camide dikkat çekebilir. Dışarda bir güvercin sadece bir güvercinken, Sultanahmed Camii’nde Cuma namazına gelen güvercin, her gören için başka bir şeydir.
Kimler tarafından belirlendiği bilinmeyen, gün ve haftaların mahiyetine ilişkin hutbeler okunduğu bir Cuma namazında denk gelmiştim o güvercinlere. Gözümü, gönlümü, kalbimi ve kulaklarımı oyalayabileceğim, hutbenin muhtevasından ötürü hoşnutsuzca sağa sola dönmemi gerektirmeyecek o andan bir güzel sıyrılma bahanesi olmuştu benim için.
Ya da babasının elinden tutmuş ufacık canlar, camilerin içinde daha bir nurânîleşirler ve bakana dünya gamını unutturup, “ben” derdinden azıcık da olsa soluklanma fırsatı verebilir. Böyle şeylere rastlanabilir camilerde sıklıkla.
Bendeniz camide kardeşlerimin değdiği yerlere değmeye çalışıyorum. Çok aklıma gelmese de dışarıdan yürüyorsam bahçe duvarına parmaklarımı sürterek yürüyorum. Aynı şeylere dokunmak da bizim tek bir cümle olduğumuzu hatırlamamıza belki bahane olur diye ümid ediyorum. Aynı yerde durmak, aynı yöne bakmak, aynı gözleri kuşanmayı istemek; bizi ‘aynı’laştıran, cami denen mucizenin ruhumuza üflediğinin gönle vuran aksinin neticeleri.
Camilerin en çümbüşlü yeri tabii ki birbirimize dayanarak dizildiğimiz saflardır. Birbirimize dayanarak dururuz ayakta. Birbirimizi kollarız. Secdeye giderken ve secdeden dönerken. yek vücûd olup, tek bir olana karşı mümkün olduğunca güzel bir poz verme gayretinde oluruz.
Müslümanların alın izlerini arıyorum secde mahallinde
Hasılı camiler insanların teslim olduğu ve selamette olduğu yerdir. İnsanların en Müslüman olduğu yerdir. Halıların secdede baş koyulan yeri gönlün kurnasıdır adeta. Gelen yıkanıp gider. Derdini ve hüznünü oraya bırakır, peşin ödenmiş bir saadetle çıkar caminin kapısından. Güzel abimiz, kocaman şair Mürsel Sönmez secdeyi tarif ederken, “Dünyada tatmaktan en çok zevk aldığın şeyden daha tatlı, daha güzeldir secde.” demişti.
Bendeniz de camilerden herhangi birine günlük saçma telaşlarımdan döndüğümde, (Döndüğümde diyorum, çünkü cami bizim asıl evimizdir. Bu yüzden gidilmez camiye, dönülür.) Müslümanların alın izlerini arıyorum secde mahallinde.
Havale geçiren bir hastanın başına konan sirkeli bez gibi bütün ateşimi emiyor ve buraya daha önce baş koyup kulluğunu icra eden kardeşlerimi anımsıyorum secde yerindeki alın izlerinde. Bu alın izlerinin en çok göründüğü cami de Beşiktaş’taki Sinanpaşa Camii.
Caminin bilhassa son cemaat yerinde, yani şahane bir kütüphanenin ve ayakkabılıkların olduğu yerdeki halılarda, bu alın izleri çok belli oluyor. Beşiktaş’a gittikçe orada kulluğumu icra etmek istiyorum. (İcrâ kelimesini bir sanatın dışavurumu manasında kullanıyorum. Çünkü Seyyid Abdülkâdir Geylâni Hazretleri ibadetin bir sanat olduğunu söyler.)
Zira başımı koyduğumda hissettiğim serinlik, müşkilatından sonra ferahlayan gönlün duyduğu serinliği anımsatıyor bana. Tekrar be tekrar aynı hissi yaşabilmek adına bütün ruhumla başımı oraya, halının secde eden başlardan eskidiği o secde yerine koyuyor ve kendini yüceltmede benim gibi âciz bir kulu kullandığı için teşekkür ediyorum.
Gönlüme serdiği baharlar ve patlattığı tomurcuklar için şükrânlarımı arz ediyorum. Kardeşlerimin secdeye bıraktıkları terlerle gönlümü soğuttuğu için tekrâren teşekkür ediyorum Allah’a. Teşekkür ettikçe bir teşekkür daha borçlanıyorum O’na.
Ahmed Sadreddin yazdı